Öykü: Taşan | Ecehan Biçen

Ocak 9, 2022

Öykü: Taşan | Ecehan Biçen

Tek bir göz yeter, diyordum. Varlığımı görecek, beni ete kemiğe bürüyecek tek bir göz.

O zamanlar bu metruk köşkte tek başına yaşayan bir periydim. Tozlu antikalar, yırtık kadifeler arasında. Örümcek ağlarından geçiyordum, göz yanılsaması kadar olsun kıpırdamıyorlardı. Hamam böceklerine basıyordum, duyargalarını bile oynatmadan geçip gidiyorlardı. Aynaya hohluyor, buğulanmış mı diye bakıyor, sadece karşı evdeki kadının yansımasını görüyordum. Ve onun evine gelen erkekleri.

Bazen soruyordum, nedir var olmak? Zamanında bir filozof düşünmek demiş. Ben sürekli düşünüyordum. Nereden geldiğimi, kim olduğumu, ne olacağımı… Hissediyordum da. Akşam sokak lambaları yanıp tüm apartman dairelerinin ışığı yandı mı kasvet kaplıyordu içimi. Camlara yağmur vurunca hüzünleniyor, kadının evine iki üç erkek birlikte geldiğinde fesatlanıyordum. Görüyor, dokunuyor, koku ve tat alabiliyordum. Ama huzursuzdum, bunlar yetmiyordu. Görülmek, dokunulmak istiyordum. En azından bir kişi tarafından. 

Dileğim gerçekleşti. Yine aynanın başında kadını izlediğim bir akşam. Aşağı katta menteşelerin gıcırdadığını duydum. Ardından kocaman çatırtı ve binanın ahşabını sarsan gümleme.    Meraklanıp aşağı indim. Artık sevgilim olan adam orada duruyordu. Üzerinde paçavralar, şakağında tabanca. “Durun” diye bağırdım, durdu. Ben de durdum. Ağzım açıldı, kapandı, şahdamarım gümbürdedi. “Beni duyuyor musunuz” dedim. Yüzüme bakakaldı.

“Galiba görüyorsunuz da.”

“Tabii ki” dedi, “ne var bunda? Sağ gözüm çıkmış olabilir ama sol sapasağlam.”

Şimdi o sol gözü sürekli beni izliyor. Pencereden dışarı mı bakıyorum, aynanın karşısına mı geçmişim, acaba aklımdan ne geçiriyorum… Attığım her adımda yerinden sıçrıyor. Gittim mi, gidecek miyim, ne zaman gideceğim… Ağzını açıp tek kelime ettiği de yok. Böylesi daha sinir bozucu. İsyan edemiyorum. Şikayet edecek olsam başını öne eğiyor, söylemeye yeltendiğim sözleri hemen yutuyorum. Sonrası vicdan azabı, kaçan uykular, yatakta bir sağa bir sola dönerken sabahı etmeler.

Evet, beni o var etti. Onun sayesinde ete kemiğe büründüm, aynada kendimi görüp güzelliğimi fark ettim. Ama ben de onun ömrünü uzattım. Son anda durdurmasaydım, köşkümde yaşamasını kabul etmeseydim tetiği çekecekti. Bir saniyede kafası darmadağın, duvarlarda kan izleri. Beni görünce vazgeçti. Hayal edebileceğinin çok ötesinde bir aşka kavuştuğu için. Üzerinden on iki yıl geçti ve hâlâ yaşıyor. 

Böyle düşününce zihnimin karanlığında şeytanım tıslıyor. Duymamak için bulaşık yıkıyorum, eşyanın tozunu alıyorum, etrafı süpürüyorum. Eve sığabilen kadınlar ne yapıyorsa aynısını yapıyorum. Bir süre için işe yarıyor. Gerçekten de kendimi tezgahın batmasını dert ederken buluyorum. Veya yere düşen saç tellerine hayıflanıyorum. Yapacağım pastaların, böreklerin hayalini kuruyorum. Böyleyken her şey gayet yolunda. Ama bazen kulağıma bir şarkı çalınıyor, kendimi kalabalığın ortasında dans ederken düşlüyorum. Aynanın önünden geçerken yansımamı görüyorum. Gerçekten çok güzelim. Bunu hatırlayınca gözümde kıvılcımlar çakıyor. Karşı evdeki kadına farklı erkekler geliyor. Hepsi de gram tuvalet, boylu poslu, yüz hatları keskin tipler. Ben onları seyrederken sevgilim giriyor salona. Yüzünde çıban izleri, sakalı yarım yamalak, saçları ortadan dökülmüş. Yüzüm buruşuyor, hamamböceği gibi ezmek istiyorum. Neyim olduğunu soruyor. Midem mi bulanıyormuş, başım mı ağrıyormuş, benim için ne yapabilirmiş. “Hiç” diyorum, gözlerimi kaçırıyorum.

