Romana eleştirel yaklaşım biçimleri üstüne notlar

Mayıs 22, 2012

Romana eleştirel yaklaşım biçimleri üstüne notlar

Aşağıdaki notlar, bir romana (kuşkusuz büyük tüketim romanına değil de yazınsal nitelikli romana) hangi açılardan, hangi yöntemlerle yaklaşıldığını, bu tür romanların hangi düzlemlerde yorumlandığını, romanın kurgulanması ve düzenlenmesiyle ilgili olarak ortaya atılmış kavramların ne tür işlevler üstlendiğini ve de romana yönelik eleştirel bakış ile romana ilişkin kuramsal aygıtın nasıl eklemlendiğini, yaptığımız araştırmalara, yayımladığımız eleştirilere dayanarak yeniden-sorgulamayı deneyeceğiz.

Yaşamöyküsel eleştirinin romana yaklaşımı

Bir yazarın yaşamı ve yapıtıyla ilgili çok sayıda bilgi olması (sözgelimi Balzac ve Proust için böyle bir durum söz konusudur), yaşamöyküsüne dayalı roman eleştirisini pek de kolaylaştırmaz doğrusu. Gerçekten de romancının toplum içindeki Ben’i ile yapıtlarındaki anlatıcının Ben’i arasında benzerlikler bulunduğu kimi araştırmacılar ve yazın tarihçileri tarafından ileri sürülmüşse, o zaman yaşamöyküsel eleştirinin romancı-anlatıcı-kahraman arası yoğun ilişkileri daha yakından, daha ayrıntıya inerek gözlemlemesi, sorgulaması gerekecektir. Sürdürülecek çalışma hem metin-dışı (roman-dışı) hem de metin-içi (roman-içi) olduğundan ayrıca uzun bir zaman dilimine yayılacaktır. Bir yandan romancının toplumsal yaşamıyla ilgili belgelerin taranması, öte yandan da romanlardaki anlatıcıların ve/ya da kahramanların ayırıcı niteliklerinin belirlenmesi, zorlu ama aynı ölçüde de büyülü bir arayış olacaktır kuşkusuz.

İşin asıl ilgi çekici, o ölçüde de sorun yaratacak aşamasıysa, doğrudan doğruya romancının kendisinin yukarıda sözünü ettiğimiz benzerliği (romancı ile anlatıcı arasında bulunduğu ileri sürülen yakınlığı), konuşmalarında, söyleşilerinde hem “beslemek”ten hoşlanıyor olması, hem de böyle bir yakınlığın varlığına karşı çıkıyor olmasıdır. Romancının, kendisi ile yapıtındaki anlatıcıya ilişkin olarak sürdüreceği bu “ikili oyun” kuşkusuz okurların (daha çok da naif okurların) ilgisini artıracak, bu ilgi arttıkça, romancı da “ikili oyun”unu sürdürecektir. Romancının kışkırtması, okurların merakını körükledikçe, araştırmacı-eleştirmen de yaşamöyküsel eleştirisini bir an önce kaleme alıp yayımlama gereksinmesi duyacaktır.

Böyle bir yaklaşımda, yazarın yaşamıyla ilgili bilgilere romanı açıklamak için, romanın düzenlenişine ilişkin saptamalaraysa, yazarın kişiliğini yansıtmak için başvurulur. Anlayacağınız, roman metni kendisi için ele alınmadığı gibi, yazarın yaşamöyküsü de roman metnini “açıklamak” için (yorumlamak için değil) “bahane” olarak kullanılır. Bir yanda romanın başka bir amaçla okunması (yazarın kimliğini çözebilmek için), öte yanda da romanın, kendisi dışındakiyle “açıklanması” (yazarı inceleyip romanı açıklamak) söz konusudur. Oysa tam bu aşamada bir romancının şu sözlerini anımsamak gerekir: “Bir kitap, alışkanlıklarımızda, toplumsal yaşamda, kusurlarımızda ortaya koyduğumuz Ben’den farklı bir Ben’in ürünüdür.” (Proust 1954: 157).

Bu sözler, bir romanın ancak kendi kendisiyle açıklanabileceğinin göstergesidir. Ancak, böyle bir saptama, Proust’un ve romanlarının incelenmesi söz konusu olduğunda, yaşamöyküsel eleştiri için engelleyici değil, daha da kışkırtıcı olmuş, Proust’un, Sainte-Beuve’ün eleştirel yaklaşımını eleştirmek için yaptığı bu açıklama, yukarıda da belirttiğimiz gibi, merakın ters tepkiyle daha da artmasına yol açmıştır. Çünkü ne de olsa, yaşamöyküsel eleştirinin temel ilkesi, roman ile yaratıcı-insan arasındaki neden-sonuç ilişkisidir;

Proust’un bu sözleri, kendi kişiliğine ve kendi romanına yönelik olarak algılandığında, bir gerçeği gizlemek amacıyla söylenmiş sözler olarak da yorumlanabilmiştir!

