‘Umut İlkesi’: Özdek, umut içerir mi? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Haziran 15, 2018

‘Umut İlkesi’: Özdek, umut içerir mi? | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Var olanı değiştirme, aşkın olmayanı, aşkınlaştırmadır

Umut elbette salt insana özgü bir kavramdır; ancak insan toplumsal ilişkiler ağında ve doğal ortamda yaşayan bir varlıktır. Bu nedenle, umut ve umutsuzluk, insanın toplumsal konumu ve doğayla ilişkisi bağlamında anlam kazanır.  Ernst Bloch’un ‘Umut İlkesi’ adlı yapıtında yer alan açımlamasıyla, dünyanın insana, insanın dünyaya yabancı olmadığı özgürlük ve özdeşlik yurdu,aynı zamanda özdeğin önyüzüdür, cephesidir, ilerlemesidir. Bu yurt kendini özdekte yol ve “amacın işlevi” olarak gösterir. Amaç ise, “koşulları ve açıklıkları imlenen yoldaki töz” olarak kendini açığa vurur. Bu açıklıklar içinde özdek, “nesnel-gerçek umut içerikleri” yönünden örtüktür. Özdek, “öz-yabancılaşmanın sonucu” veya “yabancı olanla yüklü nesnellik” olarak bulunur. Oraya giden yolda “tarihte ve dünyada var olanın nesnel olarak aşılması” gerçekleşir. Söz konusu yol, “aşkın olmayanıaşkınlaştırma”sürecidir ve bu süreç “yeryüzünde insan emeğiyle güçlü biçimde hızlandırılır.”

Bloch’un açımlamasıyla, ileriye doğru materyalizm veya “ısı öğretisi olarak Marksizm”, bu açıdan “eve” ulaşmanın, bir başka deyişle, amaca ulaşmanın kuram ve edimidir. “Ölçüsüz nesneleşmeden” kurtulma, insanın ve dünyanın özgürlüğe doğru gelişmesidir. Özgürlük amacı, sınıfsız bir toplumu temel alarak “belli bir olanak içinde olma” olarak imlenebilir. İnsanın özüyle yüzleşmesi, diyesi, “öz karşılaşma”, ideolojiden, “ön-görünüş” ve “ufukta önceleme” kavramlarından pek uzak değildir. İnsanlaşmanın ilk aracı ve itici gücü “emektir”; ikincisiyse zemindir, temeldir. Özgür toplumun çerçevesi, “temellendirilmiş umudun canlı içeriklerinin ufkudur.” Olumlu anlamda “olanak içinde olma” ile kuşatılan ufkun çerçevesidir[1] (Bloch 1985, s. 241- 242).

Bu belirlemeleri açımlamak için, şu noktaları vurgulamak yararlı olabilir: İnsan, öz-yapısının ürünü olan emek ile insanlaşır ve emeğini başkalarının emeğiyle ortaklaştırarak, bir ürüne veya somut bir nesneye dönüştürür ve böylece toplumsallaşır. Emek, özellikle de üretken emek, insanı ve toplumu hem yeniden yaratır, hem de değiştirir. Bu nedenle, bireysel ve toplumsal özgürleşmenin itici gücü, temellendirilmiş umudun canlı içeriklerinin ufkunu ortaya çıkaran üretken emektir. Olumlu anlamda ‘olanak içinde olma’ ile kuşatılan ufkun çerçevesini görülür duruma getiren çalışmadır.

Görülebilir ön-görünüş olarak sanatsal görünüş

Sanat ile nesnel gerçeklik arasında nasıl bir ilişki vardır? Sanat, nesnel gerçekliğin tümelliğini yansıtabilir mi? Sanat, nesnel görünüşü ne ölçüde ve nasıl biçimlendirir? Sanatçı nesnel güzeli ya da nesnedeki güzelliği nasıl belirler ve estetikleştirir? İmgelem gücü ile nesnel görünüşteki güzelliği duyumsama yeterliliği arasında nasıl bir bağ vardır? Bu ve benzeri sorular, estetik felsefesini sürekli uğraştırmıştır; bu günde uğraştırmaktadır.

