Kenarın Kitabı: Damgalı mekȃn çocuklarından, pencere kenarı kadınlarına | Emek Erez

Mayıs 7, 2014

Kenarın Kitabı: Damgalı mekȃn çocuklarından, pencere kenarı kadınlarına | Emek Erez

1948 KENARINKITABI.inddSon dönemlerde derinlemesine mülakat ve katılımcı gözlem tekniğine dayalı, içeriden bakış sunan yayınlarla oldukça sık karşılaşıyoruz. Sosyal bilimler açısından oldukça sevindirici olan bu metinlerden bir tanesi de Funda Şenol Cantek tarafından derlenen ve İletişim Yayınlarının Memleket Kitapları dizisinden çıkan; Kenarın Kitabı, “Ara”da Kalmak, Çeperde Yaşamak.

“Kenar nedir?” diye düşündüğümüzde merkeze göre tanımlanan, merkezin etrafında konumlanmış daha çok mekȃnsal bir algı durumuyla karşılaşırız. Öyledir de belki, ama kenar her zaman merkezin dışında bir yerlerde olma anlamı da taşımaz. Çünkü kenar bazen bir kadın için özel ile kamusal “ara”sında bir pencere kenarı, bazen merkezin en işlek caddesinde, araba camı silmeye çalışan çocuğa bakan bir gözün ucu, bazen de etnik kimliğinden dolayı kendisini şehrin ortasından uzağa konumlamış bir insanın “kimliksel” ifadesi anlamına gelebilir.

Sokak geçip gittiğimiz, yolunda yürüdüğümüz, etrafında konuşlanmış bir yerinde çayını içtiğimiz, bazen de direndiğimiz; siyasal, sosyal pek çok imgesel anlamın ifadesidir. Sokak aynı zamanda, birçok insanın geçim sağladığı,  “ev” olarak kullandığı, iktidarın disipliner uygulamalarının vücut bulduğu, çokluktan arındırma politikalarının uğrak yeri olduğu bir alana da karşılık gelir.  Sokağı en iyi kim bilir derseniz, kitabın aktarımıyla Siya siyaband grubundan Murat Öztürk’ün anlatımıyla: “Bunu orada yaşayan adam bilir, taşın abi… taş taştır. Oraya kafayı koyduğun zaman anlarsın, taşın taşlığını.” İşte ‘Kenarın Kitabı’, “taşın taşlığını” bilenlerin gözüyle anlatıyor bize sokağı, seyyar esnafının yaşadığı sıkıntıları, zabıtanın, polisin baskısını ve yaşananlara karşı gelişen sokak siyasetini. Sokakta çalışmanın mecburiyetini ve çalışmayıp hırsız mı olalım sorusunun, onu yaşayanın dilinden anlamını.

Kentin içinde mekȃnsal bir hiyerarşi vardır. Kitap özelinde Ankara’nın hiyerarşik anlamda belki de en altında Çinçin bulunur. Çinçin denildiğinde, Ankara’ya az biraz temas etmiş olanların kafasında belli kalıplaşmış tanımlamalar mevcuttur ve bu tanımlamalar daha çok ön yargılı ve olumsuz manȃda damgalıdır. Kitapta bu bölgenin çocukları ile yapılan görüşmeler, mekȃnsal damgalamaların nasıl bir anlama karşılık geldiğini fark etmemizi sağlarken, damgalanmış, gayri meşru bir mekȃn algısına hapsedilmiş bu yerlerde, çocukların kendilerini karşıdaki bakışa bağlı olarak, nasıl anlamlandırdıklarını da görmemizi sağlıyor. Burada yaşayan çocuklara göre; “bizim buralar pistir” ve bu dışlanmışlık algısından dolayı, “concon” olmaktansa “ortamlara” girmek, kendisini biz olarak tanımlayabileceği bir yaşamsal pratiğe ve anlama sahip olmak, birinci derecede önemlidir. Ortamlara girmek; bir şekilde gözaltına alınmak, “suç” işlemektir. Bize ait olmak için edinilen kriminal kimlik bilinçli olarak kabul edilir. Çünkü bilinçli olarak kabul edilen bu kimlik damgalı mekȃnlarda yaşayan çocuklar için kendi ortamlarında “gayri meşhur olmak” anlamındadır. Ayrıca, Çinçin onlar için bir bakıma kaledir, sığınaktır oranın dışında “psikopat” damgası yemektense, kendi kalelerinin gayrimeşhurları olmak zorunlu bir tercih sebebidir.