Yaşamöyküsel eleştirinin romancı (yazar) ile anlatıcı arasındaki benzerlikleri saptayabilmek konusunda yapacağı araştırmalardan biri de, yazarın mektuplarına yönelik olacaktır. Ancak bu tür bir eleştirel araştırmanın dayanacağı son nokta, romanın elyazması müsveddeleridir. Eksiksiz, kesin bir yaşamöyküsel eleştiri yapılacaksa ve anlatıcılar ile romancı arasındaki yakınlıkları artırmak ya da eksiltmek, doğrulamak ya da yok saymak isteniyorsa, o zaman, romanın kaynağına inmek, oluşum sürecini gösteren müsveddeleri incelemek, romancının müsveddelerin değişik aşamalarından yayın aşamasına dek var olan dönüştürmelerini (özellikle kişi adlarıyla, kişilerin cinsiyetleriyle, bakış açılarıyla ilgili dönüştürmeler) gözlemlemek gerekir. (Müsveddelerin eleştiri amacıyla laboratuvar çalışmasından geçirilmesi, yayımlanması, bir başka eleştirel yaklaşımın, oluşsal ya da genetik eleştiri nin ilgi alanına girer.)

Ama şöyle bir sakınca da hep varlığını sürdürecektir: Romancının toplumsal yaşamına ilişkin gerçek olguları romanlarının kurmaca yapısıyla karıştırmaya, bunları özdeş kılma yollarını aramaya başladığımızda, ya da bir başka deyişle, romanlardaki anlatı kişilerinin gerisinde gerçek yaşam kişilerini bulmaya çalıştığımızda 1 , romanı roman yapan olayörgüsü nün düzenleniş biçimini (romanın anlatım ve içerik düzlemlerindeki örgüsünü ya da kurgulanışını) neredeyse bütünüyle dışlamış oluruz.

