Her şairin gönlünde dünya çapında tanınmak, şiirlerinin yabancı dillerde okunması vardır. Şiirleri keşfedilecek, yabancı dillere çevrilecek, dergilerde çıkacak, kitap olarak basılacak, nihayet tanınacaktır. Türk şairlerinin önünde Nâzım Hikmet örneği vardır. Hepimiz büyük şairimizin dünya çapındaki başarısını bilir, ona özeniriz. Ama onun nasıl dünya çapında bir şair olduğunu, şiirlerinin onlarca dile çevrildiğini pek bilmeyiz.
Durup bekleyerek şiirlerimizin keşfedilmeyeceğini anlayınca bir şeyler yapmamız, yani kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi gerektiğini anlarız. Kendini tanıtmanın ilk adımı da yabancı ülkelerde şiir festivallerine katılmaktır. Şiir festivaline katıldığımızda o ülkenin şiirseverlerince bizzat bizden şiirlerimiz dinlenecek, beğenilecek ve tanınma yolunda ilk adımı atacağız diye düşünürüz. Tabii çevirmenler, editörler de olacaktır şiirlerimizi beğenenler arasında.
Katıldığım ilk şiir festivali Dünya’da en tanınmış festivallerden, Makedonya’dakİ Struga Şiir Festivali’ydi. Açılışını cumhurbaşkanının yaptığı, televizyondan canlı olarak yayınlanan, halktan büyük ilgi gören bir festivaldi Struga. Festivale Özdemir İnce’yle birlikte katılmıştık. Arife Kalender de davetli şairler arasındaydı. Yıl 2000.
Struga Şiir Festivali’ne Dünya’nın her yerinden onlarca şair katılıyordu. O kalabalığın içinde fark edilmek pek mümkün görünmüyordu. Yine de şanslıydık, Makedonya’daki Türk toplumu sayesinde televizyon ve radyo programlarına katıldık. Yani küçük de olsa bir ilgi halesi oluştu. Festival sırasında Dumitru M. Ion’la tanıştım. Dumitru, şair eşi Carolina Ilica’yla birlikte Romanya’nın Agreş kentinde bir şiir festivali düzenliyordu. Bu festivale şair arkadaşlarım Adnan Özer ve Tuğrul Tanyol’un katıldığını biliyordum. Hoş anılar da anlatmışlardı.
2001’de katıldığım Agreş’teki festival Struga’nın tam tersiydi. Halk festivale hiç ilgi göstermiyordu. “Şairlerarası festival” deyimini de böylece öğrenmiş oldum. Festivale katılan şairler dışında hiç izleyicisi yoktu. Küçük kasabada birbirimize bol bol şiirler okuduk. Bol bol sohbet ettik. İlk ve tek ödülümü (!) de orada kazandım.
Dumitru’nun bir yayınevi de vardı ve Dünya şairlerini yayınlıyordu. Festivale katılan diğer şairlere olduğu gibi bana da Romence’de şiir kitabımı yayınlamayı teklif etti. Ödül kazanmakla kalmayacak bir de yabancı dilde kitap sahibi olacaktım. Yani hayallerdeki Dünya çapındaki şöhretin yolu katıldığım ikinci festivalde açılıyordu.
Ortada garip bir düzen olduğunu anlamamız için çok geçmesi gerekmedi. Her şey “mış gibi” yapılıyordu. Festival dediğim gibi şairlerarasıydı kimse izlemiyordu ve Eric Stinus gibi değerli isimler vardı ama özellikle Avrupa ülkelerinden gelen şairlerin bazılarının henüz kendi dillerinde kitabı bile yoktu. Dumitru karma bir yapı kurmuştu. Eric ve benim gibi birkaç şairi vitrin yapmak için davet etmişti, diğer konuk şairler ise kendi masraflarını fazlasıyla ödeyerek festivale katılmıştı. Romence’de kitapları yayınlanırsa, bu yayın için de maliyetin çok üstünde bir para ödeyeceklerdi. Yani tam anlamıyla bir festival turizmiydi yapılan ve şairlerin dünyaca tanınmak, yabancı dillerde yayınlanmak arzuları istismar ediliyordu.