1273829118Kentlerle ilgili gündemimizden düşmeyen bir konu olan, kentsel dönüşüm projeleri kitabın bir başka odak noktasını oluşturuyor. Kentsel dönüşümün yalnızca bir mekȃnın yapısal anlamda dönüştürülmesi olmadığını sıklıkla dile getiriyoruz çünkü kentsel dönüşüm bir bakıma yaşamsal bir dönüştürmenin ifadesi. Bu durum kitapta kadınlar üzerinden anlatılıyor. Gecekonduların kültürel ortamında yaşayan kadınlar birincil ilişkilerin hȃkim olduğu bu yerlerde; komşu sohbetleri, ortaklaşa yapılan işler, dikilen ağaçlar, ekilen bahçeler, yetiştirilen çiçekler üzerinden sosyalleşme imkȃnı bulurlarken, kentsel dönüşümle birlikte soğuk, gri apartman dairelerine, komşularından uzak alışık olmadıkları bir yaşamsal pratiğe mahkȗm ediliyorlar. Taşındıkları bu binalarda kültürel bellekleriyle taşıdıkları yaşamsal pratikleri uygulamaya çalıştıklarında ise; ya yöneticilerin ya da artık gecekondu kültürünün aşılması gerektiğini düşünen kentli olma çabası içerisindekilerin, müdahalesiyle karşılaşıyorlar. Oysa insan için gelenek, görenek gibi kültürel bellek öğeleri yaşamsal bir anlam ifade ediyor. Kentsel dönüşüm bu bakımdan kent içinde “zorunlu” bir göç pratiğine karşılık geliyor. Bunun anlamı yeni bir yaşam, yeni bir bellek ve kimlik inşası demek ve hiç kolay değil. Kitapta kadınlarla yapılan görüşmelerden, gecekondularda sürdürülen yaşamın her şeye rağmen devam ettirilmeye çalışıldığını öğrensek bile bu devamlılığın tatmin edici ve sorunsuz olduğu söyleyemeyiz.

Kitabın kadınlarla ilgili üzerinde durduğu bir diğer noktada kadınlar için “cennet” anlamına gelen kamusal ve özel “ara”sındaki mekȃnlar. Bu ara mekȃnlar; pencere kenarı, kapı önü ve balkonlardan oluşuyor. Mahremiyetin ev ile beden arasında anıldığı bir toplumda, bu ara mekȃnlar kadının “güvenli” ve “kontrol altında” tutulmasının da bir yöntemi haline geliyor. Balkonlar bir bakıma mahremiyeti güvence altına alırken, kadının güvenilmez mekȃnlara salıverilmesine de engel oluyor. Bu durum bir süre sonra kadınların istedikleri ve kabul ettikleri Foucault’nun tabiriyle “içselleşmiş bir iktidar” anlamına geliyor.

Neoliberal ekonomik politikalar, turizm, markalaşma adı altında yürütülen kültür ve tüketim politikaları, kitabın sorunsallaştırdığı konulardan, ayrıca kitapta dış mahallelerin çöplüklerinden, molozlarından, “kenar mahalle ekolojilerine” kadar pek çok konu gündeme getiriliyor.

9tlxm3neKitapta, Rafael Demirci ile yapılan görüşme; Ankara’nın yok edilmiş Ermenilerinin kültürüne ve yaşamsal pratiğine dair, tarih içinde samimi bir sohbetle bizi buluştururken, kenarda kalmanın, egemen kültür içinde farklı olarak var olabilmenin ne anlama geldiğine dairde önemli fikirler sunuyor.

Kenarın Kitabı kısaca; kenarda kalanın, dışlanmışlığı bir kimlik olarak benimseyenin, sokakta taşın soğuğunu duyanın, pencere kenarından gizlice sokağa bakan kadının, bir Müslüm Gürses şarkısında ifade edildiği gibi “bizi bu fark yaraları öldürür.” diyenlerin kitabı.

Emek Erez – edebiyathaber.net (7 Mayıs 2014)

 

Paylaş:

Yorum yapın