Romancının yaşamöyküsünden romanın yaşamöyküsüne
Yukarıda sözünü ettiğimiz çalışmalar, romancının yaşamöyküsünü temel alan ve daha çok bu yolla romanlara bakan araştırmalar olarak görülür. Ama bir de yazarın değil de doğrudan doğruya yapıtın yaşamöyküsüne (oluşum sürecine) ağırlık veren roman eleştirisi vardır: Yukarıda adını geçirdiğimiz oluşsal (ya da genetik eleştiri ) diye adlandırılan yaklaşımdır bu. Ancak, oluşsal eleştirinin romanın yaşamöyküsüne bakabilmesi, romancının romanlarını var ediş serüveninin labirentlerini ya yaşarken okurlarına sunmuş ya da ölümünden sonrasına, korunmuş biçimiyle bırakmış olmasına bağlıdır. Bir romanın değişik oluşum aşamalarına ilişkin eldeki belgeler zamansal gelişim süreci dikkate alınarak düzenlendiğinde ortaya çıkan bütün, yayımlanmış olarak piyasada bulunan roman metninin ön-metni olarak adlandırılır. Ön-metnin hazırlanmasıyla birlikte, büyük gizemli bir alanın (romanın oluşum serüveninin alanıdır bu) okuma geçitleri açılır. “Usta bir [romancının] bir yapıtına ilişkin taslaklarını, planlarını, not defterlerini, metin seyir defterlerini (yaratma ve yazma sürecinin güncesi), müsveddelerin değişik kopyalarını, karalamaları, eklemeleri, silmeleri, baskı provalarını, provalardaki düzeltmeleri tarihleyerek” [Rifat 2004 b: 7] hazırlanan ön-metin, “yayımlanmış son biçimiyle tanıdığımız bir [roman] metninin doğuşunu, oluşumunu, geçirdiği dönüşümleri bize gösterecek ve [roman] metni, ön-metnin desteğiyle, ön-metnin önsel denetimiyle yepyeni anlamlar kazanacaktır.” [ ay.y .: 8]
“Ön-metin bize [romancının] hangi çekirdek yapıyla üretime koyulduğunu, yazma süreci içinde hangi aşamada neleri atıp, neleri silip neleri eklediğini, neleri karalayıp ne ölçüde değişikliğe gittiğini, müsveddelerde bilinçaltının etkisiyle hangi dil sürçmelerini yaptığını ve sonradan bunları nasıl yok ettiğini, [fantasmalarını], vb. gösterecektir.
Ön-metin bize ayrıca, bir [romancının] son biçimini verdiği metne, yayın aşamasında editörlerce nasıl ve ne ölçüde müdahale edildiğini, hangi nedenlerle hangi bölümlerin çıkartıldığını görme olanağını da verecektir.” [ ay.y .: 8]
Demek ki, ön-metnin ortaya çıkaracağı eklemelere, çıkartmalara, uzatmalara, yinelemelere, dönüştürmelere, sansür etmelere, vb’ne bakarak bir roman metninin tamamlanmamışlık ‘tan tamamlanmışlık ‘a uzanan oluşum çizgisini (yaşamöyküsünü) izleyebiliriz 2 . Ön-metin ile yayımlanmış son metnin karşılaştırılması sonucunda da şu iki açı daha belirginlik kazanır: l) Bir yandan romancının kendi kendini okurken, neleri yineleyip neleri eklediği ya da çıkarttığı, kendi metnini kendisinin nasıl alımlayıp dönüştürdüğü saptanır (romancının kendi kendisinin okuru olduğu aşamanın bu kez bir eleştirmen-okur tarafından yorumlanması evresidir bu); 2) Öte yandan romancının, okuduğu başka yazarlardan neler aktardığını, nasıl aktardığını, hangi aşamada aktardığını, almış olduğu notlara, yaptığı eklemelere dayanarak görebiliriz ( metinlerarası ilişkiler in, bu kez örnek-okur kimliğiyle ortaya çıkan eleştirmenler tarafından, ön-metnin aracılığıyla, daha kesin bir biçimde saptanması evresidir bu).
Romancının kendi metnini okuması ve onun üzerinde “oynaması” demek, hem roman-içi dünya görüşünü hem de roman kurma anlayışını aşama aşama dokuması demektir (iyi hazırlanmış bir ön-metin, bu “dokuma süreci”ni okurların “gözleri önüne” taşımış olacaktır). Böylece romanın ilk eleştirmeninin, doğrudan doğruya romancının kendisi olduğu ortaya çıkarken, roman metnindeki özgün-olan ile aktarılan arasındaki ilişkilerin gözlemlenmesiyle de roman-içi evren, anlam sınırlarını genişletir. Bu da bizi, doğrudan doğruya aşağıdaki etkinlik alanına yönlendirecektir.
Metinlerarası ilişkilerin yorumlanması açısından roman
Roman başka metinlerle (çağdaşı olan ya da geçmişteki metinlerle) en üst düzeyde ilişkiye giren, onları kendi yapısına taşıyan bir alıntılar dokusu olarak da tanımlanmakta [Bahtin, Kristeva], bu açıdan yazarlar, yapıtlarının her boyutuyla “tek efendisi”, “tek sahibi” olarak görülmemektedirler. Özellikle romana yönelik eleştirel bakışta, kendine özgü bir anlatımın, özgün bir yazınsal buluşun sahibi, yaratıcısı olarak benimsenen yazar üstünde odaklanma anlayışı giderek gücünü yitirmiş ve yerini, özellikle roman söz konusu olduğunda, alıntılar dokusu olan roman metnindeki çokseslilik almıştır.
Kendisi de metinsel bir bütün olarak kabul edilen toplumun (daha doğrusu kültürün) ürettiği metinleri alıntılama, ve bunları olayörgüleştirme (Ricœur ) süreci içinde yeniden düzenleme işlemine bağlı olarak kurulur metinlerarası ilişkiler (ya da metinlerarasılık). Demek ki soruna özellikle roman metninin eleştirisi açısından bakıldığında, iki temel ilişkinin çözümlenmesi ve yorumlanması söz konusu olacaktır: metin-içi ilişkiler ile metinlerarası ilişkiler.
