Nazlı Karabıyıkoğlu, Meliha Akay’ın “Badem Şekeri” adlı romanı üzerine yazdı

Ocak 24, 2012

Nazlı Karabıyıkoğlu, Meliha Akay’ın “Badem Şekeri” adlı romanı üzerine yazdı

Hesaplaşmalar, Tanışmalar ve Hayaller

Çocukluğumuzun kumdan kaleleri gibi korunaklıydı hayatlarımız… Sonra dalgalar vurdu, kaleler yıkıldı! Geriye boş bir kumsal kaldı. Ondan sonradır ki, o boşluğu yeniden doldurabilmek için yürüdüğümüz yollarda kaleler aramaya başladık. (Kitaptan)

Oteller, odalarında yıllar boyu biriken hareketleri, gülüşleri, ağlayışları ve sırları, koridorlarının karanlığıyla saklayan, merdivenleriyle döküp saçan yapılardır. Evden uzak olmanın, evi terk edip geçici bir kalışın, yabancı yastıklardaki soğuk kokunun katman katman olduğu oteller, insanın hayatında hep geçici bir sığınağa işaret eder. Misafirleri için bir kaçışın son durağı ya da baş üstünde salt bir çatıyken, oteller içindeki insanlarla, dolu-boş odaları, herkesin kullandığı eşyaları, binlerce kez yıkanan çarşaflarıyla capcanlı yapılardır. Meliha Akay’ın Kadıköy’de kurup yükselttiği otel de, yaşadıklarını içinde tutan, insanlarıyla var olup soluk alan bir otel.

Otelin holünden sayfaları çevirdikçe insanlara yürüyoruz. Resepsiyondan merdivenlere, asansörden odalara, balkonlardan yemek salonuna yoğun bir hareketin dönüp durduğu koridorlarda geziniyoruz. 12 Eylül yorgunu otel sahibinin oteli bırakıp gidişiyle, yeğeni Sedef’in otelin yönetimini birkaç gün devralmasıyla günlük hayatın değişmesini izliyoruz önce. Alışılan düzenin, yeni tanışmalarla etkileşimi, çalışanların Sedef’in dünyasına katılmasıyla çoğalan dostlukları okuyoruz.

Bir yanda yorgun Recep Bey kendini kimsenin onu bulamayacağı bir sığınağa atarken, diğer yanda hayat yorgunu, aşk mağduru Sedef’in şehrin tam göbeğine, karmaşanın ortasına düşmesi hayatın ikili zıt akışına işaret ediyor. Sedef’in önceleri içinde hissettiği sıkıntı ve tecrübesizliğinin verdiği tedirginlik, oteldeki çalışanlarla, misafirlerle tanıştıkça duruluyor.

Sedef’in insanlarla tanıştıkça, her birini kendine katıp büyüdüğünü görüyoruz sanki. Büyürken geçmişiyle hesaplaşmaya çalışması ama bunu bir türlü gerçekleştiremeyip her seferinde hayalleriyle baş başa kalması yalnızlığını duyuruyor içimize. Durup bakıyoruz. Gözlerinin kenarı çizgilerle dolu bir kadın hayal ediyoruz biz de o anda belki, belki dalgalı saçlı, Kız Kulesi aşığı yorgun bir Sedef canlanıyor gözümüzde. Kimbilir…

Sedef mutlu olsun istiyoruz. Oteldeki çalışanlara kendinden bir şey kattıkça, beyaz kağıtlarda kalmış zorunlu aşkının/ayrılığının bir telafisi olsun diliyoruz. Sedef geçmişini köpek Prens’in karşılıksız dostluğundan araştırırken, hesaplaşmaların o katı ağırlığı yükleniyor omuzlarımıza.

Yatağa dönüp yığılırcasına oturdu. Yeniden kalktı. Duvarlara elini sürdü, aynaya dokundu… Yıllardır aynı odada/odalarda konaklayan insanların üzerinden soyunup attığı yalnızlıkların solmuş hüznü çarptı dokunduğu her yerde. (Kitaptan)

Otelde bir zaman sonra onlarca insanla, dostla çevriliyken odasına çıktığında onca yalnız Sedef… Diğer tarafta Recep Bey’in tarihle hesaplaşması, iki farklı yalnızlığı okuyucuya duyuruyor. Yalnızlıklar hayallere meylediyor insanı. Çıldır Gölü2nün üzerinde birkaç umutla birkaç hayal el ele vermiş dans ediyor. Bambaşka bir yere, ta Çıldır Gölü’ne dek gidip oradan hiç ayrılmamanın hayali, gerçek hayatın içinde tutunulacak dalların yaprakları oluyor. Rüzgar hayalleri hışırdatıyor.

Recep Bey dönüp geldiğinde, Sedef’in kaybedip bulduğu sevinci, köpeği geri geldiğinde, Sedef için gitme vakti çattığında, bu yorgun kadın öylece otelden çıkıp gidecek mi? Yoksa sadece Sedef’in yitikliğini onarmak için, Kız Kulesi bir aşk doğuracak mı? Ellerini duvarlara sürüp gözlerini kapayan kırgın kadının yüzünün aydınlığıyla ışıyacak mı okuyucu? Bunları söylemeden susup muzipçe gülmek lazım.

Akay kitabını bitirirken, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’da “Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim düşünen? Bir ben miyim yalnız?” şeklinde dile getirdiği odalarda kapalı kalmış yalnızlığın kokusu, bir otelin penceresinden uçup giderken, insanın çoğalsa da, tekilleşse de belki hiç çare bulamayacağı yalnızlık duygusu, ardında küçük gülüşler bırakarak yitip gidiyor.

Şimdilik…

Nazlı Karabıyıkoğlu (edebiyathaber.net)

Paylaş:

Yorum yapın