Öykü: İstila | Fatma Yavuz

Mart 31, 2022

Öykü: İstila | Fatma Yavuz

Islak kumları hissederken çıplak ayaklarımın altında, gözlerim hafif dalgalı denizin gökyüzüyle birleştiği noktadaydı. Dalgalar ayak bileklerimi birazcık aşıyor ve gittikçe de yükseliyordu. Ben, yeri göğü aynı anda kaplayan istilacı bir maviliğin büyüsüyle hipnotize olmuş bir vaziyette, bakışlarımı ayaklarıma çevirmekten bile acizdim. Metrelerce yüksekten büyük bir hızla yeryüzüne çakılırken açılmamış bir paraşütü taşır gibi taşıyordum kocamın söylediklerini sırtımda. Omuzlarıma değil zihnime yapışmışlardı. Oysa onlara tutunup büyük kararlar vermişliğim vardı benim. Böyle hızla şekil değiştirebileceklerini deneyimlemeden bilemedim. Oysa bilmeliydim. Bir şeyleri bilemiyor oluşun tedirginliği sarmıştı bedenimi. Bölük pörçüktü düşüncelerim. Korkmuyordum. Korkuyu yolda bir yerlerde düşürmüştüm sanki. Bir kafesin içinden dünyayı seyreden etkisiz bir köleydim. Kafes bedenimdi, kafamın içiydi. Benim dışımda biri daha vardı zihnimde. Bana sürekli komutlar veren, beni acımasızca eleştiren ve her şey için yalnızca beni suçlayan biri. Sonra dehşetle fark ettim ki benim dışımda herkes vardı düşüncelerimde. Mahalle bakkalından, yıllardan beri görüşmediğim çocukluk arkadaşıma kadar herkes. Ve hepsinin sesi birbirinden gürdü. Ben, tüm bu gürültünün, kargaşanın, saygısızlığın ve düzensizliğin altında ezilen ben, ne kadar da zavallıydım. Kapıları ardına kadar ne zaman açmıştım sahi? Ne zaman doldurmuştu bunca insan burayı? Kolayca giren herkes nasıl da yüzsüzce yerleşmişti böyle. Ruhum istilaya uğramıştı yıllar içinde. Tüm bu karmaşanın üzerinde, bir bulut gibi, sessizliğe olan özlemim belirdi.

Dalgaları dizlerimde hissettim önce. Sonra biraz daha yukarı yükseldi soğuk sular. O zaman fark ettim ki denize doğru adım adım yürüyorum. Buz gibi suyla tepeden tırnağa ürperdim. Açılan zihnim, ilk olarak, olduğum yerde kalmak komutunu verdi. Yüzme bilmiyordum zira. Ölmek de istemiyordum. Sahi ne istiyordum ben? Zihnimde şimşek gibi çakan bu sorunun ardından kocamın sesi yükseldi kalabalıktan!

“Ne istiyorsun be kadın?” Öfke doluydu. Sarsıldım. Evreni dolduran bu tok sesin ardından yolda yiten korkum dibimde bitiverdi. “Gitmek istiyorum!” dedim. Ürkek, cılız, kararsız bir sesle… Kendimden tiksinmem için yeterli bir nedendi. Eteklerimi toplayıp hızla karaya döndüm yönümü. Kafesin içinden dünyayı seyrederken istilacı kalabalık arkamda kalıyordu. Sadece dış dünyanın sesi bastırabiliyordu onların uğultularını. Keşke hepsini denize dökebilsem şuracıkta diye düşündüm ama onları oldukları yerden çıkarmanın yolunu bilmiyordum.

  Önce ıslak kumları, sonra kum bulaşmış çıplak tabanlarımın acısını hissettim, arabaların süratle ilerlediği asfalt yolu geçerken. Birkaç korna sesi, göğüs kafesimi ikiye bölüp geçtiler içimden. Hayli tanıdık, kısa süreli bir ızdırabın ardından yolun karşısındaki sokaklara daldım. Evimi arıyordum, evime gitmek istiyordum ama hangi sokak olduğunu çıkarmakta zorlandım biraz. Darmadağın saçlarım, ıslak eteklerim ve muhtemelen beni filmlerdeki o ürkütücü cadılara benzeten bulaşmış göz makyajımla aynaya bakmadan bile görebiliyordum kendimi. Konuşsam sesim o cadılar gibi titrek ve yaşlı çıkar kesin. Yokuşu tırmandığım anda hemen karşıma çıkan sarı yazılı siyah tabeladan anladım evime yaklaştığımı. Mahalle bakkalı, dükkânının kapısına dikilmiş “Manyak karı” diyor içinden. Beni küçümseyen bulaşık bakışlarından anlıyorum söylediği her şeyi. Her alış veriş yapışımda, sesinde sezdiğim o iğrenç ima kapısından metrelerce uzaklaşıncaya kadar çınlıyor kulaklarımda.  Tam ondan kurtulmanın rahatlığını hissedecekken içimde, bizim evin hemen karşısında oturan, yedi yirmi dört oturduğu yerden mahalleyi gözetleyip herkesin dedikodusunu yapan Keriman’ı seçiyorum uzaktan. Beni görür görmez büyük bir heyecanla pencereye abandığını bu mesafeden bile görebiliyorum. Kocasıyla olan saadetinden bahsedip nasıl övündüğünü hatırlıyorum birkaç hafta önce. Bir ev huzursuzsa kadının suçuydu değil mi ona göre. “Canın cehenneme” deyip apartmanın girişine yöneliyorum hızla. Bu kapıdan çıkıp kendimi sokağa attığım anın ve sahilde kendime gelişime kadar geçen sürenin kayıp olduğunu anlıyorum zihnimde. “Anahtarım yok, içeriye nasıl gireceğim?” diye düşünürken apartman görevlisi sessizce beliriveriyor dibimde. “Abla çıkarken gördüm seni. Pek iyi görünmüyordun. Seslendim ama duymadın.” diyor her zamanki o yayvan kelimeleri ve laubali konuşmasıyla. “Sana ne!” diye bas bas bağırıyorum içimden, yüzüne yüzüne. Ama o, yavan bir gülümsemeye eşlik eden tükenmiş bir sükut hali görüyor suratımda kapıyı yavaş yavaş açarken. Kafamda beliren ikinci soru “Acaba Halit hala evde mi?” oluyor. Dilerim yoktur. Dilerim o da sokağa atmıştır kendini. Dilerim uzunca bir süre de gelmez! Hatta hiç gelmese keşke diyorum hıçkırıklar birbiri ardına fışkırırken sesimden. Ben kapının dibinde hıçkırırken Halit bir heykel gibi beliriyor kapıda. Yüzüne bakmıyorum. O ceketini alıp çıkarken ben kendimi içeri atıp kapıyı kapatıyorum. Kapıda kalmayayım diye mi beklemiş?

