Fanzin: Başka çaren yok | Hilal Tüzün

Ocak 2, 1980

Fanzin: Başka çaren yok | Hilal Tüzün

6-evsiz-insan-kopeklerKöpeği boynundan öptü. Tasmasının kadın parfümü koktuğunu o zaman fark etti, oysa birkaç gündür beraberdiler. Tasma çok güzeldi, deriydi ve üzerinde parlak taşlar vardı. Eklemleri şişmiş parmaklarını taşların üzerinde gezdirdikten sonra hayvanın yüzünü avuçlarının arasına aldı. “Boynundakini çıkarsak diyorum, pahalı bir şeye benziyor, satarız,” dedi.  Köpek başını yana eğdi, gözlerini kaçırdı. Sonra yumuşak bir hareketle kendini geriye çekerek elinden kurtuldu. Silkindi. Adam gülümsedi: “Demek terk edildin ve pişman olup dönmesini bekliyorsun.”

Cebindeki ezilmiş yarım sigaralardan birini çıkardı.  İzmariti kirli parmaklarının arasında yuvarlayarak eski haline getirmeye çalıştı, yaktı. Sönmemesi için elini siper ettiği kibritin ateşinde çehresi aydınlandı. İşte o zaman yüzünde pişmanlığın ötesine geçtiğini gösteren çizgiler ortaya çıktı. Bir de yamuk burnunun deliklerinden birinin diğerine göre ne kadar büyük olduğu… Aynı anda caminin hoparlörlerinin açıldığını işaret eden cızırtılı bir ses geldi. Sigarasından derin bir nefes çekti. Ezan sesi eşliğinde rüzgârın caddedeki yaprakları, poşetleri, gazete kâğıtlarını süpürmesini seyretti. Parmakları yanmaya başlayınca izmariti yere attı, ayağının altında ezerken mırıldandı, “Unut onu, dönmez.”  Sonra kendisinden hiç beklenmeyecek ani bir hareketle hayvanın boğazına yapıştı, tasmayı çıkarıp demirlerin üzerinden cami avlusuna fırlattı. Köpek koşarak giderken ardından bağırdı, “Bir an evvel alışsan iyi olur.”

Cami avlusunda arbede koptu. Namaza gelenler ibadetlerini bozmasından korktukları kara köpeği kovalıyorlardı. Hayvancağız ağzında tasma bir o tarafa bir bu tarafa koşuyordu. Hâlbuki bıraksalar, kendiliğinden dışarı çıkacaktı. İçlerinden biri avlunun kapısına dayanıp onları seyreden keçeleşmiş saçlı, sol gözünün yerinde küçük beyaz bir top olan siyah paltolu adamı fark etti. Bağırdı. “Osman abi çekil oradan da şu hayvan çıksın.”

Oysa adı Kamil’di. Zaman zaman rüyalarında ya da güpegündüz beliren sanrılarda onu bu isimle çağıran insanlar görürdü de oradan biliyordu. Mesela kumral dalgalı saçlı, beyaz bir arabaya binip giderken onu görmezden gelerek yanındaki erkeğe sarılan genç güzel kadın. Konuşurken yüzüne bakmayan, “Sosyolog değil, doktor olmalıydın,” diyen orta yaşlı nursuz adam. Bıkmadan usanmadan, “Adını aldığın dedene layık olmalısın,” derken büyüyerek kocaman kara çukura dönüşen bıyıklı bir ağız. Tam içine düşecekken kumral saçlı kadın elinden tutup çekerdi. Dudaklarına sıcak, ıslak, yumuşak öpücükler kondurduktan sonra çıngıraklı bir kahkaha atarak ortadan kaybolurdu. Dayanamayıp kafasını yumruklamaya başlayınca hepsi gider, yerlerini o ağrılı uğultuya bırakırlardı. İşte o hiç gitmezdi. Kafasının içinde dolaşıp duran hikâyelerin başını ya da sonunu bir hatırlayabilseydi… Ya da soyadını…

Kaldırımdaki yerine döndü. Paltosunun eteklerini topladı. Mukavva kutuları ezip üst üste koyarak yaptığı koltuğuna oturdu. Sırtını cami avlusunun duvarına yasladı. Tam o sırada köpek acı bir çığlık attı. Kamil’in böğrü sızladı. Cemaatin fırlattığı takunyalardan birisi kafasına isabet etmiş, tasma ağzından düşmüştü. Nereden geldiği belli olmayan o kalın sopa da hayvanın sırtına indi. Gırtlağından hırlama ile havlama arası bir ses çıkınca Kamil eliyle sol gözünü kapattı, kesik kesik nefes almaya başladı. Rastgele savrulan tekmeler iyice canını yakıyor olmalıydı. Çıkardığı sesler inlemeye dönüşmüştü. Kamil elleriyle kulaklarını kapattı, bir cenin gibi kıvrılıp yattı. Sokakta sabahladığı o ilk gecede olduğu gibi…

Gözlerini açtığında köpek yanına uzanmış yaralarını yalıyordu. Elini uzattı, şefkatle başını okşarken mırıldandı: “Anladın değil mi? Çaren yok. Her şeyi başka bir hayata erteleyeceksin…”

Hilal Tüzün – edebiyathaber.net (27 Ekim 2014)

Paylaş:

Yorum yapın