Kendiyle dost olmak, kendi hikâyeni yazmak ama nasıl? | Emek Erez

Mart 11, 2019

Kendiyle dost olmak, kendi hikâyeni yazmak ama nasıl? | Emek Erez

Benliğimizle kurduğumuz ilişki başkası ile olanı da belirler. Bu nedenle insanın kendine dair olan durumu, sevgisi, özsaygısı yalnızca onun bireyliğiyle ilişkili değil gibi görünüyor. “Kendini Sev” söyleminin, insanı narsisizme çıkardığı da söylenebilir ki dünyanın son yıllarda deneyimlediği olumsuz gidişatın ardında genellikle narsisizme kayan benliklerin rolü olduğuna dair çokça çalışma var. Demek ki bir orta yol bulunması gerekiyor. Kendi benliğimize gösterdiğimiz özenin, bizi başkasına kör edecek noktaya getirmemesi için bir yol.

Geçtiğimiz günlerde İletişim Yayınları tarafından,Tanıl Bora çevirisi ile basılan,Wilhelm Schmid’in “Kendiyle Dost Olmak Hayatı Nasıl kolaylaştırır?” adlı metni yukarıda bahsettiğimiz o yolu bulmamızın imkânlarını tartışıyor. Schmid, insanın kendisiyle olan ilişkisinin, dünyayla olan ilişkisini de etkilediğini anlatmaya çalışıyor bana kalırsa. İnsan için benliği önemli çünkü kaçamadığı bir yerde duruyor. Her sabah karşılaştığı ben, o: İlişkisine ara veremediği, bir süre uzaklaşamadığı, her sabah aynada gördüğü. Bu nedenle insan türünün benliği ile kurduğu ilişki önemli ve onunla dost olmak gerekiyor. Çünkü kendimizle dostluk, hem yaşamımızı daha çekilir hâle getiriyor hem de başka ile olan ilişkimizi olumlu etkiliyor.  Şöyle diyor Schmid; “azıcık narsisizme fazla itirazımız olamaz: Kendisini en azından birazcık seven insan, kendisiyle hiç başı hoş olmayan, hatta belki de kendisinden nefret eden birisinden daha fazla huzur bahşeder etrafına. Yoksa özellikle zor zamanlarda insanlar, öncelikle dönüp bir kendilerini dinleyemeseler, yönlerini nasıl çizebilirler?” İnsanın hayattan çekilme anları vardır, katlanamadığı, tükendiği durumlar işte böyle anlarda kendisine sığınır. Bu hayatta kalmak için kaçıştır, imkândır ve anlamı dünyada yaşananları veya diğer insanların başına gelenleri önemsememek değildir. Tam tersine kişinin kendine dönüşü, dünyanın üzerinde bıraktığı etkiye karşı benliğini onarmasıyla ilişkilidir. Böyle anlarda Schmid’in kendiyle dost olma önerisinin gerçekleştiğini söyleyebiliriz bana kalırsa çünkü insanın sadece kendisiyle çözebileceği meseleler olabilir. Yaralı bir benlikle etrafta dolaşmasındansa, bu tedavi sürecini yaşaması, bireyin sadece kendi varlığı için değil etrafı için de olumlu sonuçlar doğurur. Çünkü başkasına derman olmak için insanın kendi yarasının tedavi edilmiş olması gerekir bana kalırsa. Ve bunu ancak kendisiyle dost olmayı başarmış olandan bekleyebiliriz, bu insan: abartılı bir öz sevgiye kapılmamış, kendisiyle yüzleşmiş, yaşamında mutlu, güzel, doygun olmayı tanımlamış kişidir ki Schmid kitapta bunlara ayrı başlıklar altında değiniyor.

Kendimizi sevmek ve kendimizle dost olmak birbiriyle iç içe geçmiş gibi görünüyor. Schmid buna şöyle bir ayrım getiriyor. Yazara göre; “öz sevgi, şayet benlik tıpkı başkasına dönük aşırı büyük bir aşk gibi idealleştirilirse, abartıya kayar. Öz sevgi, benliği tıpkı başkasının ona dönük aşırı tutkulu aşkı gibi daraltabilir.” Bunu şöyle yorumlayabiliriz, öz sevgi daraltıcı bir boyutta ise kişi sadece kendisini düşünür, etrafındaki her şeyi kendisiyle ilgili olarak algılar. O idealdir.  Bu tavır kişiyi aslında kendinden uzaklaştırır çünkü sadece ona dönük göz vardır artık ve bu göz başkasını olduğu gibi kendisini de göremez. Abartılı öz sevgiye sahip kişi, zaaflarını, başarısızlıklarını, dünyadaki kendi oluşunu değerlendiremez durumdadır bu da insanın kendisiyle yüzleşmesine engel olur. Kendiyle dost olan benlik ise Schmid’in cümleleriyle; “tıpkı başkalarıyla olan dostlukta olduğu gibi, idealleştirmeden kaçınır, kendi kendisinin gerçekçi bir değerlendirmesini yapabilecek durumdadır.” Böyle bir durumda kendisine abartılı öz sevgi beslemenin tersi geçerlidir. Kendisiyle dost olan ona dair olanın farkındadır, oluşunun imkânlarını bilir, benliğini ideal bir yere konumlamadığı için hayatın getirebileceklerine karşı hazırlıklıdır, gerektiğinde kırılabileceğini, ağlayabileceğini, düşebileceğini fark eder çünkü kendisiyle yüzleşmiştir.

