Fanzin: Ummadık taş baş yarar | Arzu Özgen

Mart 13, 1980

Fanzin: Ummadık taş baş yarar | Arzu Özgen

ARZU ÖZGEN“İnanmıyorum sana anneanne!” diye bağırdı Merve. “Beni gerçekten şoka uğrattın! Senin gibi bir kadın böyle birşeyi nasıl yapar?” Gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

“Aman Merve, niye bu kadar şaşırıyorsun evladım, yaşadığım hayata çok mu?” diye iç geçirerek söylendi Nezihe.

Ankara’nın Abidinpaşa semtinde, eskiden bahçeli, şirin bir gecekonduyken yerine dikilen apartmanın bir dairesindeydiler. Bu daire, Nezihe’nin on gün önce doksanyedi yaşında ölen annesi, yani ailenin büyük ninesi Nazire Hanım’a aitti. Cenazeden sonra başsağlığına gelenler de gitmiş, ev bir anda boşalmıştı. Artık evi toparlama zamanıydı. Merve de bu evde çok zaman geçirmişti. Anneannesi Nezihe ile birlikte düzenli olarak büyük nineyi ziyaret ederlerdi. Merve, zamane gençlerine pek benzemezdi. On yedi yaşındaydı ve ailesine düşkün bir kızdı, genellikle büyükleriyle iyi geçinirdi ama anneannesinin yeri bir başkaydı çünkü ikisi yalnızca anneanne-torun değil, çok iyi iki arkadaştılar. Ailede kimseye anlatmadığı şeyleri altmış yedi yaşındaki Nezihe’ye anlatırdı ve onun hoşgörüsüne hayrandı. Güzel bir kız olduğu için peşinde bir sürü erkek vardı, karşı cinsle olan ilişkilerini en çok anneannesiyle konuşurdu. Hatta onları birbirlerine benzeten de çok olurdu. Nezihe de gençliğinde güzel bir kadındı, etrafında ona hayran çok erkek vardı ve güleryüzü, canayakınlığı ile pek çoğunu kendine bağlamıştı.

Büyük ninenin giyeceklerini ayırmaya, eşyalarını toplamaya bütün aile yardım ediyordu. Her gün aileden birileri geliyor, bu işlerle uğraşıyorlardı. O gün de Nezihe’yle torunu Merve gelmişti. Oturma odasındaki dolapları boşaltıyor, atılacakları ayırıyorlardı. Tesadüfen ellerine eski fotoğrafların olduğu bir kutu geçti.  Merve, bazılarını daha önce defalarca görmüş olduğu eski fotoğraflara büyük bir ilgiyle bakmaya başladı. O anda eski fotoğraflara bakmak çok hoşuna gitmişti çünkü bu, bir anlamda yaptığı işten kaytarmak demekti. Pencerenin önündeki sedire oturup, sanki o anda görevi bu fotoğraflara tek tek dikkatle bakmakmış gibi hepsini incelemeye başladı. Bir anda anneannesine döndü ve “anneanne, şu küçük kız annem mi?” diye  sordu. Gerçekten merak etmişe benziyordu. Nezihe, dolabın önünde oturduğu yerden kalkıp Merve’nin yanına gitti. Elinden fotoğrafı alıp baktı, suratı birden değişti, yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı, yanakları pembeleşti ve gözlerini fotoğraftan ayırmadan daldı gitti. Duygusallaştığı her halinden belliydi,  bunu Merve’den saklamaya hiç gerek duymuyordu, hatta sanki sorsa da anlatsam diye bekler bir hali vardı. Merve, anneannesini iyi tanıdığı için, fotoğrafı gördüğü andan itibaren onda bir değişiklik olduğunun farkına varmıştı. Şakacı bir ses tonuyla “Anneanne sevgilinin fotoğrafına baksan ancak bu kadar olurdu,  kırıtmaya başladın sen, n’oldu ki, alt tarafı annemin çocukluk fotoğrafı bu!” dedi. “Bu fotoğrafın hikâyesini bilsen hiç böyle söylemezdin” diye dalgın dalgın mırıldandı Nezihe. Merve sabırsızlıkla, “E hadi anlat da bileyim o zaman!” dedi. Nezihe o andan itibaren neredeyse kırk yıl öncesine döndü ve o yılları yeniden yaşamaya başladı. Gözlerini fotoğraftan ayırmadan konuşuyordu:

“Bu fotoğraf, Ulus’taki Lunapark’ta çekildi, annen daha 5-6 yaşlarındaydı, ben de çok gençtim. Bir gün deden ve ben anneni Lunapark’a götürdük, bütün çocuklar gibi çok mutluydu, o gün o kadar şimardı ki, ne dondurmaya doydu, ne oynamaya… Bu fotoğrafı da deden çekmişti, hatta annenin elindeki dondurma dedenin. O zamanlar, deden fotoğraf çekmeyi çok severdi.”