Ve yine o tıslama. “Onun sana şükretmesi gerek” diyor, “Sen evden kaçınca, onu yalnızlığıyla baş başa bırakınca yine intihara girişecek belki ama zaten ölecekti o. Sen onun ömrünü kısaltmayacaksın, aksine uzattın.” 

Sağ omzumdan gelen pamuksu sesi… 

“O bu köşke gelmeseydi… O seni görmeseydi… O seni sevmeseydi, güzelliğini övmeseydi… Nasıl böyle nankör olabilirsin. Nasıl böyle kaltak…”

…bastırıyorum. Aklım karşı evde, başparmağım dişlerimin arasında. Neredeyse kanatana kadar kemiriyorum. Oysa ellerim çok güzel. Bembeyaz ve narin. Sanki kalemle çizilmişler. O kadınınkileri uzaktan iyi seçemiyorum. Sadece bordo oje sürdüğünden eminim. Mor saten geceliğine çok yakışıyor. Ama aynısını ben giysem üzerimde katbekat çekici durur. Belim onunkinden ince, kalçalarım dolgun. Saçımın kızılı doğal. Onunkiler gibi boyadan yıpranmış değil. Tenim hâlâ bakire sıcağı. Yanaklarıma, dudaklarıma içimdeki hararetin yalazı vuruyor. Böyleyken sormadan edemiyorum. Niye bu adamla, sadece bu adamla, sadece bir adamla yetineyim? 

Başparmağım son ısırışımda feci acıyor.

***

“Sevgilim, unuttun mu, bugün tanışmamızın on üçüncü yıl dönümü.”

Yatağı güllerle donatmış. Onlarca kıpkırmızı gül. Yüzüne baktım. Gözünde yalvaran köpek ıslaklığı. İlk yıllarımızda olduğu gibi boynuna atlamamı, ona minnettar kalmamı bekliyor. Evvel zamanda kalmış bir masalı inatla sürdürme çabası.

“Canım, hepsi benim için mi? Gerçekten çok sevindim. Bir tanesin sen.”

Sesimdeki zorlamayı anlamazdan geliyor. Sarıldı, elim göğüs kafesinde. Öpüyor. Karşılık verirken boynum kaskatı, dilim neredeyse gırtlağıma kaçacak. Çiçekleri koklama bahanesiyle geri çekildim. Hepsinin taç yapraklarını tek tek okşuyorum. Yüzümde takılı bir hayranlık ifadesi. Aslında hiçbiri umurumda değil. Karşı evdeki kadın bunların âlâsını alıyor. Üstelik yanında pırlantalarla beraber. Yine de çaktırmamak için elimden geleni yapıyorum. 

Beni kucağına oturttu, sol eli saçımda geziniyor, sağ kolu belimi sımsıkı kavradı, gözleri gözlerimde. Yutkundu, bir şey söyleyecek oldu, vazgeçti, gülümsedi, “Yok” dedi, daha sıkı sarıldı.

“Yok yok, sen beni asla bırakmazsın. Öyle değil mi?”

Hayır diyemedim. O da bir daha sormadı. Üstünden dört gün geçti, ağzından tek kelime çıkmadı. Sigara üstüne sigara yakıyor. Ben de bulaşık üstüne bulaşık yıkıyorum. Büfede ne var ne yok, hepsini çıkardım. Kristal bardaklar, porselen tabaklar, gümüş çatal bıçak takımları… Maksat suyla oynamak. Ama artık fısıltılar çoğaldı. Değil akan musluk, gürüldeyen şelale bile onları susturamaz. Süngere deterjan dökerken elim titriyor. Dişlerimi sımsıkı kenetledim. Ağzımdan kaçacak sözleri ancak böyle engelleyebilirim.

Delireceğim. Az önce geldi yanıma, temizliğe yardım etmek istediğini söyledi. Beni yorgun görmeye dayanamıyormuş. “Ben de senin bu kadar iyi olmana dayanamıyorum” diye bağırmak istedim, yapamadım. Onun yerine elime kasap bıçağını aldım, tavuk göğsünün sinirlerini ayıklıyorum. Ellerim titrerken oldukça zor. Bazı yerlerini etle birlikte kesip atıyorum.

