Yaşasın video öykü! (3-uygulama)

Şubat 28, 2012

Yaşasın video öykü! (3-uygulama)

Video-öykünün üçüncü uygulamasına yirmi yedi kişiden otuz öykü geldi. Bu öykülerden on ikisini yayımlıyoruz.

Melike Uzun

 
 
 
 
AYNA
AYŞE BAŞCI
“Artık aynaya bakma sevgilim,” demişti bana ölüm döşeğindeyken. “Ayna başkaları olsun. Onlara her baktığında bizi gör. Herkeste bizden bir parça bulacaksın zaten. Karşı komşu seni ne çok sevdiğimi söyleyecek; çapraz binadaki yalnız kadına bakıp kendi korkularını anlayacaksın; sokağın ucundaki çatı dairede bir bebek doğacak yakında… Ölümsüz olacağız.” Ölümünden üç gün sonra eve getirdiler son armağanını. Paketi açtım, kutunun içindekini çıkardım, talimatlara uyarak dikkatle kurdum. Ve öylece bıraktım… Günlerce evden çıkmadım. Günlerce aynaya bakmadım. Bir gece kendimi merak ettim. Tek gözümü dikkatle yaklaştırdım merceğe. Oradaydım. Oradaydık. Bizi gördüm. Tam da o gece, diğer bütün aynaları kırdım.
 
 
DİLEK
GÜLÇİN MANGA
Akşam, uzaktan izledim seni.
Boş bir eve girmek nedir, bilirim. Çantanda anahtarı arayıp bulmak,  elin kolun dolu kilidi açmaya çalışmak. Sonra, kapıyı itip karanlığa adım atmak. İlk adımı diyorum; hani ayağını usulca boşluğa bıraktığın. 
Işığı açınca el yordamı, eşyaların hepsi esas duruştadır. Yabancıdırlar, ne ağlarlar seninle, ne de gülerler. Oysa, kim bilir neler konuşmuşlardır bütün gün arkandan. Evin her yerini örtmüştür sessizlik, tıpkı koltukları örten kılıflar gibi.
Derken,  dökülen bir şişe sütle kopar en ince tellerin.  Ve bir kez daha iliklerine kadar hissedersin, unuttuğunu sandığın o…  
Dün akşam,  gözlerim kapalı, bir dilek tuttum. 
Kendim değil, senin için. 
Açtığımda, artık yalnız değildin.   
 
 
HAYALETLER
EMRE JR ÖZTOPRAK
Kendinden başka kimseyi göremeyecek kadar çaresizdi. Tam da bu yüzden, derin bir nefesçe şizofren olmayı seçti Cameron. Belki olmak zorundaydı, belki de aklını kaçırması için yaşlı zihnine bir oyun oynuyordu yaşlı Tanrı. 
Her neyse karanlık… Karanlıktan gelmişti. Kendini, kendisine şefkat gösteren bir erkek olarak bile çizdi Cameron. Görüyordu, bir zamanlar en sevdiği teni. Tam da bu yüzden titriyordu saçları, süt dökmüş kediydi gözleri.                                                                                                   
Auster, eğilip kulağına fısıldayarak sordu: “İzleyen kim? İzlenen kim?”
“Hayaletler, yalnızca hayal etler” deyiverdi içinden.   
 