Metin-içi ilişkiler in incelenmesi, romanın hazırlanışıyla ortaya çıkan düzeni/düzensizliği, tutarlılığı/tutarsızlığı görmeyi, romanın işleyiş sesi ni (“Metnin Sesi”ni) 3 “duymayı”, “hissetmeyi” sağlayacaktır.
Metinlerarası ilişkilerin incelenmesi de, romanın anlamsal evreninin ufkunu, başka metinlere (kültürlere) açılış ufkunu, örnek-okurlar ın (Eco) ya da üst-okurlar ın
(Riffaterre) alımlayış yeteneğine göre belirleyecektir. 4
Gerçekten de hem metin-içi ilişkileri değerlendirebilmek, hem de metinlerarası ilişkileri yakalayabilmek, romanların “beklediği” okur tipinin (dolayısıyla da örnek eleştirmen tipinin) ortaya çıkmasıyla olanaklıdır. Çünkü hemen anımsatalım, bazı romanlar, en başta da Proust’un romanları, bir Fransız eleştirmeninin (S. Chaudier) 5 de belirttiği gibi, birer “kütüphane-yapıt” olarak okunmak zorundadır.
Ama şunu da hemen belirtmek gerekir ki, metinlerarası ilişkiler, alıntı türlerinin roman metni içinde konumlandırılışlarına bağlıdır 6 . Dolayısıyla, belirtik ya da örtük alıntıların, göndermelerin romanda geçirdikleri dönüşümleri de “görebilmek” gerekir. Bu da metin-içi ilişkilerin, gerek anlatım düzleminde ( anlatımın biçimi ), gerekse içerik düzleminde ( içeriğin biçimi ) değerlendirilmesiyle olanaklıdır. Böyle bir çaba, geniş olarak göstergebilimsel eleştiri nin (anlamın her düzlemde üretimi açısından), dar olarak da anlatıbilimsel eleştiri nin (özellikle anlatının düzenlenişi bakımından) etkinlik alanına girer.
Göstergebilimsel eleştiri (geniş çerçeve) ile anlatıbilimsel eleştiri (dar çerçeve) 
Bir anlamlı bütünün (sözgelimi bir romanın), düşünce boyutundaki soyut çekirdek yapıdan (anlamın temel dayanağı) hareket edip çeşitli düzeylerde (anlatının kurulması, söylemin belirlenmesi, dilsel kullanımın belirmesi, metinselleşme) dönüşümler geçirdikten sonra okurların elindeki son dilsel aşamaya ulaşması sürecini inceleyen, bunları terim yerindeyse yeniden-yaşamaya çalışan etkinlik alanıdır göstergebilim . Demek ki konumuz açısından, bir romanın hem anlatım hem de içerik düzlemlerindeki üretiliş sürecini belirlemek söz konusudur. Bir bakıma, roman metnine (varsa ön-metnine) bakarak, bir üst aşamada, romanın kuramsal olarak yeniden-üretilmesine çalışılacaktır. Ya da daha yalın olarak şöyle de diyebiliriz: Göstergebilimsel eleştiri romanda hem anlatımın düzenlenişini, hem de içeriğin düzenlenişi araştıracak ve ortaya çıkardığı üretiliş süreçlerini birbirine eklemleyecektir. Böyle olunca, göstergebilimsel eleştirinin geniş çerçeveli ilgi alanı içine doğal olarak şu çalışmalar girer: Roman metninin yüzeyinden derinine doğru bir çözümleme çizgisi izleyerek belirtecek olursak, ön sırada, roman dilinin incelenmesi yer alır. Bu aşamada çağdaş dilbilim in çeşitli dallarındaki verilerden yararlanılır: Sözgelimi, romandaki tümce yapılarının (sözdizimsel yapıların) düzeni; başvurulan dil farklılıkları (gündelik dil, seçkin dil, teklifsiz dil, argo, konuşma dili, vb.); sözcük dağarcığı; sözcüklerin kullanım sıklığı; tümceler ya da kesitler arası dilsel geçiş birimleri; vb. özellikler “yüzeydeki” dil aşamasında kalınarak araştırılabilir. Aynı düzeyle yakından bağlantılı olan ve yine çözümleme açısından, varsayımsal olarak dilsel düzeyin hemen “altında” yer alan katman ise, romandaki biçem (üslup) düzeyidir. Romancının yinelediği ve dolayısıyla okurun dikkatini çeken dilsel birimlerden, daha doğrusu “dilsel tikler”den, “dilsel sapmalar”dan (standart olandan sapmanın ölçütü de tartışmalıdır ya!) kalkarak bir bakıma romancının “tinsel köken”ine ulaşmayı amaçlayan araştırmalar (sözgelimi Spitzer’in araştırmaları) biçembilimsel incelemeler olarak adlandırılır: Uzun ya da kısa tümce kullanımının dilin yapısını zorlayarak romancının kendine özgü bir söylemi haline gelip gelmemiş olması; alaycı dilden yararlanma; abartmaların kullanılması; ahlak dersi veren bir anlatımın varlığı;iknâ etme tutkusunun dile yansıyış biçimi; sözcük oyunlarına sık sık başvurulması; söz sanatlarına (özellikle de eğretilemeye) verilen ağırlığın belirlenmesi; beylik deyişlerin dönüştürülme derecesi; atasözü-aforizma-özdeyiş kullanımındaki sıklık ve farklılık; eski dil/yeni dil karşıtlığı; metinde konuşanların birbirlerine göre dilsel konumları; sıfatların ve fiillerin özellikleri; tümceler arası geçiş birimlerinin sıklığı ve özellikleri; özel adların anlamları; renk adlarına tutkunluk; ayrıntıların adlandırılması tutkusu; ayraç içi bilgi verme; vb. teknikler romana ilişkin biçem araştırmaları arasında ilk sayılabilecekler.
