Türkiye’nin Don Kişot’u | Kaan Kurt

Mart 22, 2018

Türkiye’nin Don Kişot’u | Kaan Kurt

 

Jale Parla,  İletişim Yayınları’ndan çıkan Don Kişot: Yorum, Bağlam, Kuram” kitabında Cervantes’in roman türü için kurucu nitelikteki eserini tüm boyutlarıyla inceliyor, bir yandan kitabın iki cildinin olay örgüsünü ve bu iki cildin birbirinden farkını anlatıyor, bir yandan da bu kitabı “kurucu” ve “büyük” yapan tema, biçim, motifleri tek tek ele alıyor. Parla kitaba yakın okuma yapıyor, onu “didik didik” çözümlüyor, kitabın en ince ayrıntılarını ve bu ayrıntılarından kaynaklanan edebi ve estetik gücünü ortaya koyuyor. Don Kişot’u okuyunca edinilen “farklı” tecrübenin ve onun günümüzdeki okuru dahi bu denli etkileyebilme yeteneğinin arkasındaki sebeplerin görülmesini sağlıyor.

Şüphesiz ki, bu Parla’nın Don Kişot’u ilk kez ele alışı değil. Parla, “Don Kişot’tan Bugüne Roman” kitabında Cervantes’ten başlayarak dünya edebiyatının önemli yazarlarını ele alıyor, Türkçe Edebiyat’ın da belli başlı isimlerine değiniyordu. Bunu yaparken Cervantes’i de sürekli tartışmasına dahil ediyor, onun roman türü üzerindeki etkilerini vurguluyordu. Bu kitabı ise “çoğunluklu” Don Kişot’a odaklanmış bir kitap, üniversitede bu kitap üzerine verdiği derslerin düzenlenerek yayımlanmış hâli.

Parla nasıl Don Kişot’un ilk okunmasında farkına varılmayabilecek kimi ayrıntıları gün yüzüne çıkartmışsa, ben de Parla’nın kitabındaki birkaç ayrıntıdan yararlanarak bir tartışma yapmak istiyorum. Parla’nın bu kitabında diğer kitabının aksine Don Kişot dışındaki eserlere daha az değindiğini söyledim. Fakat Parla’nın değindiği eserler ve bu eserlerin içerdiği bazı önemli özellikler var.

 

Balzac’ın Goriot Baba’sı, Shakespeare’nin Hamlet’i, Dostoyevski’nin Budala’sı bunlardan bazıları. Parla’nın bu eserler ve Don Kişot arasında kurduğu ortaklığın “çoğulluk”, “karnavallık”, “perspektivizm” gibi kavramlar olduğunu ve bu kavramların Bahktin ve onun kuramı ile güçlü ilgileri olduğunu söylemeli. Bu ne demek? Bununla, çeşitli karşıtlıkların/ikililiklerin bir arada olduğu, birbirinden farklı seslerin yan yana durduğu, herhangi bir hiyerarşi içermeden birbirinin altını oyan söylemlerin var olabildiği, otoritenin ve hatta yazarlık otoritesinin dahi boşa çıktığı, büyük fikirlerle adilik içeren olayların, ulvi olanla bayağı olanın, ideal ile dünyevinin aynı evrende yer alabildiği, ironi ve parodinin tüm imkânlarının kullanıldığı metinler kastediliyor. Bunun adı “perspektivizm” ve bu “çoklu” bir “perspektivizm”. Parla’nın, tıpkı Don Kişot gibi Balzac’da, Shaespeare’de, Dostoyevski’de gördüğü de aslında bu perspektivizm.

Peki bu perspektivizmin Türkiye’de örneği var mı veya Parla bundan bahsediyor mu? Parla’nın kitabında bahsettiği Türkçe eserler belli: Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası ve Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’si. Beyaz Kale ile Don Kişot arasında metinlerarası bir ilişki görüyor Parla ve haksız da değil. Araba Sevdası için ise durum daha farklı.