Özellikle yapıyor. Böylesine iyi olması kasıtlı. Hep aynı yerden vuruyor. Kendisi melek, kendisi aşık, kendisi sadakat timsali. Ben şeytan, ben sevmeyen, ben aklı fikri dışarıda. O yumuşadıkça benim fettanlığım, kaltaklığım belirginleşiyor, adi bir bok olduğumu hissediyorum. Nankörlüğüm için kendimi suçluyorum. 

Ama gerçek bu değil. Duygu sömürüsüne maruz kalıyorum. Aldanmamalıyım. Ben ona ne kadar borçluysam o da bana o kadar borçlu. Öde öde bitmedi mi şimdiye dek! Vicdan azabı çektirerek hapsediyor beni. Biliyor, en zayıf noktam bu. Ben onu tutmuyorum. Giderse gitsin. Hatta gitsin. Keşke gitse. Gidecek yeri yok ki. Ben artık ona muhtaç değilim, o bana muhtaç. Ömür boyu onun kimsesizliğini mi sırtlanacağım ben. Onun sayesinde kendimi buldum diye… O da benim sayemde hayatının tek mutlu yıllarını yaşadı işte. Fazlasını beklemesi onun bencilliği. Hiçbir şey sonsuza dek süzmez ki. Evet, yaptığı bencillik. Hep yanında kalayım istiyor. Fazla anlam yükledi bana. Çok fazla. Taşıyabileceğimin çok üstünde. Gitmek istiyorum. Gideceğim. Ne hali varsa görsün. İntihar mı eder, sürünür mü, ne yaparsa yapsın.

“Canım sevgilim, güzel perim, yine o narin elleriyle neler hazırlıyormuş bakayım? Ona kıyamam, bıraksın, ben yaparım ne yapılacaksa.”

Bıçak parmağımın ucunu kesti, çığlık attım. 

***

Vazgeçmiştim. İlk yıllarımıza dair anıları sandıktan çıkardığından beri. Beraber ilk fotoğrafımız, bana yazdığı şiirler, giydiğim ilk gerçek dünya kıyafetleri. O zamanın duygularını hatırlamıştım. İçim ısınmışken yine soğumasın diye sürekli eski şarkıları dinledim. Hiçbir şeyin değişmediğini kanıtlamak için tekrar tekrar dans ettik. Attığımız adımlar doğruydu ama ayaklarımız yerden kesilmedi. “Her şeyin aynı kalmasını beklemek bencilliktir” diye bağırdım, içimdeki fısıltıya. Geri çekildi. Ben evlere sığacak, uçuk pembe bir gülümsemeyle dansa devam ettim. Solmuş çiçeği diriltme çabaları. Olacak gibiydi. Ama şimdi pencerenin yanında akşam kahvemi içer ve karşı evi izlerken…

Kadın misafirini odada tek başına bıraktı. Herhalde banyoya girmiştir. Adam salonun ortasında sigara içiyor, arada şarabından alıyordu. Canı sıkılmış olacak, o da pencerenin yanına geldi. Sokağa bakındı, gökyüzüne, köşkün bahçesine ve karşıya. Beni gördü. Bana bakıyor. Hâlâ. Sigarasını söndürdü, yenisini yaktı. Gülümsedim. Karşılık verdi. Kirli sakalının arasında gamzeler. Yanaklarım kızardı. Ateş göğsümün çatalından bacaklarımın arasına kadar iniyor. 

Göz kırptı, güldüm. Öpücük yolladı. Dudaklarımdan kahkaha taştı. Gözlerimde kıvılcımlar. İşaret parmağıyla aşağıyı gösterdi. İner miyim, inmez miyim? 

İner miyim, inmez miyim?

İner miyim, inmez miyim?

İnmez miyim hiç? 

Karanlığımdaki yılan zaten hazırda bekliyordu, fırsatını bulunca şahlandı. Kafatasımda sadece onun tıslaması. Şu saatte kendi içimden çoğalıyorum. Gürül gürül. Tüm dünyaya yetecek kadar. Artık kesinlikle eve sığamam. Varlığım camları kırdı kıracak, tahtaları çatırdatıyor. Yerimden kalktım.

Ya şimdi ya hiç.

Ya şimdi ya hiç.

Ya şimdi ya hiç. 

İki elimin parmaklarını açtım. On dakikaya ineceğim. Başını salladı. Hemen aynanın başına geçtim. Göz kalemi, rimel ve ruj. Dudaklarım yüzüme kıpkırmızı yayılıyor. Allık sürmeyeceğim. Yanaklarımın ateşi gerçek. Hiçbir kadında göremeyeceği denli. 