 
KASA KARDESLIGI
DENİZ DOĞAN
Merhaba ben  3 nokta. Ne olduğumu anlayacaksınız öykünün sonunda. 
Yalnız kadının ayak parmakları değilim ben, buzdolabının soğuk kapağı hiç değilim. Yine bu kadının pişmanlıkları, vicdan azabı ya da düşkırıklıkları değilim. Az önce çekip giden adam değilim, ya da onun evde kalmış tek donu. 
Dürbün mü sandınız beni? Peh! İnsanların hayatlarını göstere göstere izleyecek kadar saftorik değilim. O hayatlara sessizce dahil olurum sadece.
Evlere girer çıkar, yine oralarda yitip giderim. Bu ikisinin pörsümüş aşkı da değilim ama.
Banyodaki ıslak zemin? Hayır. Kapı eşiği, tahta masa, titrek ışık? NO!NO!NO!
Her zaman böyle şımarık da değilim. Hatta bu ikisinin beni ağlatmışlığı da var; ayrıldıkları gün. İki insan tek kelime etmeden ayrılır mı kardeşim? Bu ikisi öyle ayrıldılar işte. Bir kabahat işlemişler zannımca. Zannımca diyorum çünkü  sadece bir gündür bu evdeyim.  Evet… Tamam! Günlük sütüm ben, günlük süt! Ama siz yine de anlattıklarıma önem verin.
Bunlar bir kabahatin ortakları, iki sessiz tanığı, birbirlerinin ılık nefesinde yitip gitmişler gecelerce.  Ah sizi gidiler kıkırdamayın. Saygı biraz, SESSİZLİK! Sizleri de biliriz biz, aynı kasadan süt kardeşlerim ve ben yani. Bir günlük süt ne bilir ki demeyin. O misafirperver mide barsak sistemlerinizde hazmedilip böbreklerinizde işlendikten sonra klozete bıraktığınız  sıcacık sarı sular halinde  kanalizasyonda coşkuyla birleşiriz biz; bin ev bin hikaye. O yüzden siz benim söylediklerimi yine de kulak ardı etmeyin.
Adam kadına şöyle dedi bence ‘belki bir gün başka bir yerde’. Kadın da adama şöyle dedi ( yine bence)   “bir daha asla!” 
Şu yas başlangıcındaki üzgünehanım beni devirip dökmeseydi size daha çok bilgi verebilirdim. İçtiği iki yudumum ben sadece, e hafızam da ona göre. Zaten kafam da biraz dumanlı. Zira iki yudum ben ve 8 adet  hastalık sarısı tablet beraber indik kadının midesine. Neyse ki tuvalete çıktı  da ben kurtuldum. Kadının akibetini bilemem.
 Demem o ki yasak yasaktır ve ‘ahlak orta sınıfın değer yargısıdır’. ‘Bir ineğin yaşlı memesinden çıkmış yağlı süt sen de!’ demeyin. Ben bildiğimi söyleyeyim de… Kanalizasyonda şöyle bir laf duydum, duyduğum tüm laflara yeğledim: ‘Yiyemeyeceğin bokun başına oturma.’ Kulağınıza küpe, bana müsaade. İyi geceler yedi cüceler. Belki bir gün bir tarla sular, oradan ota geçerim, bir inek beni yer ve bu sefer de sizin evinize girerim. Aynı hatayı yapmışsanız da size bilgece gülerim.
Tatlı küçük beyinlerinizi yordum mu hızlı hızlı konuşup ? Hadi bir bardak ılık süt içip gözlerinizi dinlendirin. Bu gece de bendensiniz. 
 
 
YORGUN ÇIĞLIK
CANSU OBİZ
— Yalnızım.
— Hiç sorun değil.
— Ama sonsuza kadar sürecek.
Sonu var mı bilmiyorum fakat sonsuz, benim var olduğum ve olmadığım zamanların bütünü. Geçmiş, omzumda bir el. Onsuz, başım ellerimin arasında. Ama geçmiş varken, kederli de olsa bir elim var aşka dokunacak. Ne dökmek ne kırmak… Nefes alan bir ceset olmamak içindir kendimize tekrar bakmak. Yalnızlık ise hiç dokunulmamış sağ omzumda kalıp, kan ağlayacak ağır aksak.
 
 
ARAF
MİNE EGBATAN
Ve yaşamla ölümün sesleri birbirine karıştı garip bir uyumla, yalnızca Araf’ta kalmış insanların duyabileceği yeni sesler doğurdu diye bitiyor kitap. Yüreğimdeki ağırlığı daha da çoğaltıyor. Nefes alamıyorum sanki. Akreple yelkovan yine buluşmuş bana nispet yaparcasına. Yine gece. Zihnim aynı diyaloğu tekrar edecek. Teşekkür etme demiştim oysa, nasılsa önemini yitirecek her şey. Olsun dedi. Ve zamanla önemini yitirdi her şey. O andan sonra mı sattım bedenimi yalnızlığa? Yoksa hep kölesi miydim? Yanıtım yok. Ama kelimelerin sesi soluğu o zaman kesildi, ondan eminim. Dilsiz kaldık. Yeni sesler doğuramadık biz. Yalnızlığın sessizliği baskın çıktı hep bu evde, yuttu önüne katıp beni. Yaşamın ve aşkın sesleri başka evlerde can buldu. Bense yalnızca izledim o evleri. Başkalarına ait sesleri dinledim, bilmediğim bir dili dinler gibi. Bir kitabı sonlandırır gibi perdemi çekerken geceleri, beni fark etmelerini bekledim. Aramızda milyarlarca ışık yılı uzaklık vardı o yaşamlarla. Ben Araf’ta bile değildim. Ben ölümün ta kendisiydim, yalnızlığın kollarında uykuya daldım sonra, iki ten birbirine değerken.
 
