Salyangozun yolculuk zamanı: “Kapıya Not Bıraktım”

Eylül 19, 2018

Salyangozun yolculuk zamanı: “Kapıya Not Bıraktım”

“Her suskunluğun kendine has sarmal bulutları

ve onların ardına gizlediği keskinleşmiş köşeleri vardır.

Bu sivri uçlar kalbe temas ederse eğer,

kâğıt kesiği gibi hem yakar hem kaşındırır.”

Hayat hakkında düşünülen her ne varsa, söze yüklenen anlamın içinde çoğalır. Gayretin kaygıyla tanışıklığı, bu anlamı kavramakla bilmek arasında kalan belirsiz veçhesinden kurtarmak için bir kaçış amacı güder. Kimi zaman fevri kimi zaman hüzünlü olansa geçmişin kökleri, insan ancak anlatarak şaşkına çevirebileceğini düşünür zamanı. Hatırlamak, talep eder çünkü. İmgeleri seslerle böler, görüntüleri akisleriyle sınar, yalnızlığa kalabalıkta gam yükler. Hatıralar nasıl doyumsuzsa, hafıza o ölçüde alıngandır. Daha fazlası gözün önüne, dilin ucuna getirilmeye çalışıldıkça duygudaki belirsizlik, akıldaki çelişkilerle rastlaşır. Pek sevinçli bir karşılaşma olmaz bu. Aklın kibri, duygunun kırılganlığına tahammül edemedikçe kimse birbirine sarılmaz, sırtını sıvazlamaz, hatrını sormaz. Haliyle ânlar kaybolmaz, yitmez, bir yere de gitmez. Hayat ve ölüm, eskiyen eşyaların kapısı kapalı odanın ardında saklanışı gibi insanın içinde gizlenenlerin, yaşanmış zamanların, değişmiş mekânların sağlamasını hatıralara bıraktıkları izden yapar. Can havliyle eli kalbinde kalır yaraların. İz denen, biçimi kabuklu o yumuşaklık, ketumdur aslında; hayatın yüzüne baka baka susar da kabuğunun girintisine saklanan kanın gücünden çekinir. Bu çekiniklik sızlar kimi zaman, herkes unutsa bile o, kabuğun içindeki bekleyişinden hiç vazgeçmez. Ardına baka baka durur, yaşadıkça yaşar, biriktirdikçe biriktirir. Yumuşak başlı hayallerin ardında yürüyenler, izlerinden kendilerini bildikleri kabuklarından hiç soyunmazlar bu yüzden. Yaşayabilmek için. Dayanabilmek için. Tekrar ve tekrar devam edebilmek için.

Sevgi Can Yağcı Aksel’in Ayizi Yayınları tarafından basılan ilk öykü kitabı Kapıya Not Bıraktım, bir başına olma duygusunun kabuğunu koparmadan, yaşamak denen gösterişli fiiliyata rağmen hayatta kalabilmenin, dayanabilmenin izlerini takip eden öyküleriyle hatıraların sızısını anlatıyor. Dört bölümden oluşan kitap, ilk bölüme başlamadan Ay Tutar Beni öyküsüyle ölümü hayatla karşılaştırıyor önce. Gecenin insana kabul duygusunu reva gören, uçurumdan aşağı bakıyormuş korkusu yaşatan karanlığına ay ışığıyla eşlik ediyor. İnsanın kaybolduğu boşlukları, hayata gelme sebebine özne olanın yokluğuyla anlamlandırmaya çalışarak yola düşüyor. Hayatı anlama çabasının cesaretle buluştuğu bu başlangıç -insanın özlemekten hiç vazgeçmediklerini, unutmadıklarını hatırlatarak- kitabın kapağında salyangozun yürürken bıraktığı ışıklı izin ucundaki kalpte, yani yaşamanın izahını saklayan kıvrımda, kendinde olanı, diğerlerinin ve gidenlerin ardında kalanların benliğinde çoğaltıyor. Tıpkı salyangozların ağır ve fakat kendinden emin yürüyüşlerindeki kuvvetin müsebbibi kabuklarına dayanak olan hayatın, çetin yolların ve dik yokuşların ortasına insan ruhunu keşfetmenin sabrını bıraktığı gibi.

Macar Biberi, Ömrümüzün Birinde, Aşık Oldum Ben Sana ve Çekirdek Aile bölümlerindeyse yazar, yaşadıklarını ve hissettiklerini, başlangıçları ve bitişleri, hayal kırıklıkları ve avuntuları geçmişin sığınağından çıkarıyor. Bunu yaparken, kesinlik ve kuşkuculuktan uzak, duyguyla ve hissedişle muhatap bir imge ve ironi dünyasının içinde ilerliyor. Hem kişisel deneyimlerinin sebepleriyle didişiyor hem de bu deneyimlerin sonuçlarıyla hesaplaşıyor. Zamanı ve mekânı yaşamın odağına alarak hatırladıklarını zihinsel bir sıra dizimiyle birbiri ardına ekliyor. Geçmişi bu sayede belirginleştirirken katı adlandırmalardan kaçınıyor. Macaristan’da yaşadıklarını, o ülkede tanıştığı insanlarla kurduğu bağı, duygusal ve kültürel bağlamdaki farklılıkları okurun kendi hayatının herhangi bir ânındaki hatıralarla birleştiriyor. Dünyanın neresinde olursa olsun silinip yok olmayan hissedişlerin, arayışın, hayatın ufalanan ufak anlarının, kokuların, öksüzlükle köksüzlüğün, yakınlıkla uzaklığın, özgürlükle tutsaklığın, aşkın ve bekleyişin, hoşgörüyle karamsarlığın insanda bıraktığı tortunun bu denli benzeş olmasının nedenini yine insanın vereceği cevapta arıyor: Hırsıza bıraktığı notta, yırtıp yırtıp yeniden yazdığı kartta, Özgürlük Köprüsü’nden aşağı atılan karpuz kabuğunda.