“Ama eminim anlatacağın şey dedemin fotoğrafçılığı ile ilgili değil,” dedi Merve muzip bir tavırla.

“Biraz öyle, biraz değil,” dedi Nezihe ve pencerenin önündeki sedirde torununun yanına oturdu. Pencereden dışarıya bakarak anlatmasına devam etti. Sesi biraz hüzünlü, biraz tedirgindi ama o günleri hatırlamak, hatta sanki eline fırsat geçse yeniden yaşamak istiyordu.

“Deden, bu fotoğrafı çekmek için bayağı zaman harcamıştı o gün, hatırlıyorum… Ben de kenarda bekliyordum ve birden uzaktan beni seyreden bir adam gördüm. Uzun boylu, zayıf, eli yüzü düzgün ve iyi giyimliydi. Neden baktığını anlayamadım, hatta acaba başka birisine mi bakıyor diye etrafıma bakındım ama etrafımda kimse yoktu ve beni seyrediyordu. Bir müddet böyle sürdü, Lunapark’ı gezdiğimiz sürece çaktırmadan beni takip etti. Bir ara birbirimize çok yaklaştık, bir baktım kumral tenine çok yakışan yemyeşil gözleri var, ne yalan söyleyim, o anda çok etkilendim.”

“Anneanne, dedem çok çapkın ve seni sürekli aldatan bir koca olmasaydı acaba bu adamdan yine çok etkilenirmiydin?”

“Bilmiyorum, etkilenebilirdim… O gün öyle geçti ama bizim mahalleyi öğrenmişti ve iki gün sonra bakkala giderken karşılaştık, daha doğrusu beni beklediğini sonradan anladım. O anı hiç unutmuyorum, kalbim kafesinde çırpınan bir kuş gibi pırpır ediyordu, benimle konuşmaya başladığı zaman ona neler söylediğimi hiç hatırlamıyorum bile… Her neyse, bu şekilde tanıştık, adı Necatiydi, o da evliydi ama aynı benim gibi o da mutlu değildi. İki tane küçük çocuğu vardı ve karısından boşanmak istiyordu. Gel zaman git zaman, birbirimizi daha iyi tanımaya başladık ve tanıdıkça daha çok sevdik, birbirimize ulaşamadığımız için ilişkimiz hiç yıpranmadı, aramızda kırıcı, üzücü hiçbir şey geçmeden birbirimizi terketmek zorunda kaldık.” Merve, şaşkınlık ve merak içerisindeydi. Yaşını başını almış, sevimli ve kendi halinde anneannesinin anlattığı yasak bir aşk hikâyesi onu afallatmıştı. Herkesten umardı ama ondan  asla! Aslında, Nezihe bağnaz ve tutucu bir kadın değildi ama anneanneydi işte! Ayrıca, kocasından çok çekmiş bir kadındı, onun minik bir aşk yaşamasını çok görmemek lazımdı belki de. Merve, bir müddet ne diyeceğini bilemedi ve ona sormak istediği hiçbir soruyu da soramadı, anneannesinin kendi isteğine bıraktı ama kafasındaki bir takım soru işaretleri cevapsız kaldı…

Nezihe, çoktan yan odaya geçmiş, öbür dolapları boşaltmaya başlamıştı bile ama hikâyesini anlattığı fotoğraf  Merve’nin elinde kalmıştı. O da fotoğrafı diğerlerinin arasına soktu ve yardım etmek üzere yan odaya anneannesinin yanına geçti, gözgöze geldikleri an birbirlerine gülümsediler, bir sırrı paylaşmış olmak ikisine de iyi gelmişti.

Arzu Özgen – edebiyathaber.net (25 Şubat 2016)

Paylaş:

Yorum yapın