Sonraki yıllarda şair turizmi hızla yayıldı. Özellikle Latin Amerika, Hindistan ve Balkan ülkelerinden bazı “festivaller” işi iyice ticarete döktü. Festival yöneticilerinin kazanç kapısı halini aldı. Festival davetleriyle birlikte gelen programların turistik niteliği, gezmeye verilen ağırlık bu tavrı kolayca anlamayı sağlıyor. Normal bir festival davet ettiği şairleri misafir eder ve telif ücreti öder. Bunlar ise üste para alıyorlar. Şairlerden fuara katılım ücreti olarak istedikleri para, o şehre turist olarak gidildiğinde yapılacak masraftan çok daha fazla.
Hintliler hiç festivale katılmadan katılmış gibi berat vermek, festival kitapçığında şiirlerinizi yayınlamak, antolojide yer vermek gibi daha ekonomik önerilerde de bulunuyor. İstenen ücreti verirseniz bir ödül kazanmanız da mümkün. Tabii tüm bunlar kendilerini ve çevrelerindekileri “Dünyaca meşhur şair oldum” diye kandırmak isteyenler için.
Peki bir şiir festivaline katılıp şiirlerini yabancı dillerde yayınlatmak mümkün değil mi? Tabii ki mümkün. Festivallerde tanışan şairler birbirlerinin şiirlerini çeviriyor, ülkelerinin edebiyat dergilerinde yayınlatıyor. Hatta şair editörlere rastlamak kitabını yayınlatmak da mümkün. Festivallerin en önemli işlevlerinden biri de bu zaten. Fransa’nın önce Lodeve, sonra Sete şehrinde yapılan Voix Vives Akdeniz’den Akdeniz’e Şiir Festivali gibi bazı büyük şiir festivalleri şiir editörlerini, yayıncıları da davet ediyor. Küçük birer şiir kitapları fuarı da açıyorlar festival sırasında. Festivallerde böyle tanışmalar sayesinde birçok şairimizin şiirlerinin yabancı dillere çevrilip dergilerde yayınlandığını, kitaplaştığını biliyoruz. Peki bu çabalar beklenen ünü, dünya çapında tanınmayı getiriyor mu? Olumlu cevap vermek zor.
Tersten bir soru sorayım, iyi bir şiir okuyucusu olarak Dünya şiirinden yaşayan kaç şairin adını sayabilirsiniz? Cevat Çapan onlarca yıldır dünya şiirinden çevrilmiş yüzlerce, belki binlerce şiiri Cumhuriyet Kitap ekinde yayınlattı. Antolojiler hazırladı. Kaçının şiir kitaplarını edinip okuduk! Daha da beter bir soru sorayım. Bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nü çok değerli bir şair kazandı. Peki Türkiye’deki yayıncısı Louise Glück’ün yıllardır baskısı bulunmayan şiir kitabını neden yeniden basmadı? Neden başka bir yayınevi şiirleri zaten Türkçeye çevrilmiş olan Glück’ün yeni bir kitabını yayımlamadı? Çünkü yayıncılar satış şansı görmediler. Şiir deyince Nobel’in bile ehemmiyeti yok.
Dünya dillerinde şiirleri yayınlandığında Türk şairlerinin başına gelen de bu. En muteber edebiyat dergisinde şiirleriniz yayınlansa bile bir sayılık ömrünüz var. En iyi yayınevinden kitabınız çıksa bile her gün yayınlanan yüzlerce kitap arasında görünme ihtimaliniz yok gibi.
Çeviri şiir çok az okunuyor. Çok az çeviri şiir kitabı yayınlanıyor. Türkiye’de de Dünya’da da durum aynı. Yani “Dünyaca meşhur şair olmak” büyük bir hayal.
edebiyathaber.net (21 Temmuz 2021)