Hemen belirtmekte yarar var: Roman metnini, özellikle Spitzer yaklaşımıyla biçemsel açıdan inceleyecek eleştirmen, yazar hakkında daha önce edinmiş olduğu bilgilerden kendini olabildiğince soyutlayıp yapıta bir sezgiyle girecek, ama bu sezgisinin geçerli olup olmadığını da metin içi gözlemleriyle, çıkarımlarıyla denetleyecektir. 7
Biçemsel araştırmaların eklemleneceği, roman metninin daha “derin”inindeki etkinliklerse, roman göstergebiliminin anlatıbilimsel çalışmalar bölümüne yerleştirilebilir. Anlatıbilimsel eleştiri içinde de şu araştırma alanlarını belirtebiliriz: Roman kurgusu, bir başka deyişle kesitler arası ilişkilerin düzenleniş biçimi (romanın kompozisyonu); romanda konuşanların saptanması: Birinci kişili (Ben’li) anlatımda anlatıcının aynı zamanda olayın kahramanı olması ya da yalnızca tanığı olması; üçüncü kişili (O’lu) anlatımın ayırıcı özelliği; Sen’li (ya da Siz’li) anlatımın roman tekniğine getirdiği yenilik; romancının metnin içine arada bir katılıp olayörgüsünün yorumlanışına yön vermesi; dolayısıyla romandaki bakış açılarının farklılıkları; zaman-uzam ilişkileri; anlatının hızı (bir sahnenin zamansal uzunluğu ile onu aktaran öykünün ya da anlatının uzunluğu arasındaki bağlantı); olayörgüleştirmede saatlerin zamanı ile yaşanılan insan zamanın dağılımı; iç monologlar; öykülemenin aşamaları; öyküleme içinde betimlemenin yeri; anlatıcı ile kendisine-anlatılan-kişi arasındaki iletişim; roman-içi okurların yaşamı; romancıyla özdeşleşen anlatıcı/ okurla özdeşleşen kendisine-anlatılan-kişi; vb. 8
Bu roman-içi değerlendirmeler bazı eleştirel yaklaşımlara göre yalnızca romanın “anlaşılması”nı sağlar. Romanın “açıklanması” ise ancak içinde yer aldığı, bir parçası olduğu daha büyük bağlam içine, yani toplumsal yapı içine oturtulmasıyla olanaklıdır. Bu tür bir eleştirel yaklaşım da bizi toplumbilimsel eleştiri ye götürür.
Romanın toplumbilimsel eleştirisi 
Bir romandaki anlatıcının toplumsallığın karşısında bireyselliğe önem vermesi ya da bireyin değil de bir grubun düşüncelerini ön palana çıkarması; romandaki anlatı boyutu içinde toplumun tarihinin bireylerin tarihiyle karşılaştırılması ve birinin öbürüne göre ağır basması; savaşlara karşı getirilen yorum; dinsel görüşlerin çatışması, ağırlıklarını duyurması ya da bastırılmaya çalışılmaları; resmi otoriteye körü körüne boyun eğen anlatı kişilerinin yanı sıra kurulu düzene karşı çıkanların görüş ve davranışları; burjuva dünyasının kültür alışkanlıkları; romandaki olayların geçtiği uzamların (meydan, ev, salon; ya da kapalı yerler/açık alanlar) özellikleri; vb. toplumbilimsel roman eleştirisinin ele aldığı sorunlar arasında yer alır. Bu eleştirel etkinlik alanı, önce roman metnini kendi yapısı içinde inceler, hemen yukarıda saydığımız özellikleri roman metni içinde “anlama”ya çalışır. Bunun ardındansa, romanı, içinde üretilmiş olduğu gerçeklikle (yani kendisini kuşatan toplumsal bağlamla) ilişkilendirerek “açıklar”. Anlama aşaması eleştirmenin kendini metin-dışı bilgilerden soyutlayarak, doğrudan doğruya roman metnini kavrama sürecidir. Açıklama aşamasındaysa, incelenen romanın yapısını kuşatan ve aşan bir yapıya daha başvurulur: Roman, “içinde doğduğu”, “bir parçası olduğu” toplumun ekonomik-siyasal-kültürel yapılarıyla ilişkilendirilir. “Bir roman toplumbiliminin ele alması gereken ilk sorun, roman biçimi ile bu roman biçiminin içinde geliştiği toplumsal ortamın yapısı arasındaki ilişkidir ” ve “roman biçimi, (…) piyasa için üretimin yarattığı bireyselci toplumdaki gündelik yaşamın yazınsal düzleme aktarılmasıdır.” (Goldmann 1964; bkz. M. Rifat 2004 c: 44-46.) 9
Bir romandaki anlatı kişilerinin söz ve davranışları toplumbilimsel eleştiriye konu olabildiği gibi, anlatı kişilerinin psikanalizi de roman eleştirisinin özellikle son yıllarda ağır basan etkinliği durumuna gelmiştir.
Psikanaliz ve Roman