Penye elbisemden kurtulmalıyım. Daha ışıltılı bir şeyler giyeceğim. Dolap yatak odasında, eski sevgilimin uyuduğu yerde. Merdiven önümde bulutlara erişir gibi uzanıyor. Gözlerimi kıstım.

Ya şimdi ya hiç.

Bunu tekrarlayarak çıkıyorum basamakları. En ufak yanlışında aşağı yuvarlanacağını bilen dağcının dikkatiyle, arkama bakmayarak.

Ya şimdi ya hiç. 

Soluğumu saldım, odaya geçtim. Sevgilim yorganına sımsıkı sarılmış, horluyor. Hemen mor elbisemi çıkardım. Simli olanı. Ve platform topuk, pembe ayakkabılarımı. Bunları niye aldığımı sormuştu. Evde niye böyle dolaşmak istediğimi. Susmuştum. Şimdi sorsa haykırırım. Bağıra çağıra artık kendimi kandıramayacağımı söylerim. Artık duvarlara katlanamayacağımı. “Orospu olacağım, orospu” derim, “var mı diyeceğin? Evet, peri padişahının eski kızı orospu olacak. Çünkü etimi seviyorum. Etimi hissetmek istiyorum. Şu köhne yerde ruh gibi yaşamaktan sıkıldım. Bu güzellikle kenarda tozlanmaktan sıkıldım. Anlıyor musun, sıkıldım. Sen de kabul et artık, masal bitti. Bitti! Gerçek dünyadayız, anlıyor musun, gerçek dünyada. Masal bitti!”

Naylon çorabı giydim, ayakkabılar elimde. Adamın horultusu kesildi. Parmak uçlarımda çıkıyorum odadan. Sabah uyanıp beni evde bulmayınca ne yapacağı umrumda değil. Onun vikleyen köpek gözleriyle karşılaşmayım, yeter. Sonrasını o düşünsün. Artık intihar mı eder, kendini alkole mi verir… Ben kendi hayatıma bakacağım. Dışarıda bir yakışıklının cayır cayır gözleri beni bekliyor. Ve daha pek çoğunun. Gideceğim. Kurtulacağım. Akacağım. Hayata, kalabalıklara. Gürül gürül. Dolu dizgin. Herkes bana bakacak. Herkes beni görecek. Beni izleyecek. Bana dokunmak isteyecekler. BEN, BEN, BEN! Yeter ki şu merdivenden ineyim. Yeter ki şu sokak kapısından çıkayım. Cart renkli bir hayat beni bekliyor. Yeter ki… Ya şimdi ya hiç. Sadece dört basamak kaldı. Sadece üç. Sadece iki.

“Sevgilim!”

Kalakaldım. Arkama bakamam. Bakmamalıyım. Biliyorum, bakarsam tuzdan heykele dönerim.

“Sevgilim, gideceğini biliyorum. Lütfen yüzünü son kez göreyim. Lütfen.”

***

Tek göz yeter sanmıştım. Varlığımı görecek, beni ete kemiğe bürüyecek tek bir göz. Öyle sanmıştım çünkü o zamanlar etin açlığını tanımıyordum. Şimdi, çekmeceyi açarken, tek kurşunun yetmesini diliyorum. Onun ne olup bittiğini anlamasına fırsat kalmadan alnının ortasına saplanacak tek bir kurşun. 

Tabancanın kabzasını kavradım. Terli avcumun içinde buz soğuğu. Elimin titremesi kesilsin diye gözlerimi kapadım, derin nefes aldım. Bunu yapabilirim. Her şey bir anda olup bitecek. Tetiğe basacağım, kurşun namludan çıkıp hedefini vuracak. Göz açıp kapayıncaya dek. Sadece kendimden şüpheye düşmemem gerekiyor. O yüzden bir an önce… 

Nefesimi tuttum. Merdivenleri başka türlü tırmanamam. Her basamakta kararımı değiştiriyorum. Kaltağın tekiyim ben, sokaktaki adamlar için kendisini seven adamı gözden çıkaran bir kaltak. Hayır, sadece özgürlüğüne susamış bir kadınım. Acaba dışarıdaki dünyayı, şehrin ışıklarını gözümde fazla mı büyütüyorum. Ama bir elmasım ben, kömür değil, karanlıkta için için yanamam, kalabalıklarda ışıldamalıyım. Nasıl bu kadar kötü ve bencil olabiliyorum, beni var eden adama karşı. Yok yok, bencil olsam basıp giderdim, o arkamdan üzülmesin diye elimi kana bulama cesaretini göstermedim. Aslında düpedüz hayır işliyorum. Zaten diken üstünde yaşıyordu.

