Ursula K. Le Guin: “Yazdıklarımın çoğunun komik olduğunu sanıyorum”

Mayıs 4, 2012

Ursula K. Le Guin: “Yazdıklarımın çoğunun komik olduğunu sanıyorum”

Ursula K. Le Guin herhangi bir kategoriye dahil edilmesi son derece güç bir yazar olsa da, bu durum insanları denemekten vazgeçirmedi. Genellikle bilim kurgu ya da fantastik kampına dahil edildi, fakat her iki kategori de yıllar boyunca yarattığı eserlerin oluşturduğu bütünün hakkını vermeye yetmedi, yetmiyor. 

Evet, Mars'tan Venüs 'e kadar hemen her çocuk onun artık bir klasik haline gelmiş olan Yerdeniz fantastik üçlemesini şu ya da bu zamanda okumuştur. Evet, Le Guin Karanlığın Sol Eli ve Mülksüzler gibi ciddi temalara sahip yaratıcı kitaplar yazarak bilim kurgu türünü düştüğü umutsuzluk çukurundan düzlüğe çıkardı. Ama Le Guin aynı zamanda çok beğenilen öykü, edebiyat eleştirisi, çocuk ve şiir kitapları da kaleme aldı; çok yetenekli ve titiz bir çevirmen olarak ün saldı (Tao Te Ching'in çevirisi için 40 yıl uğraştı örneğin). 

Uçuştan Uçuşa (Changing planes) adlı kitabını geçtiğimiz yıl yayımlayan Le Guin'in, zamanında kadri bilinmemiş büyük Şilili şair Gabriela Mistral'ın şiirlerinin çevirisi de yakın zamanda yayımlandı. 

Edebi açıdan büyücülerle ilgilendiğiniz için sormak istiyorum: Harry Potter'ları okudunuz mu, okudunuzsa haklarında ne düşünüyorsunuz? 

Birinci Harry Potter'ı okudum. Aşina olduğum iki biçimin hoş ve canlı bir karışımı gibi görünmüştü bana; bunlardan birincisi “iğrenç/aptal/zalim ebeveynlere sahip yetenekli/sevgi uyandıran çocuk” ikincisi de İngiliz “yatılı okul hikâyeleri”. Gerçi bu iki konunun eskiliği yüzünden kafam karışmıştı, çünkü kitap orijinal olduğu için övülüyordu. Sıradan insanların aşağı görüldüğünü, adeta insandan sayılmadığını, o harika büyücü halkın ise şiddet de içerdiği söylenebilecek yarışmalar için yeteneklerini kullandıklarını görmekten pek hoşlandığımı söyleyemem. Bu tema, özel güçleri olan özel bir gruba dahil olma yolundaki çocukluğa ait arzuya oynuyor, fakat ahlaki açıdan söyleyebileceğim en hafif şey, yaratıcı olmadığıdır. 

Anne-babanız seçkin antropologlardı. Sizin yazmanız üzerindeki etkilerinden söz eder misiniz? 

Babam antropologtu, annem yazardı. Okuma ve yazma, her ikisinden de büyük zevk alma konusunda bana çok iyi örnek oldular. 
Ayrıca babam bana bir yazar olmak istiyorsam başka bir işten geçinmeye yeterli ücret kazanmamı ya da böyle bir ücret kazanan birisiyle evlenmemi öğütlemişti – çok değerli bir öğüt, tüm genç yazarlara aynı şeyi yapmalarını salık veririm. 

1929'da Berkeley'de doğdunuz. Berkeley'in radikal siyasi gelenekleri romanlarınızın temalarını seçmenizde etkili oldu mu? Eğer olduysa, nasıl? 

1930 ve 40'larda Berkeley küçük bir üniversite kasabasıydı, herkes herkesi bilirdi, büyümek için çok güzel bir yerdi. Radikal olmaktan ziyade liberaldi diyebilirim. Hitler ve Mussolini'den kaçan pek çok sığınmacı oraya geldi (U.C. Berkeley'in hoş karşılama basiretini gösterdiği entelektüeller). Muhtemelen bazıları radikaldi, ama genelde antifaşisttiler. Hepsi de harika insanlardı. En sevdiğim çocukluk arkadaşım Alman-Yahudi bir sığınmacı ailenin en küçük oğluydu. Fakat sizin sözünü ettiğiniz radikal geleneğin oluştuğu 60'lardan çok önce ayrıldım oradan. Sonrasında Oregon'da, sessiz ve huzurlu bir şehir olarak bilinen Portland'da oturdum. Gerçi sık sık düzenlenen büyük protestolar yüzünden Baba Bush burayı “Küçük Beyrut” olarak adlandırmıştı ve Oğul Bush da ancak Darth Vader kıyafetleri içindeki korumalarla bu şehre girebiliyor. 

