Üzerindeki her daim tarz şık takım elbisesi, yüzünden hiç düşürmediği ciddi surat ifadesi, konserlerde kendinden geçercesine söylediği şarkılar ve melankolik şarkı sözleriyle Nick Cave rock müzik tarihinin en özel isimlerinden biri. 1980’li yıllardan beri müzikle iç içe bir yaşam sürdüren Nick Cave Punk’tan, Greengrass’a varana dek çok farklı müzikal ekolleri heybesinde barındırmış ve ucu şiire yaslanan şarkı sözleriyle kendine apayrı bir dünya yaratmayı başarmıştı. Şarkı sözü yazarı ve müzisyen olduğu kadar iyi de bir hikâye anlatıcısı olan Nick Cave, iç dünyasını olduğu gibi filtresiz bir şekilde insanlara aktarabildiği için de müziği bu kadar etkileyici bana kalırsa. Kendisi hakkında yazdığım bir başka yazıda şöyle demiştim: “Bazı insanlar kasvetlerini, kara bulutlarını heybelerinde taşırlar; onların gölgelerine bile Dikkatli bakarsanız gök gürültülü sağanak yağışlı ruh hallerini görebilirsiniz. Kasvetin çağrışımı genellikle olumsuz olsa da orada günümüzün yapaylığının aksine hakiki bir şeyler saklıdır.” Nick Cave’in bir an için bile değişmeyen yüz ifadesinin altında da tam bu hissiyat yatıyor bana kalırsa. Ambalajlara dönüşmeden kendi benliğini olduğu gibi sunabilmesi, ruhunu, zaaflarını, hayal kırıklarını olduğu gibi açabilmesi. İsyan, öfke ve hakikat Nick Cave’in gölgesine sızan durumlar… Cave şarkılarında hep bu duyguların izini sürdü; karanlık tonlarda ama yolun kalanına ışık tutarak bize hikayeler anlatmaya devam etti. Lakin bazen hikayelerimiz beklenmedik gelişmelere gebe olabiliyor. Yolu kaybetme, ışığı görememe tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyoruz. Peki, böyle durumlarda hikâye nasıl devam eder? Tıpkı Nick Cave’in bir süredir yaşamak durumunda kaldığı trajedilerde olduğu gibi.
“Her şey olur her şey geçer hayat kalır”
Yaşam bir nevi açık denizde her tür belirsizliğin ortasında fırtına ihtimaliye, güneş arasında yolculuk etmeye benziyor bir nevi. Her türlü ihtimalde de farklı olasılıklarla bir anda karşılaşabiliyorsunuz. Nick Cave de yakında zamanda iki oğlunu kaybederek bir insanın yaşayabileceği en büyük trajedilerden biriyle karşılaştı. Nick Cave ve eşi Susie için oldukça zorlu bir yas süreci başlamıştı. Ne yapacaklarını, yola nasıl devam edeceklerini bilemiyorlardı haliyle.
Zamanın tozu ve yas sürecinden insan asla aynı şekilde kalamaz Nick Cave de bu dönüşümü şöyle gerçekleştirmiş: “Görüyorum ki, keder gerçekten insanı güçlendirebilir. Seni mutlaka yok etmesi gerekmiyor. Hissetmene izin verirsen seni dönüştürebilir. Sadece tüm bunların üstesinden gelmenin mümkün olduğunu söyleyebilirim. Kederin ortaya çıkardığı, daha iyi, daha çalışkan, daha empatik olmanı sağlayan ve dünyaya daha çok bağlanman için arkanda duran bir güç var”
Nick Cave’in dönüşümü ise varoluşunu betimleyen müziğe doğrudan, dolaysız bir şekilde dönmek, turneye çıkmak, kendisi gibi trajedilerle karşılaşan insanlarla karşılaşmak ve yaraları az da olsa sararak, kaybettiklerinin güzel hatırlarını yanından taşıyarak yola devam etmek olmuş. Evet, yaşam her olasılığa açık bir durum. Hayatın zorlu koşullarına aynı ölçüde yanıt verebildiğiniz sürece ayakta kalabilirsiniz, yola devam edebilirsiniz bazen. Kaç yaşında olursanız olun, koşullar ne kadar zorlu olursa olsun… Her adım yeni bir ihtimali ve yeni bağların oluşmasına neden olabilir bir yerde. Nick Cave de kendisine gelen hayran mektupları ve konserlerdeki etkileşimleriyle kendini iyileştirme yolunu bulmaya çalışmış: “Seyirciyle sohbet etmenin bana inanılmaz bir faydası var, iyileşiyorum. Oğlum öldüğünde, karımın ve benim bu durumu atlamayacağımızı düşünüyordum… aynı acıyı çeken insanlardan, kendi hikâyelerini anlatan mektuplar gelmeye başlayınca şunu anladım, hepimiz aslında acıda ve kederde buluşuyoruz. Acı çeken o kadar çok insan var ki kimse yalnız değil. Ben aşkı yazıyorum, düşünüyorum, şarkılarıma konu ediyorum. Baktığım her şeyde aşkı görüyorum. Her şeyde güzel, iyi şeyler görmeye çalışıyorum. Çünkü kötü şeyler herkesin başına geliyor.”
Hepimizin başına her an her şey gelebilir, kayıplar, olumsuzluklar, zorluklar… Asıl soru şu nasıl devam edeceğiz? Hikayemizin seyri nasıl gidecek? Herkesin yanıtı farklı olabilir ama ben varoluşumuzu simgeleyen öz hikayemizin devamlılığından yanayım… Nihayetinde yolun devamını biliyorsak, fırtına dindiğinde kaldığımız yerden devam edebiliriz. Tıpkı Nick Cave’in 66 yaşında dünyayı, yaşadıklarını karşısına alıp, kaya gibi dik durup, inatla yapmayı sürdürdüğü gibi, şarkılara, müziklere, hikayelere adayarak. Sanırım bu yüzden Nick Cave’in konserleri eğlencelik bir seyirden ziyade bir tür ayine benziyor. Cave bir taraftan yaşadıklarının acısını çıkarırcasına sahnede kendinden geçercesine şarkılar söylüyor, diğer yandan seyircinin arasına karışıp onlarla el ele tutuşuyor, göz teması kuruyor. Herkesin aynı duygu etrafında buluştuğu, şarkıların söylendiği, kayıpların hatırlandığı kendi kendini affetme ve yola devam etme yollarının bulunduğu bir tür arınma gecesi onun konserleri… “Belki de şarkılar ruhlar dünyasıyla, sevdiklerimizin yokluğuyla canlanan bir çeşit sohbete dönüştüler. Belki de gidenlerin hayalete dönüşmüş biçimleri dört bir yanımızdalar ve yaratma eylemi onları mıknatıs gibi kendine doğru çekiyor. Belki de hayatta olmak ve yeryüzünde bulunmak, böyle bir zamanda ve tüm olumsuzluklara rağmen, olabilecek en nadir ve arzulanan şey…“
Fotoğraf: Tamer Evsen
Kaynak:
Özgün Özçer: Nick Cave’in Yas Günlükleri: Red Hands Files: https://t24.com.tr/k24/yazi/nick-cave-in-yas-gunlukleri-red-hand-files,3696