Tahta gıcırdadı, boynum kaskatı. Yatak odasına kulak kesildim. Çıt yok. Nefesimi saldım. Saçımın dibinden şakağıma soğuk bir damla süzülüyor. Yine de devam edeceğim. Artık daha rahat ve kendimden eminim. Son üç basamak. Ya şimdi ya hiç. Son iki. Bugün yaptım yaptım, yoksa evden hiç çıkamam. Son. Yavaş hareket etmeliyim. Havada uçan tüy kadar yavaş. Varlığımı fark etmemeli. 

Kapının dibindeyim. Kafamda daha önce eşini benzerini tatmadığım bir sakinlik hali. Sanki buraya etrafı toplamak için gelmişim. İşaret parmağım tetikte. İçeri ilk adımımı attım.

“Sevgilim!”

Kahretsin! Uyanıkmış. Yatakta oturuyor, bana bakıyor, tabancayı fark etti, hemen elimi kaldırdım, tetiğe bastım, patlama, kurşun çıktı, döndü döndü döndü, saplandı, inleme, gözleri fal taşı, kafası geri düştü, gövdesi de, benim elim hâlâ havada, bakakaldım, ağzı açık, dudağı seğiriyor, gırtlağından çıkan hırıltılar, kan iki kaşının orta yerinden sızıyor, burnuna doğru, oradan sol gözünün pınarına ve yanağına.

Oldu işte. Üstelik tam istediğim gibi. İhanetime üzülmesine fırsat kalmadan. Bu kadar kolay olacağını bilseydim çok önceden… 

Neyse, artık rahat rahat hazırlanabilirim. Aynanın başına geçtim. Kulaklarımda tabancanın patlamasından arda kalan sessizlik, yüreğimde kuş hafifliği, yansımama bakıyorum. Gerçekten çok güzelim. Bu dünyadan olamayacak, ancak hayallerde tasarlanabilecek kadar. Sadece azıcık göz kalemi, rimel ve ruj. Yüzümde kıpkırmızı bir gülümseme. Eve sığması mümkün değil. 

Sinek vızıltıları. Baktım, cesedin başına üşüşmüşler. Üç tane. Yanlarına gittim, elimle kovaladım. Biliyorum, tekrar gelecekler ama son görev icabı. Belki içimi azıcık rahatlatmak için.

“Özür dilerim sevgilim, inan bana, böyle olsun istemezdim ama böylesi en hayırlısıydı.”

Yanağına dokundum. Soğumuş bile. Sol gözünden damlayan kanı işaret parmağımın ucuyla sildim. 

“Elimde değildi. Var olmak yeter sanmıştım. Yetmiyormuş. İnsan çoğalmak istiyormuş. Hele de göz kamaştırıcı güzellikteyse…”

Dudağının çatlaklarını öptüm. Yüzündeki çıban izlerini, beni ete kemiğe bürüyen sağ gözünü.

“Hoşçakal sevgilim. Her şey için teşekkür ederim. Hoşçakal.”

Dolaptan simli mor elbisemi çıkardım, bir çırpıda üstüme geçirdim, platform topuklarımı giydim. Kolumda çantam, üstümde fuşya trençkotum, kendimi duvarların dışına attım. Bahçe kapısının gıcırtısını son duyuşum. Dönüp de köşke bakmadım. Sadece kafamı kaldırıp karşı evin penceresine… 

Işığı yanıyor. Kim bilir, yine hangi misafiri gelecek. Gülümsedim. Artık içimde haset yok. Kadın onunla da vedalaştığımdan habersiz, geceye hazırlanıyordur. İstediği erkeği alsın. Ötede şehrin ışıkları. Onların arasında bana yetecek kadarı var zaten. Bar masalarında sigaralarını söndürüp yenisini yakıyor, ikinci kadehi deviriyorlardır şimdi. Geçen akşam yanına inemediğim adam oralardadır belki. Daha yüzlercesi de. Bin bir ihtimal denizi. İçim kıpır kıpır, yanaklarımda ıhlamur kokulu esinti, hepsini tek tek yaşamaya gidiyorum.

Ve hayır! Zerre pişmanlık duymuyorum. 

edebiyathaber.net (9 Ocak 2022)

Paylaş:

Yorum yapın