Yukarıdaki sorulara yanıt arayan Bloch’un deyişiyle, güzel, insanı “sevindirir”, devindirir ve böylece “tadına varmaya” özendirir; ancak güzelin de bir bedeli vardır ve sanat, “yiyecek değildir.” Dolayısıyla, insan bir yiyeceği yiyerek kolayca tadına vardığı gibi, sanat yapıtının tadına varamaz. Öte yandan, yiyecek tadına varıldığında tüketilmesine ya da yok edilmesine karşın, sanat tadına varıldıktan sonra da “kalır”; en tatlı durumlarda bile “önceden çizilmiş” bir yerde asılı durur.

Arzu düşleriyle sanatsal yaratım arasında dolaysız bir bağ vardır. Arzu düşü, sanatta tartışmasız olarak “daha iyi olana”, “biçimlendirilmiş güzele” geçer. Biçimlendirilmiş güzel, sanat yapıtıdır. Biçimlendirilmiş güzelde, diyesi, sanat yapıtında  “bazı görünen oyunlar” da yaşar. Bu oyunlar pek sanatsal olmayabilir, pek ciddi şeyler olmayabilir; ancak her durumda “belli bir anlam taşırlar.” Bu anlam, bir metal paranın çınlaması gibi “estetik bir çınlama, bir sav-söz” ile karşılaştırılabilir. Resim sanatı, dolayısıyla da tablolar, “böyle bir soruya daha az özendirir”; çünkü renk “duyusal kesinlik içinde”bulunmasına karşın,“sözcükten daha az hakikat yüklüdür.” Sözcükteki hakikat yükü ya da içeriği, renkteki hakikat içeriğinden çok daha belirgindir.

Öte yandan sözcük, yalnızca “edebiyata” hizmet etmez; gerçeğe uygun bildirime, diyesi, iletişime de hizmet eder. Dil, iletişime karşı duyarlılığı “renkten, hatta çizimden daha fazla” artırır. Her iyi sanat, Bloch’un belirlemesiyle, malzemesini “biçimlendirilmiş güzelde” bitirir; nesneleri, insanları, çatışkıları ve toplumsal-kültürel çelişkileri “güzel görünüş içinde” açığa çıkarır.

Peki, bu bitim, diyesi, biçimlendirilmiş güzel diye tanımlanan sanat yapıtı veya “içinde yalnızca kurgulanmış şeylerin olgunlaştığı”, bu “olgunluk” ne denli dürüsttür? Yalnızca “hayalde, göze görünende, kulağa görünende” kendini bildiren zenginliğin durumu nedir? Bloch’un aktarımı ve Schiller’in öngörülü deyişiyle, burada güzellik olarak duyumsanan şeyin, “karşımıza bir zamanlar gerçek olarak” çıkmasına ne demeli? Plotin ve Hegel’in sözleriyle, “güzellik, idenin duyusal görünüşüdür.” Bu belirleme nasıl değerlendirilebilir?

Nietzsche, bu öne-sürüme karşı daha yoğun bir öne-sürüm olan “Bütün yazarlar yalan söyler” veya “sanat, henüz arınmamış düşüncenin üzerine yaşamın anlık görünüşünü koymak suretiyle, onu katlanabilir kılar” tümcesini yazmıştır. Francis Bacon hakikati, “maskelerin, mumyalamaların ve dünyanın süslü törenlerinin, sanatın mum ışığının yarısı kadar bile güzel görünmediği çıplak günlük güneşlik gündüz”ile karşılaştırır. Bu belirlemeler uyarınca, sanatçılar “baştan sona görünüşe yemin etmiş” kişilerdir; hakikate “bağlılıkları” yoktur (Bloch 1985, 242- 243).

Bu bağlamda bir soruyu ya da sorunu açımlamak gerekir: Eğer büyük sanat filozoflarının tanımlamasıyla, güzellik, düşüncenin duyusal görünüşüyse, bu duyusal görünüşü biçimlendirmeye uğraşan sanatçı, hakikate, gerçeğe bağlı olmamakla suçlanabilir mi? Ayrıca, düşüncenin duyusal görünüşünü biçimlendirme tümüyle öznel bir eylemdir, üretimdir. Dolayısıyla, sanatçının gerçeğe bağlılığı, tümüyle özneldir. Bu nedenle de nesnel ölçütlerle belirlenemez, ölçülemez.

[1]Ernst Bloch (1985): “PrinzipHoffnung- Umut İlkesi”; Bölüm 1- 32, SuhrkampVerlag, Frankfurt am Main

edebiyathaber.net (15 Haziran 2018)

Paylaş:

Yorum yapın