Schmid’in burada dikkat çektiği bir şey daha var şöyle diyor: “Yakınlık her zaman mesafeye de izin verir. Kendi kendisiyle dost olan kişi, olsa olsa şen sarhoşluk anlarında veya hayatındaki ciddi kriz esnasında kendi kendisiyle kol kola girip, pragmatist bir destek alır.” Mesafeli yakınlık durumu başkasıyla kurduğumuz ilişki kadar kendimizle kurduğumuz dostluk ilişkisinde de önemli görünüyor. İkili ilişkilerde de olması gereken bir mesafe bu.Bana Schopenhauer’un oklu kirpi örneğini hatırlatıyor. Buna göre: “Eğer oklukirpiler birbirinden çok uzaklaşırlarsa, sonunda kışın soğuğundan zarar görürler. Bu nedenle ısınmak için birbirlerine yaklaşmaya karar verirler, ancak bu sefer de okları etlerine batmaya başlar. Şu hâlde kirpilerin can yakıcı izdihamdan kaçınmak için olduğu gibi soğuk yanığından kurtulmak için de orta bir yol, makul bir mesafe bulması gerekir.”[1] İşte bana kalırsa oklu kirpilerin bize öğrettiği o “makul mesafe” hem kendimizlehem de başkasıyla olan ilişkide  bize yardımcı olabilir.

Wilhelm Schmidt
Wilhelm Schmidt

Kendimizle dostluk için pek çok önerisi var Schmid’in. Hayatımızda önem verdiğimiz ilişkileri tanımlamak, deneyimlerimizden beslenmek, rüyalarımızın farkında olmak, kendimize ait değerler ve alışkanlıklar edinmek, bizim için neyin güzel olduğunu bilmek gibi. Tüm bunlar kendimizle olan dostluk ilişkisini belirleyen bir yerde duruyor ve bizi hem narsisizmden koruyor hem de kendi benliğimizle barışık olmamızı sağlıyor. Sonuçta ortaya bir hikâye çıkıyor, kişinin kim olduğunun hikâyesi bu. Çünkü Schmid’in deyimiyle: “İnsan hikâyesi ile fark edilir ve başkasıyla karıştırılmayacak bir benlik kazanır: ‘Bu benim işte, bu benim hikâyem.’ Anlatının akışı içinde arar ve bulur kendini insan, böylece her bir noktanın, kendini tanımlayışında nasıl bir rol oynadığının bilincine varır.” İnsanın hikâyesini yazması onun hem kurgulayanı hem de karakter yaratanı olduğu anlamına geliyor, yani bu, insanın benliğinde inşa ettiği kendisi aynı zamanda.

Kendimizi tanımlamak, ortaya bir hikâye çıkarmak da kolay değil, özellikle yaşadığımız çağ düşünüldüğünde yeni medya araçlarının olanaklarıyla istediğimiz benliği sunup ona göre hareket edebildiğimiz hayatlar sürüyoruz. Teknolojik aletler insanın uzvu gibi desek abartmamış oluruz sanıyorum. Schmid,teknolojik aletlerin de sevilen bir alışkanlık olarak tanımlanıp hikâyeye dâhil edilebileceğinden bahsediyor ancak onu varoluşsal bir düzlemde değil de en fazla “teğetine bir ilişki” olarak görmenin faydalı olabileceğine dikkat çekiyor. Çünkü kendimizle dost olmak için belirlediklerimiz ve sunulan olanaklarla başka başka benlikler inşa edip onlara göre davranmamız çelişkilere neden olabilir, kendimizle olan dostluğa zarar verebilir. Çünkü insanın kendisine bir sunum değeri biçerek inşa ettiği benlik, aslında onun olmak istediğine gönderme yapabilir bu da yine gerçekliği kaybetmek, kendi oluşunun dışında bir varlığa dönüşmek belki de kendimize yabancılaşmak anlamını içerir. Oysa kendimizle dost olmak için başardıklarımızla, başaramadıklarımızla, gücümüzün yettiğiyle, yetmediğiyle, bedenimizin ve ruhumuzun bilinciyle var olmamız gerekiyor.

Kendimizle dost olmak önemli çünkü bu bizim dünyayla, başkasıyla, diğer türlerle olan ilişkimizi belirliyor. Ayrıca öz sevgiyi abartmamamızı, dolayısıyla narsisizme kayan bir benlikle hem kendimize hem de çevremize zarar vermememizi sağlıyor. Hayatın bize dönüp dolaşıp sorduğu ve yüzleşmek zorunda bıraktığı sorularla daha kolay baş etmemizin yolunu açıyor. Bana göre en önemlisi de sığınabilecek bir yer bırakıyor, kendin. Her şeyden yorulduğunda, tükenmiş hissettiğinde dönebileceğin bir kapı açıyor. Hikâyesini senin yazdığın, kahramanlarını kendin seçtiğin, kurguda istediğin gibi oynayabildiğin bir öykü bu: Kendinin öyküsü.Ve seni hiç terk etmeyecek bir dost: Kendin.

[1]Ahouandjinou, A. (2018), “Hayatta Kalmak İçin Küçük Felsefe Seti ‘Gündelik Hayatın Saldırılarına Karşı Koymak’”, s. 32, (Çev. Didem Tuna), İstanbul: Sel Yayıncılık.

edebiyathaber.net (11 Mart 2019)

Paylaş:

Yorum yapın