Latife Tekin’i nasıl bilirsiniz? | Şule Tüzül

Ekim 16, 2015

Latife Tekin’i nasıl bilirsiniz? | Şule Tüzül

şule“Gövdemden bir şey geçti,

gövdemden bir ateş geçti ve

ben bu kitapları yazdım.”

Kitaplarından önce kendisi ile tanıştım, yolculuk böyle başladı, Latife Tekin yolculuğum. Gümüşlük Akademisi kitap okuma grubunun toplantılarından birindeydik, Leyla Erbil’in Tuhaf Bir Kadın isimli romanı idi konumuz. Toplantının sonunda Latife Hanım da katıldı aramıza ve Leyla Erbil ile olan dostluğunu, anılarını anlattı. Onu sürekli artan bir hayranlıkla dinlerken, o güne kadar hiç kitabını okumamış olmaktan dolayı oldukça yoğun bir utanma duygusu içinde olduğum kalmış aklımda en çok. Bir sonraki toplantı konumuz Muinar’dı.

İlgi alanlarım olduğu için belki, özellikle fotoğraf ve edebiyatın, dolayısıyla sanatın, yaşamdan daha gerçek olduğuna inanırım. Yaşamın bize dayattığı gerçeklere inanmıyorum çünkü, inanmak istemiyorum. Yaşam hep başka yerdedir çünkü, bize sunulan ya da dayatılan yaşamdan çok başka yerde. Muinar beni en çok bu nedenle etkiledi. Dili, biçimi, söylemi, söyledikleri ile, yaşamamız için bizlere dayatılan değil,  o başka yere ait çok şey söylediği için.

Benim için yolculuk Muinar’ın ilk sayfalarında başladı. Tüm kitaplarını okuduktan sonra o kitapların sırrına, o büyülü sürece ait daha neler öğrenebileceğim merakı ile Latife Tekin Kitabı’nın sayfalarında ilerlemeye başladım. Kitabı hazırlayan Pelin Özer ne güzel yapmış; okura soru ve cevaplar arasında gidip geleceği bir nehir söyleşi sunmak yerine, sahnenin gerisine çekilmiş, sayfaları tamamen Latife Tekin’in cümlelerine bırakmış. Latife Tekin’i ve romanlarını yine onun cümleleri ile dinlemenin tadı ile baş başa bırakmış okuru.

Latife Tekin Kitabı’nda gerçeğe dair Latife Tekin’in şu sözleri ile karşılaşmak, kitapları konusunda doğru bir düşünceye sahip olduğumu gösterdi ve beni memnun etti:

“Daha yazıyı keşfetmediğim yıllarda, gerçeğin öteki yüzünü dile getirme konusunda durdurulamaz bir enerjim vardı. Bazı çocuklar böyledir; hatta gerçeğin görünmeyen yüzünü dile getirme konusunda teşvik edilirler ve evin sahnesinde, deli bir oyuncu gibi yalnız bırakılırlar. İyi bir yazar, sahnede yalnız kalmaktan ürkmemelidir.”

Latife Tekin’in kitapları üzerinden yol alırken, yaşama başka başka pencerelerden bakıyor, her yeni pencerede daha
geniş bir dünyaya bakarken, bir yandan da tüm romanlarının temelinde yatan ve okuru büyüleyen bir sırrın varlığını hissediyor ve merak ediyordum. Pelin Özer de 2002 yılında Ormanda Ölüm Yokmuş’u okuduktan sonra o romanların sırrına ermek için yola çıkmış.

Latife Tekin Kitabı, Pelin Özer’in yaklaşık iki yıl boyunca Latife Tekin ile yaptığı söyleşilerden ortaya çıkmış bir kitap ancak yukarıda da belirttiğim gibi bir söyleşi kitabı değil. Pelin Özer kitabın girişinde, bu kitabı hazırlamaya nasıl karar verdiğini ve süreci anlatıyor, sonrasında sözü tamamen Latife Tekin’e bırakıyor. Sorular yerine, kitap bölümlere ayrılmış ve Özer’in soru ya da cümleleri ile bölüm başlıkları konmuş; “bana sesten 2099 LATIFETEKINKITABI.inddördüğü sessizliği anlatsa doğanın masum hayatını”, “dile karşı bir kitap yazabilir misin?”, “bana çarpıldığı anı anlatsa yazının sıfır noktasının”