Psikanalizin iyileştirici boyutunu değil de çözümleyici boyutunu ele alan bir eleştirmen roman metninin tasarlanmış, bilinçli yapıları altına istemsiz olarak yerleştiği varsayılan “düşünce çağrışımları”nı, “bilinçaltı içtepiler”i araştırma yoluna girebilir. Bir bakıma romandaki bilinçli dil ile bilinçaltı dilinin bir bireşimidir burada inceleme konusu yapılan. Ancak, roman metninden kalkılarak roman içindeki anlatıcıların bilinçaltı (bu arada fantasmaları) ortaya çıkartılırken, bunu doğrudan doğruya, yaşamöyküsüne de bakarak, yazarın bilinçaltına bağlamak gibi “hızlı bir yorum geçişi” de (anlatıcılardan yazara doğru) görülmektedir. Bu “hızlı yorum geçişi”, araya konacak araştırma evreleriyle olabildiğince yavaşlatılırsa kanımca daha sağlıklı bir ruhsal çözümleme gerçekleştirilebilir. Bir başka deyişle, toplumdaki yazar kimliğinin psikanalizi yerine üretim aşamasındaki romancının psikanalizi ve roman metnindeki anlatı kişilerinin (özellikle de anlatıcı ile kendisine-anlatılan-kişinin) psikanalizi; yazarın bilinçaltı yerine roman metninin bilinçaltının konması daha yerinde bir yaklaşım olacaktır. Psikanalizin önceden belirlediği şemaları romanda arayıp yazarın yaşamöyküsüyle denetlemek değil de roman metnini canlandıran, harekete geçiren “bilinçaltındaki arzu” yu gözlemlemek (yani böyle bir arzuyla metin içinde karşılaşmak, onu anlamak, “dinlemek”, işleyişini bulmak) söz konusudur artık. (Jean-Bellemin
Noël’in çalışmaları “metnin psikanalizi”ne [Fr. textanalyse ] örnek gösterilebilir.)
Bu arada yine Proust’a ilişkin bir başka tür çalışmadan da söz edebilirim: Yazarı, kendi içinde taşıdığı temel kitabın çevirmeni olarak gören Proust’un gerçek ve kurmaca dünyası (hem toplumsal Ben’iyle hem de romanlarında yarattığı kurmaca Ben’iyle) psikanalizden yararlanan eleştirel yaklaşım için bir hazine olmuştur.
Proust’un defterlerinin, mektuplarının okunması sonucunda, yaşanmış olanın, gerçek olanın, yaşamöyküsel olanın romanın yaşamıyla ne ölçüde ilgili olduğu ortaya çıkarken, gerçek toplumsal Ben’in kurmaca Ben’e nasıl ve ne ölçüde dönüştürüldüğü de görülmüştür. Böylece bir yanda toplumsal kimliğiyle ortaya çıkan yazarın bilinçaltı, öte yanda üretim aşamasındaki romancının bilinçaltı, ve bunların karşısında roman metninin bilinçaltı arasındaki ilişkiler daha ayrıntılı bir biçimde ortaya konabilmiştir. 11
Öteki yöntemsel yaklaşımlar arasından
Romana daha çok içten ama gerektiğinde de dıştan bakan bu yaklaşımların yanı sıra, romanı başka birçok açıdan sorgulayan çalışmalar da yapılmıştır, yapılmaktadır kuşkusuz. Sözgelimi romanların arka planlarında yatan felsefi dünya görüşünün araştırılmasını felsefeciler (felsefeci eleştirmenler) üstlenirken, romanların o güne kadar yorumlanış biçimlerini yeni bakış açılarıyla alt üst ederler. Deleuze’ün Proust okumasını bu açıdan örnek gösterebilirim. 13
Öte yandan, romanların yazar-metin ilişkisi açısından değil de metin-okur ilişkisi açısından değerlendirildiği alımlama estetiği (Jauss, Iser) alanındaki araştırmalar da romanların anlamının okurların yorumlayış farklılıklarına göre, okuma edimine göre nasıl gerçekleştiğini göstermiştir. Romanın yorumlanması böylece, okur ağırlıklı bir çizgiye yönelmiştir: Yorumlamaların çoğulluğu üstünde durulmakta, okur ile roman arasındaki yorumlayıcı işbirliğinin sınırları belirlenmeye çalışılmaktadır.
XIX. yüzyılda başlayan ve günümüze kadar gelen bir başka araştırma alanı da, romanın tür olarak özelliklerinin gözlemlenmesi, öbür türlerle benzerliklerinin, ayrılıklarının sınıflandırılması, alt türlerinin belirlenmesidir (Schlegel, Hegel, Lukács).
Romanın kullandığı izlekleri (temaları) belirleyerek sürdürülen ve izleksel eleştiri (tematik eleştiri) diye adlandırılan çalışmalar da 1960’lı ve 1970’li yılların moda araştırması olarak dikkati çekmiştir; bugün de, aynı yoğunlukta olmamakla birlikte sürdürülmektedir.
Bu arada varoluşsal psikanaliz diye adlandırılan ve Sartre’ın metinleriyle kendini duyuran eleştirel etkinlik alanını da belirtmek gerekir. 11
Romanı tanıtan yazıların eleştirel işlevi
Üstünde durulması gereken bir başka etkinlik alanı da geniş kitlelere yönelik, basında çıkan “roman tanıtma yazıları”dır. Yöntemli eleştirel yaklaşımların dışında, kendi eleştirel alanını yaratmış, temel işlevi okurla yapıt arasında ilk bağı kurmak olan bir yazı türü söz konusudur burada. Tüketim romanlarıyla yazınsal nitelikli romanların genellikle ayrım yapılmadan birlikte ele alındığı bu tür yazılar, hızlı tüketilme durumuyla karşılaştıkları için, yazın dünyası tarafından pek değerlendirilmeye alınmamakta, aralarında “eleştirel deneme” ya da “eleştirel inceleme” niteliği taşıyanları da, kitaplaşmadıkları sürece, unutulup gitmektedir. Ama şu da bir gerçektir ki, gerek bizde, gerekse yabancı ülkelerde, “tanıtma yazıları”nın çoğu, salt konu özeti yaptıkları, her yazar ve hatta her roman için geçerli olabilecek beylik değinmelerle, sırıtan övgülerle ve ahkâm kesmelerle kaplı oldukları ölçüde, ne eleştiri müzesi ne konmayı ne de eleştiri mezarlığı na kaldırılmayı hak etmişlerdir. Gittikleri yer galiba doğrudan doğruya eleştiri çöplüğü olmuştur! Herkesçe bilinen ama nedense açıkça pek dile getirilmeyen bir durum değil midir bu?