 
ÜÇÜNCÜGÖZ
MELİKE ŞENYÜKSEL
Daracık basamaklardan yukarı doğru çıkarken yüreğinin de daraldığını düşündü kadın. O küçük basamaklar; sanki yer altından gökyüzüne dek uzanıyormuşcasına çok göründü gözüne. Çatı katındaki küçük odaya ulaştığında soluk soluğa kalmıştı. Yukarıya, çok ağır ve kararsız adımlarla çıkmasına rağmen kalbi şu ana dek hiç hissetmediği bir hızda çarpıyordu. Biraz sakinleşmeyi denedi. Birkaç derin soluk… Bacakları hafifçe titremeye devam ediyordu. Elleriyle sıvazladı bacaklarını. Birkaç derin soluk yine… Pencere önüne kurulu dürbüne yöneldi sonra. Görmekten korktuğu şeyleri içinde saklayan kara bir kutuya benzetti onu, kendini de Pandora’ya… 
Dürbüne dayadı bir gözünü, aynı anda diğerini kapattı. 
Dürbünden ayırdı gözlerini, ikisini birden kapattı.
 
 
GECE
GAYE DİNÇEL
Gece… İçime bakamadığım için onu izliyorum. Başka bir kadını… O da yorgun, hüzünlü…
Dökülüveriyor beyaz düşleri, tıpkı benimkiler gibi. İçime bakıyorum, arıyorum onları… Sadece tortusu kalmış düşlerin. Umut var mı? Umut verecek biri? Öylece kalıyorum, içim soğuk. 
Açınca gözlerimi, yeniden karşı pencereye, görüyorum. Omzunda bir el, yanağını okşuyor bir adam. Hüzünlü bir gülüş beliriyor dudaklarımda. Akıtamazken gözlerimden düşleri, umuda kapılmalı mıyım?
 
 
DÜN TEKRAR  BUGÜN OLURKEN  
EDA DERECİ
 
Çok yıllar geçmişti üzerinden. Ayaklarını sürerek yürüyecek, konuşmaya üşenecek, kulaklarını iki eli ile kapatıp ola ki birileri anlatmak isterse, bir şeyler duymak istemeyecek kadar yorgun. Bütün bu yorgunluğa rağmen çok da özlemişti bir yandan. O ana bir daha dönüp bakmak isteyecek kadar…
Tavan arasına çıktı. Dizlerinde ve omuzlarında her basamakta biraz daha biriken yüke aldırmadan kendini zorlayarak çıktı merdivenleri. Arada bir soluk alıp vermekte zorlanarak, sıvası dökülmüş duvarlara tutunarak. Aklından geçen film şeritleri an gelip ayaklarına dolansa da. Aldırmadan üstlerine basarak, elinin tersiyle iterek attı adımlarını.
Yukarıdaydı. 
Belki en son oraya ne zaman çıktığını hatırlamayacak kadar çok zaman geçmişti üstünden. Yürüdükçe yerden kalkan tozu hissediyordu belli belirsiz. İlerledi… Üzeri çoktandır örtülü duran teleskoba yaklaştı. İşte şimdi karşısında eski hayatından bir kesit. Şimdikinden bir farkı yok görüntüde. O gün, onu kaybettikleri gün. İşte tam karşısında. Üç yıllık mücadelenin sonucunda o saçma sapan hastalıktan galip gelinebileceğini düşünen, sevdiği insana kötü olan hiçbir şeyi yakıştıramayan bir kız çocuğuydu karşısındaki. Sevgili annesinin evine geri döndüğünde aklına ilk gelen annesinin kıymetli kedisine süt verme fikri olmuştu. İlk yapması gereken gerçekten buymuş gibi. Dolabı açtığı o an, titreyen ellerine aldırmadan her şeyin üstüne gitmesi. Israrla bunu yapması gerektiğine inanması ve her şeyi eline yüzüne bulaştırması bir anda.
Süt şişesini devirdiği o an; ağlamak için en ufak bir bahane yaratma çabasında olduğu o anı gerçekten hatırlayıp içinin lime lime olması. Tam da hıçkırıklarıyla atmaya çalışırken içindekileri, çaresizken, tek başına kalan o kedi gibi… Kardeşi çıkageldi. Elini omzuna koydu. Geçmiş, şu an ve gelecek hayatında ihtiyaç duyduğu tek şey bu sıcak avuç içi olacakmışçasına hissettiğine sevindi. İyi ki vardı. Bencilce…
Tam da o elin dokunuşuna ihtiyaç duyduğu anda.
 