Araba Sevdası’ndaki Bihruz ile Sanço arasında bir ortaklık kuruyor Parla. Parla Babalar ve Oğullar kitabında da Araba Sevdası’nı ilk modern Türkçe roman olarak gördüğünü söyler. Ve tıpkı bu kitabında Don Kişot üzerinden anlattığı gibi, Babalar ve Oğullar kitabındaki yazısında da Araba Sevdası’nın kendi söylemlerini sürekli hiçleyen bir roman olduğunu belirtiyordu. Bu bakımdan, bir ölçüde, Araba Sevdası’nın Don Kişot’la ortaklık kurulabilecek nitelikleri olduğu görülüyor. Fakat Parla’nın bütünüyle böyle görmediği de açık. Nereden açık? Şu sözlerinden:

“Ama bu, iki yüzyıl sonra, Dostoyevski’nin Don Kişot karakterini yarattığı Budala’sını aynı çılgın ve çoklu perspektivizme mahkum etmesine engel olmamıştır. Rus romanına kronotop (zamanının sosyal ve tematik anlatısı) olarak çok yakın olan Türk romanında Oğuz Atay’a kadar bu perspektivizm ve onun getirdiği ironi yakalanamadığı için mi Türk romanı Rus başyapıtlarından bu kadar uzak düşmüştür?” (86). Oğuz Atay’a kadar diyor Parla, sınırı onunla belirliyor. Diğer yandan, Budala’daki çoklu perspektivizmin ayrıntılarına girmiyor, bu yazıda buna biraz girilebilir.

Budala’da ilk olarak karşılaşılan baş karakter Prens Mişkin ile Rogojin arasındaki ikililiktir. Prens Mişkin saf, iyi niyetli, temiz, masum, meleksi özelliklere sahip İsevi bir karakterken Rogojin kötü, art niyetli, kirli, suçlu, pis ve şeytanidir. Bu iki karakter, iki ses, iki söylem romanda sürekli olarak yan yana bulunur. Bunun yanında, Prens Mişkin’in vaazı andıran, Hıristiyanlığın öğretilerini içeren uzun söylevlerinin yanında Lebedev gibi bayağı ve üçkağıtçı bir karakterin sözlerine, General Ivolgin’in sarhoş sayıklamalarına rastlanır. Prens Mişkin’in anlattığı büyük fikirlerin altı sergilenen bu bayağılıklarla her zaman oyulmaktadır. Soylu kadınların arasında ahlakı bozuk/düzen bozucu Nastasya Filippovna karakteri de yine birbirini ezmeyen fakat birbirlerini sürekli boşa çıkartan çoklu seslerin bir sağlayıcısıdır. Bu anlamda, gerçekten de Budala’da Cervantes’in Don Kişot’una benzer, bazı bakımlardan daha gelişkin bir perspektivizme rastlanır.

İşte, Jale Parla’nın Türkçe romanda Oğuz Atay’a kadar rastlanamadığını söylediği bu perspektivizm gibi duruyor, bu elbette ki sorgulanmaya açık bir iddia ve sorgulanmalı da. Fakat bunu doğru kabul ederek düşünürsek ortada şöyle bir durum var: Budala, 1869 yılında yayımlanmış bir romanken, Oğuz Atay’ın ilk eseri Tutunamayanlar’ın tarihi 1972. Burada, yokluk tespiti yapıp “biz neden onlar gibi olamıyoruz” diye sormak değil amacım veya gecikmişliğimize hayıflanmak da değil. Fakat yine de bu perspektivizmin yansımalarının neden bu kadar geç görüldüğü, neden bunun koşullarının “burada” oluşmadığı, bunun oluşmamasının ne gibi sıkıntılar yarattığı üzerine düşünmek, Türkiye toplumuna, kültürüne ve edebiyatına dair birçok gizemi aydınlatabilir gibi geliyor. Bu perspektivizm eksikliğini yalnızca romanda değil televizyondaki dizilerde, eleştirel kültürümüzde, Türk sinemasında görülen kimi konularda, popüler dergilerin içeriklerinde ve belki gündelik yaşantımıza içkin kimi tartışmalarda da görmek mümkün. Bundan dolayı bu soruyu tekrar tekrar sormak ve cevaplarını tartışmak verimli olacaktır. Şüphesiz, Parla’nın Don Kişot’u bir de bu gözle okunabilir, bu tartışma için önemli malzemeler sunabilir.

Kaan Kurt – edebiyathaber.net (22 Mart 2018)

Paylaş:

Yorum yapın