Hıçkırıklarım yorulup biraz sakinleşince, bir sigara yakmak için balkona çıkıyorum. Suratıma çarpan soğuk hava hala yaşadığımı haykırıyor yüzüme. Müjde mi tehdit mi karar veremiyorum. Biraz toparlanmaya ihtiyacım var. Ama her zamanki gibi elim sigara paketine uzandığı anda annemin sesi çınlıyor kulaklarımda. “Bu zıkkımı ancak geri zekâlılar içer. Bir insan niye bile bile kendini zehirler ki? Doktor doktor gezmeye başlayınca görürüm ben seni!” Babamın vefatından sonra daha da deliren, herkese öfke saçan ve insanın ruhunu yırtan sesiyle söylüyor üstelik tüm bunları. “Zihnimin içindeki o koronun üyeleri, sıraları geldikçe, solo performanslar için de sahneye çıkıyorlar.” diye düşünüyorum. Sonra bu düşünce komik görünüyor gözüme ve kendi kendime kahkahalarla gülüyorum balkonda. Deliriyor muyum acaba? “Yalnız, tüm zamanların en iyi solo performansı Halit’inkiydi muhakkak!” diye geçiriyorum içimden. Meğer neler biriktirmiş içinde bunca zaman. Bambaşka biri çıktı kocam olacak adam. “Bunca zaman sırtımda taşıdım seni ben!” mi? “Bebeğim benim gelirim ikimize de yeter!” e ne oldu sahi? “Çalışmak istiyorum Halit ben. Bunca zaman boşuna mı okudum? Hem bu mesleği yapmayı her şeyden çok istiyorum.” dediğimde, anasına sövmüşüm gibi suratıma bakan kendisi değildi sanki. Ayrıca ben nereden bileyim çocuk sahibi olmakta bu kadar zorlanacağımızı? Ölsem, onun ağzından “Kısır kadın” sözünü duyacağıma inanmazdım. Zaman nelere kadir Allah’ım?

Hızla tükenen sigaramın izmaritini öfkeyle bastırıyorum camın kenarındaki mozaik çıkıntıya. Bu lanet olası evin temizliği de umurumda değil artık. Yuva olmayan, olamayan her ev, bir sigara izmariti bahanesiyle cayır cayır yansa keşke diyorum, kocam olacak adama çıkışır gibi balkondan öfkeyle kalkıp içeriye geçerken. Uzun uzun duş alıyorum sonra. Beni müsriflikle suçlayan kim varsa iki tane çarpıyorum ağızlarına. Hepsi susup oturuyorlar. Sonra kaygan, saydam bir şeker gibi lezzetli bir türkü yerleştirip dilimin üzerine, keyifle hazırlıyorum valizimi. “Kadın başına hangi cehenneme gidebileceksin?” diyen herkesi, sessize alıyorum usulca. Sıkıldım bu korodan da sololardan da! Her şeyden önce müthiş bir özgüvenim vardı benim. Hepinize inat, yeniden gün yüzüne çıkaracağım onu. Pırıl pırıl bir ben doğacak benden. Belki bir bebek doğuramamış olabilirim lakin kendimi yeniden doğurmaya muktedirim. Yerli yersiz konuşmanıza, kafamın içindeki istilanıza son vereceğim. Denize dökeceğim hepinizi, göreceksiniz!

Ben valizimle çıkarken kapıdan Halit elinde bir çiçekle beliriyor merdivenlerde. Bu sefer, sarf ettiği sözlerin ağırlığından olsa gerek, pişmanlık duygusuna çabuk teslim olmuş diye düşünüyorum. Ben ayakkabılarımı giyer giymez kolumdan tutup “Özür dilerim!” diyor. “Samimiyetine inanıyorum ama o cümleler kuruldu bir kez. Ve hepsi gerçekti biliyorsun.” Çaresizce bakıyor yüzüme. Kararlılığımı anlamış olmalı ki başka bir cümle kurma zahmetine girmiyor. Usulca eğilip kulağına “Benden buraya kadar Halit! Bu istila sona ermeli!” diyorum. Hiçbir şey anlamıyor muhtemelen ama olsun. Ben onu arkamda bırakırken kafamın içindeki seslerin kısıldığını, şahısların azaldığını hissediyorum. Gittikçe daha da cansızlaşan bir ampulün loş ışığındaki huzurlu ortama dönüşüyor zihnim. Seviniyorum. Adımlarım hızlanıyor uyanan sevincimin ardından.  

edebiyathaber.net (31 Mart 2022)

Paylaş:

Yorum yapın