Kapıya Not Bıraktım, kitabı oluşturan öyküleri çerçevelediği bölümleriyle dört farklı zaman algısı yaratıyor lakin anlatıcının her öyküde değişmez olan zaman veyahut mekân değildir, insanın içsel yolculuğu sırasında dış dünyada karşılaştıklarına tahammül edebilmesinin sizde ve diğerlerinde benzeşen yanlarıdır vurgusu, esasen deneyimlerin ve yaşanmışlıkların zamansal/mekânsal özelliği kapsadığını gösteriyor. Öyküleri ilk okundukları anda birbirinden bağımsızmış gibi hissettiren bölümler arasındaki zorunlu karşılaştırma, kitap tamamlandığında hem dilsel hem de anlatısal olarak bütüncül anlama erişiyor. Dört bölümün her biri aslında yaşamın akışkanlığında birbirine yaklaşan ve uzaklaşan ânları da temsil ediyor. Dört mevsimin bölümleri, günün içindeki zaman dilimlerinin dörde ayrılışı, bir saatin devinimindeki dört tur gibi… Dolayısıyla kurgu ve anlatı arasındaki bu geniş uzam, öykülerin hayat ve gerçeklik arasındaki bağıntısını belirliyor. Böylelikle bir ilk kitap olarak Kapıya Not Bıraktım sadece yazarının deneyimleri ve duygulanımları aracılığıyla beslenen öykülerden oluşmuyor, bu öykülerin her okurda yeniden çoğalmasına imkân tanıyacak bir anlatısal zaman ve mekânda biçimleniyor. 

Sevgi Can Yağcı Aksel

Hayatın hazmedemediklerine inat her şeyi kendisine eşitleyen geçmişten kalanlarla yüzleşmeye çalışan öyküler, bu sefer başka ülkenin bir şehrinde, Ankara’da soluklanıyor. Akademiden sokaklara, sokaklardan evlere, evlerden insanlara yetişmeye çalışan gayretle tanışıyor hayat. Ömrümüzün Birinde bölümü, son bir hamleyle körpe bedenini mor ışığın içine bırakan sinek Vızo’nun kanatlarının talihinde; ülkenin yıllar boyu hamleden azade talihsizliğini, kötürüm tarihini ve acımasızlığını dolaştırıyor. Tesadüfler her zaman mucizelerle köşe başında çarpışmasa bile sadık ve suskun sırlı aynaların gösterdiği yılların ve yaşların ayda birer santim kısalttıklarıyla (saçla, düşle, aşkla), eskisi eski diye sevilmeyen, yenisi yeni diye kabullenilmeyen sokaklarla, kayıplarla karşılaşıyor. Aşık Oldum Ben Sana, kayıplara, hayal kırıklığına, beklentiye ve santim santim kısaltılanlara aşkla bakabilmenin ihtimaline odaklanan öyküleriyle karşılıyor okuru. Kâh gülümseten kâh hüzünlendiren geçmişi şimdiyle kavramanın kederine, mahrum kalmanın ve yitirmenin sessizliğini ekliyor. Bakıldıkça görülmeyen renkleri, özlemle hatırlandıkça başkalaşan renklere ekliyor. Sabırsızlığı ve yitirmiş olma duygusunun mağlubiyetini olan ve senin olan iki hal aracılığıyla tarif etmeye çalışıyor: Kalp ve yaşam. Aşıkken başka, atarken başka olan insanın kalbine açılan anlamları Çekirdek Aile bölümünde sağ ucu yırtılmış, eski bir fotoğrafın yüzünde, içindeki acıyı seyretmesinden korktuğu anneye, hapishanedeki babayı dalları boyunca aradığı ağaçlara ve dünyaya henüz gelmemiş bir bebeğin dondurulmuş sevincine ekliyor. Sevgi Can Yağcı Aksel, her öyküsünde okurun kapısına bıraktığı notu düşlemekten vazgeçmeyenlerin, hırpalanmaktan korkmayanların, yalnızlığı gerçekten sevebildikleriyle kalabalıklaştırılan hikâyelerine iliştiriyor. Son sözü söyleyen yine ölümle hayatı kitabın başında karşılaştıran ay ve ay ışığı oluyor. Bu kez Ay Tutar Seni diyor yazar. Ay yolculuğuna tanıklık eden ve kitap boyunca gerek varlığıyla gerek yürürken bıraktığı izle hayatın döngüsünü anımsatan salyangoz, okuru şartlardan sebep bir gün kabuksuz kalsa da yaşam denen kavuşma ânına çağırıyor. Yaşayabilmek için. Dayanabilmek için. Tekrar ve tekrar devam edebilmek için.

“En büyük aşkı salyangozlar yaşar. En uzun haz onlara bahşedilmiştir. Mevsimler boyu sevişebilirler. Aşk uğruna bedenlerini akıtarak yol olurlar kendilerine. Sürtüne sürtüne varlıklarından izler bırakırlar. Bedeni sudan ibaret, donarak ya da kavrularak ölmenin kaçınılmazlığını bildiği halde yollara düşen bir canlı için yaşamak aşktır ve gerçek aşk daima acıyı hatırlatır.”

Funda Dörtkaş – edebiyathaber.net (19 Eylül 2018)

Paylaş:

Yorum yapın