Kaynakça

BARTHES, R.

1985 L’aventure sémiologique . Paris : Seuil. (Türkçe çevirisi. Göstergebilimsel Serüven , İstanbul, YKY, 2005, 5. baskı; çeviren: M. Rifat-S. Rifat.)

2003 La préparation du roman I et II . Paris : Seuil.

BELLEMIN-NOËL

1988 Interlignes. Essais de textanalyse . Lyon : P.U.L.

BOUILLAGUET, A. ve B. G. ROGERS (yönetiminde)

2004 Dictionnaire Marcel Proust . Paris : Honoré Champion.

DELCROIX, M. ve F. HALLYN

Introduction aux études littéraires. Méthodes du texte . Paris– Gembloux: Duculot.

ECO, U.

1977 Lector in fabula ou la coopération interprétative dans les textes narratifs(Fransızca çeviri). Paris : Grasset.

FAYOLLE, R.

1978 La critique . Paris : Armand Colin.

GENETTE, G.

Figures III . Paris : Seuil.

Palimpsestes . Paris : Seuil.

GENGEMBRE, G.

Les grands courants de la critique littéraire . Paris : Seuil.

GOLDMANN, L.

1955 Le Dieu caché . Paris : Gallimard.

1964 Pour une sociologie du roman . Paris : Gallimard.

GREIMAS, A. J.

Maupassant. Paris : Seuil.

GUIRAUD, P.

1967 La stylistique . Paris . P:U.F.

ISER, W.

1985 L’acte de lecture, théorie de l’effet esthétique . Paris : Pierre Mardaga.

JAUSS, H.R.

1978 Pour une esthétique de la réception (Fransızca çeviri). Paris : Gallimard.

KRISTEVA, J.

1968 Séméiotiké. Recherches pour une sémanalyse . Paris : Seuil.

LUKÁCS, G.

1963 La théorie du roman (Fransızca çeviri). Paris : Denoël-Gonthier.

MAURON, Ch.

1963 Des métaphores obsédantes au mythe personnel. Introduction à la psychocritique . Paris : José Corti.

PHILIPPE, G.

1997 Le roman. Des théories aux analyses . Paris : Seuil.

PROUST, M.,

1954 Contre Sainte– Beuve . Paris : Gallimard.

RAIMOND, M.

2000 (1987 ) Le roman . Paris : Armand Colin.

RICŒUR, P.

Temps et récit . Paris : Seuil.

RİFAT, M.

1978 Roman Kurgusu ve Yapısal Çözümleme: Michel Butor’un Değişim’i . İstanbul: İ.Ü. Y.D.Y.O. Yay.

1986 (1982 ) Genel Göstergebilim Sorunları. Kuram ve Uygulama. İstanbul: Sözce Yay.

1993 Homo Semioticus . İstanbul: YKY (gözden geçirilmiş 4. baskı, İstanbul, Om Yay., 2001).

2002 a “Orhan Pamuk I: Benim Adım Kırmızı ‘yı Kim Anlatıyor Kim Okuyor”,Gösterge Eleştirisi (M. Rifat). İstanbul: Tavanarası Yay., s.160-174.

2002 b “Orhan Pamuk II: Kar ‘ı Okurken Notlar: l. Romanın Kuramsal Sorunları; 2. Kar Okuruna Çözmeceler”, Gösterge Eleştirisi (M. Rifat). İstanbul: Tavanarası Yay., s. 175-191.

2004 a “ ‘Bir Selim İleri Kollokyumu’ İçin Öneriler”, E , Temmuz 2004, s. 38-39.

2004 b “Eleştirel Bakış Açıları”, Eleştirel Bakış Açıları (haz. M. Rifat). İstanbul: Dünya Kitapları, s. 7-18.

2004 c “Yaklaşımlarıyla Eleştiri Kuramcıları”, Eleştirel Bakış Açıları (haz. M. Rifat). İstanbul: Dünya Kitapları, s. 19-106.

2004-2005 “Bir Roman Yaratmak: Proust Örneği”, Varlık , Aralık 2004 ve Ocak 2005.

2005 (1998) XX. Yüzyılda Dilbilim ve Göstergebilim Kuramları (2 cilt). İstanbul: YKY.

RIFFATERRE, M.

1971 Essais de stylistique structurale . Paris : Flammarion.

1979 La production du texte . Paris : Seuil.

SPITZER, L.

1971 Études de style . Paris : Gallimard.

TADIÉ, J.-Y.

1987 La critique littéraire au XXe siècle . Paris : Belfond.

TODOROV, T.

1965 Théorie de la littérature. Textes des formalistes russes . Paris : Seuil. (Türkçe çevirisi: Yazın Kuramı , İstanbul, YKY, 2005, 2. baskı; çeviren: M. Rifat-S. Rifat.)

Mikhaïl Bakhtine, le principe dialogique , suivi de Écrits du cercle de Bakhtine . Paris : Seuil.

Critique de la critique . Paris : Seuil.