 
KARŞI PENCERE              
FÜSUN ÇETİNEL
Bir teleskobum olsa, karşı pencereyi  gözlesem.
Gençliğim giriverse aniden içeri, şaşırsam. Elektrik düğmesine uzansa elleri.  Hafiften aydınlansa oda. Dolaptan süt şişesini alsa paltosunu çıkarmadan. Biraz dalgın otursa sandalyeye,  şişeye çarpsa kolu, süt masaya yayılsa yavaştan. Üzülüverse,  ağlamaya başlasa, omuzları titrese hıçkırırken. Karşı penceredeki  gençliğime kahrolsam. 
Bir adam  girse içeri, yakışıklı bir adam.  Usulca dokunsa gençliğime.  Saçlarını okşasa, elini omzuna koysa sıcak ve samimi.  Gözleri gözlerinde kalsa. Eli boynunda dolansa biraz. Karşı penceredeki gençliğime sevinsem. 
Bir melodi eşlik etse ikisine.
Bir teleskobum  olsa, bu gece karşı pencerede  aşkı  izlesem.
 
 
BAZEN    
SELGİN BİBER
Bazen her şey olup bittikten sonra insan kendinde o cesareti bulabiliyor. Olayların içindeyken bir adım geriye atıp kendine dışarıdan bakabilmek öyle imkansız ki. Şimdi gecenin sessizliğinde artık çok uzaklardayım. Geçmişin benim için sayfaları çevrilip kapatılmış, ortadan çoktan kaldırılmış bir defter olmasını ne çok isterdim…Öyle ki bir adım geri atmak değil, bir dürbün gerekli bana kendi eski halimi görmek için.
O akşamı düşünüyorum… Hayatımın değiştiği akşamı. Bitti, yolun sonu burası demiştim. Bitmişti yol bitmesine de ne yazık ki hala yaşıyordum. Adeta cansız bir bedeni eve sürüklemiştim. Boğazım kupkuruydu. Onca bağırmaktan sonra dilim damağım birbirine yapışmıştı. Belki de tek istediğim uyumak ve bir daha uyanmamaktı. Tüm bedenimi sarsan hıçkırıkla sarsılırken bir el… Bir el tüm şefkatiyle dokunsaydı omzuma acaba değişir miydi o gece yaşadıklarım.
Omzum hala öksüz. Sarsakça devrilmiş bir şişeden akan sütün damlalarıyla lekelenmiş ruhum o gecenin üstüne kurulmaya çalışılmış derme çatma iskeleti taşıyamayacak kadar huzursuz. Üzerinden çok zaman geçti ama hala bir gün darmadağın olacakmışım ve her bir parçam boşlukta sonsuzluğa doğru saçılacakmış gibi hissediyorum. 
Bana hiç dokunmamış o elin hiç tanımadığım sahibini her gün biraz daha artan bir umutsuzlukla özlüyorum.
 
 
KONTROL Z                                                                                                                                                      
DİDEM ESEN
Kendimce bir yıldızdım ben ve gökyüzünde kendimi aradım bu gece. Yoktum. Yoksa hiç mi olmamıştım? Kim bilir, belki de sadece düşlemişimdir o parlak yıldızı ya da görememişimdir yıldızların da kaydığını. Varsın olsun. Bilgisayarımın ekran koruyucusuna koca bir samanyolu yerleştirebilirim nasıl olsa. 
Kadehimi elime alıp, müziği açtım. Leonard Cohen’in “Anthem” şarkısı bana fısıldar gibiydi. “Her şeyde bir çatlak var. Işık böyle içeriye sızar.” Oysa bu geceye kadar, çatlakları doldurmak ve mükemmel görünmekten başka seçeneğim olduğunun dahi farkında değildim ki. Bir şeyler var dilimin ucunda, becerebilsem anlatacağım ama kendimden saklanabilir miyim bilmiyorum?
Kendime en yakın bakışım, bu gece gökyüzüne daldığım andı. Bir kadın düştü yanaklarımdan tam da ikinci kadehimin içine. Yaralı, üzgün ve  pişmandı. Süt dökmüş kedi gibi sinmiş, beyazın içinde korkmuştu. Çıkarıp aldım boğulmasın diye. Zafer edasıyla yürüdüğü yaşam savaşının yenik kahramanıydı. Güçlü görünmekten, dik durmaktan, gitme diyememekten, içindeki coşkuyu yaşayamamaktan yorgundu. Dinledim öyküsünü ve “Kontrol Z” tuşu aradım. Sorun şu ki “Kontrol Z” tuşu yoktu hayatta. Ağladım onun için, ağladım halime. 
Kapının açıldığını duydum. Yaklaşan ayak sesleriyle beraber, “Başlat” komutu almışım gibi yeniden güçlü kadın olmak istedim. Göz yaşlarımı silmek istedim, kadehime baktım, vazgeçtim. Savaşımı tam teslimiyetle bitirdim.
 
edebiyathaber.net (28 Şubat 2012)
 

 

Paylaş:

Yorum yapın