İlk kitabı Sevgili Arsız Ölüm’ün isminin annesine bir ithaf olduğunu, Unutma Bahçesi’ndeki avcı karakterlerini yazarken Latife Tekin’in çocukluğunda Bünyan’daki evlerine gelen ve babası ile birlikte ava giden babasının İstanbul’dan gelen arkadaşlarından esinlendiğini, Buzdan Kılıçlar’daki iş mektubunun kaynağının da ortaokuldayken babasının iş mektuplarını yazması olduğunu öğreniyoruz. Kitabın ilk oluşmaya başladığı zamanlar Latife Tekin’in Unutma Bahçesi’ni zihninde kurduğu günlere denk geliyor. Kitaplarından büyülendiğiniz bir yazarın yaşamının yansıdığı cümleler üzerinden o yaşama bakmak da büyülü bir yolculuk. Yoksulların sesi olmayı bu kadar önemseyen bir yazarın çocukluğunda yiyecek bulamadıkları zamanlar gerçekten aç yattığını okuduğumda derin bir sızı hissederken, 22-23 yaşlarında genç bir kadının alışılagelmiş edebiyat kurallarına, dile, kendisini ezmeye kalkan sözde edebiyat otoritelerine kafa tutuşu gurur, umut ve güçlü hissettiren duygularla dolduruyor içimi. Bu noktada başta Mehmet Fuat olmak üzere, Onat Kutlar ve Cevat Çapan gibi yazarların bir yazarın ortaya çıkmasında ne kadar önemli ve değerli olduklarını fark ediyorum. John Berger’in Buzdan Kılıçlar’ı okuyup Latife Tekin’e telefonda “Çok güldüm, ama çok güldüm” dediği satırları okuduğunda ben de gülümsüyorum romanın beni gülümseten o sahici yaşam parçalarını hatırlayıp…

Kitap, okuru Latife Tekin kitaplarının sırrına dair ipuçları ile doyururken, ‘bir yazar nasıl olunur’un o sancılı sürecini de tanıklık ediyoruz. Latife Tekin gibi bir yazar nasıl olunur?

“Ben çocukluk anılarımı, içimden taşan, sahici bir duyguyla yazmıştım. Ama hissettim ki, içtenlik ve sahicilik yeterli bir şey değil. Bir yazarda bundan daha fazlası olmalı. Kısaca buna ahlaki sorumluluk diyelim.”

“Dili dışarıdan seyredemeyen kişilerin yazabileceklerine pek inanmam doğrusu.”

“Kim, romanı nasıl tanımlarsa tanımlasın, sonuçta ben ne anlatırsam anlatayım, sözcüklerim sussun, yazdığım kitap sessizliğe katılsın, derim. İyi roman, iyi şiir, iyi resim, insan kalabalığının elinden kurtarılmış, evrenin sonsuzluğuna eklenebilecek dağların, kuşların, masum insanların dünyasına katılabilecek bir şeydir, öyle olmalıdır.”

“Ben de masallardaki gibi iyi kitabın aklın gitme, dediği yere gidilerek bulunabileceğine inanıyorum.”

“Yazarın ele geçememesi lazım.”

Gazeteci Türey Köse 2 Temmuz 2015 tarihli Cumhuriyet Kitap Eki’nde yayınlanan Latife Tekin Kitabı üzerine yazısının başlığında, bir söyleşide onun Ben sokak çocuğuyum. Romancı değilim. Roman yazmıyorum ve edebiyat yapmıyorum” deyişinden yola çıkarak, “edebiyatın sokak çocuğu” ifadesine yer vermiş.* Şair Haydar Ergülen de “Biz onu şair sayıyoruz” diyor.

Benim için de varlığı ve kitapları ile ışık saçan insanlardan biri O.

Latife Tekin’in kitaplarının sırrına erme yolculuğuna bizleri de ortak ettiği ve böyle bir kitabı hazırlayarak verdiği uzun soluklu emekle edebiyatımıza kattığı değer için Pelin Özer’e büyük bir teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum.

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (16 Ekim 2015)

Paylaş:

Yorum yapın