Notlar

1 Anlatı kişilerinin gerçeğe benzerliği/benzemezliği konusunda Marcel Proust’la ilgili şu gözlemlerde bulunmuştum birkaç yıl önce: “Marcel Proust’un kişilerinin kökeninde gerçek yaşamdan, dünya-içi yaşamdan (Proust’un yaşadığı seçkinler çevresinden) alınmış birçok model bulabiliriz. Proust’un, kişilerini oluştururken, gerçek kişilerden esinlendiği Proust tarihçileri, eleştirmenleri tarafından ortaya konmuştur. Ama Proust’un kişileri de sonuçta dilsel yaratıklardır ve Proust gerçek modellerini (bir anlatı kişisi için birkaç gerçek yaşam kişisi söz konusu olabilmektedir) dönüşüme uğratmış, kendine özgü bir özel adlar dizgesi kurmuştur. Hatta anlatı kişilerini bazen gerçek yaşamda çağrıştırdığı söylenen, kalkış modellerine göre öylesine değişikliğe uğratmıştır ki, anlatı kişilerinin bir ya da birkaç özelliğiyle çağrıştırabilecekleri modelleriyle aslında pek bir ilgileri (benzerlikleri) kalmamıştır. (M. Rifat 2002 b: 182-183)

2 Selim İleri’nin Yarın Yapayalnız (2004) adlı romanıyla ilgili olarak yaptığı bir açıklama, ön-metin kavramının önemi açısından dikkatimi çekmiş ve bu konuda şöyle demiştim: “Okurun karşısına, metnin son biçiminde Handan Sarp olarak çıkan kahramanın geçirmiş olduğu dönüşümü tam olarak kavrayabilmek için romanın ön-metninin de yayımlanmış olması ya da Selim İleri’nin bu romanın günlüğünü yayımlamış olması gerekiyor. Selim İleri, kendisiyle yapılan söyleşilerde, kahramanını başlangıçta elli yaşlarında bir erkek, sonra bir tiyatro aktrisi, ardından da ‘görkemi çoğalsın’ diye opera sanatçısı (soprano) olarak tasarladığını belirtiyor. O zaman kollokyumun son oturumunda Selim İleri’ye yöneltilecek sorulara bu konuya ilişkin soruyu da katmak gerekecek: Yarın Yapayalnız ‘daki S İ’nin [metindeki anlatıcı yazarın kısaltması] yaratma serüvenini okuduk, bu kez Selim İleri’nin romanına ilişkin seyir defterini okumak istiyoruz gibi ‘kışkırtıcı’ bir istek sorusu olabilir bu!” (M.Rifat 2004 a: 39).

3 Metnin Sesi, şu anda okumakta olduğunuz yazının da içinde yer aldığı, yayımlanacak yeni kitabımızın adıdır.

4 Örnek-okur kavramı için ayrıca bkz. Kaynakça’da belirtilen, Orhan Pamuk’un iki romanıyla ( Benim Adım Kırmızı ve Kar ) ilgili yazılarımız.

5 Bkz. Bouillaguet ve Rogers 2004: 263.

6 Metinlerarası ilişkilerin bütün türleri için bkz. Genette 1982. (G. Genette’in sınıflandırmasıyla ilgili açıklama için de bkz. M. Rifat 2005 [1998].)

7 Spitzer’in yöntemi için bkz. M. Rifat 2004 c: 83-85.

8 Burada ana çizgileriyle değindiğimiz göstergebilim ve anlatıbilim A.J.Greimas (ve Paris Göstergebilim Okulu), R. Rarthes ve G. Genette tarafından geliştirilmiştir.

9 Burada sözünü ettiğimiz yaklaşım biçimi L. Goldmann tarafından önerilmiştir. Toplumbilimsel eleştirinin bizce önde gelen öteki iki temsilcisiyse M. Bahtin ile G.Lukács’tır.

10 Ruhsal eleştiri (Fr. psychocritique ) adıyla bilinen ve özellikle 1960’ların başında etkisini duyaran araştırma alanını da bu arada özellikle belirtmek gerekir: “Saplantılı eğretilemeler”den “kişisel mit”e ulaşmaya çalışan bu yöntem için bkz. Kaynakça’da Mauron 1963. (Ch. Mauron’un yöntemiyle ilgili olarak ayrıca bkz. M.Rifat 2004 c: 63-65). Bu arada Türkçe’de 2004 yılında yayımlanan ve ruhçözümsel eleştiri alanına giren üç çalışmayı da belirtmeden geçemeyeceğim: Psikanalitik Edebiyat Kuramı (2004, Oğuz Cebeci); Kör Ayna, Kayıp Şark: Edebiyat ve Endişe (2004, Nurdan Gürbilek); Boşluğa Açılan Kapı: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yapıtlarına Psikanalitik Duyarlıklı Bir Bakış (2004, Halûk Sunat).

11 G. Deleuze, Marcel Proust et les signes , 1964; genişletilmiş baskı Proust et les signes , 1970, Paris , P.U.F. (Türkçe çevirisi: Proust ve Göstergeler , İstanbul, Kabalcı Yay., 2004; çeviren: A.Meral).

12 “Romana Eleştirel Yaklaşım Biçimleri” üstüne notlarımız yalnızca kendi ilgi alanımıza girmiş etkinlikleri, içinde yer aldığı kitapla (Metnin Sesi) bağlantılı olarak kapsıyor. Bu açıdan tümükapsayıcı olması beklenmemeli.

Mehmet Rifat 

Bu yazı ilk kez Kitap-lık dergisinin 87. sayısında yayımlanmıştır.

edebiyathaber.net (22 Mayıs 2012)

Paylaş:

Yorum yapın