Biraz da Gabriela Mistral'den söz edelim. Onunla ilgilenmeye nasıl başladınız? Mistral'in şiirlerini çevirirken beklenmedik sorunlarla karşılaştınız mı? 

Arjantinli şair dostum Diana Bellessi bana Mistral'in şiirlerinin toplandığı ince bir kitap gönderdi. Okuyunca şiirlerine bayıldım. 
Bir şairi çok beğeniyorsanız ve başka bir dilde yazmışsa, onu kendi dilinizde de okumak için çılgınca bir istek duyuyorsunuz – en azından ben duyuyorum. Bu yüzden hayatım boyunca çeviri yaptım. 
İspanyolca'yı evde öğrendiğim düşünülürse, İspanyolca ile Gabriela'yı birlikte öğrendim denebilir. (Aslında düzyazı ile başladım. Angelica Gorodischer'in o muhteşem öykü kitabı Kalpa Imperial'i çevirdim.) İspanyolcayı epeyce okuyorum, ama konuşmayı becerebildiğim söylenemez. 
Mistral kolay bir şair değil, kimi yerlerde Neruda'dan bile daha çetrefil olabiliyor. Bazen İngilizcede kesinlikle bir müzik yaratmayacağına kanaat getirdiğim şiirleri bıraktığım oluyordu. Ama bu yıllar boyu aşkla yapılacak bir iş ve bana büyük keyif verdi. Bu sayede Gabriela'yı onu tanımayanlara da ulaştırabileceğimi umuyorum.

Uçuştan Uçuşa nasıl karşılandı? 

İnsanlar benim mizah duygusuna sahip olduğumu fark ettiği için özellikle memnun oldum. Yazdıklarımın çoğunun komik olduğunu sanıyorum … ama birçok kişi, “bilim kurgu” gördükleri zaman onun “kasvetli” olacağını düşünüyorlar ve siz ne yaparsanız yapın büyük bir ciddiyetle okuyorlar. 

Öykü yazmanın roman ya da şiir yazmaktan farkı nedir sizce? 

Birincisi: Öykülerin yazması da okuması da şiirden (çoğu şiirden) uzun sürer ve romandan kısa sürer. Bunu boşuna söylemiyorum. Eserin gücü ve yapısı açısından büyüklüğü çok önemli ve bir eserin yazarın hayatının ne kadarını işgal ettiği de onun yazarlığı açısından değer taşıyor. 
İkincisi: Genellikle öyküleri ve romanları baştan sona bir kerede yazarım ve sonra dönüp gerektiği kadar düzeltirim veya yeniden yazarım. Şiirler çok kısa bir zaman içinde yazılabilir, fakat onlar üzerindeki çalışma -her seferinde birazcık, bir kelime, bir mısra- yıllar sürebilir. Bu yüzden şiirler başka yükümlülüklerle dolu hayatımıza nispeten iyi uyum sağlarlar. 
Düzyazı için zaman ayırmak ise daha zordur. Çok daha uzun bir kesintisiz zaman dilimine ihtiyaç vardır. Örneğin bir öykü için en az üç dört gün gerekir. Roman aylar ya da yıllar alır, bu yüzden o uzunlukta bir iş için düzenli olarak boş zamana ihtiyacınız olur. Mesela çocuklar küçükken geceleri yazardım. Kocam da o saatleri işte geçirerek bana yardımcı oluyordu ve günde birkaç saatimi kitabımın dünyasında yaşamaya ayırabiliyordum. 

Bir yazar olarak en güçlü ve en zayıf yönlerinizin neler olduğunu düşünüyorsunuz? 

İmla konusunda bilgisayarımdaki imla kontrolü programından daha iyiyim; dilbilgisi, sözdizimi ve yazdığım cümlelerin sesi konusunda da çok az kuşkularım var. Tasvir etme konusunda iyiyim. Olaylar dizisi yaratmak konusunda çok iyi olduğum söylenemez, olaylar genellikle hikâyenin yazımı sırasında beliriyor ve “sürekli aksiyon” yaratmak beni çok sıkıyor, bu yüzden hiç o şekilde yazmıyorum. Bunun ötesini de okuyucularımın yargısına bırakıyorum. 

Geçmişe baktığınızda en iyi kitaplarınızın hangileri olduğunu düşünüyorsunuz? Ya da en kötü kitaplarınız hangileriydi? 

En iyi kitap daima bir sonrakidir. 
En kötüsü de tam ortasında olduğunuz kitaptır. Kitabın ortasına geldiğinizde şöyle düşünürsünüz: “İmdat! İmdat! Bunun içinden nasıl çıkacağım? Ne yapıyorum? Ne yapmayı planlamıştım?” Ama bir süre sonra işler yine yoluna girer. 

Hangi yönünüzle hatırlanacaksınız? Hangi yönünüzle hatırlanmak isterdiniz? 

Yazdıklarımla.

Kaynak: fantastikedebiyat.com (04 Mayıs 2012)

Paylaş:

Yorum yapın