Deniz Yalım Kadıoğlu’ndan “Peki Ya Sonra” adlı öykü

Ocak 30, 2005

Deniz Yalım Kadıoğlu’ndan “Peki Ya Sonra” adlı öykü

İhsan Bey sizi çok beğeniyorum. Her salı içimde aşk cüceleri bayram ediyor. Susturmak istesem de kıyamıyorum. Yüzüme baksalar hiçbir şeyim yok, çocukları uğurlarken, ortalığı toplarken hep öteki sabahların ifadesi. Ne giyeceğimi bile düşünmüyorum, saçımda aynı telaşlı dalga. Oysa uyanıp da kalbimi duysalar… Sizi görmek için çırpınıyorum.
  Yalnız o gün, haftanın ikinci günü üstümde bir ağırlık oluyor. Zincirimi daha çok hissediyorum. Otobüse yürürken neredeyse topallıyorum. Bileti uzatınca sağ bacağım basamakta kalıyor, son bir gayretle yanıma çekiyorum. Bilsem ki sizin düşleriniz de bana bakıyor, o zaman her ağrıya katlanacağım. Ayağımın takıldığı her şeyi, çürük masa bacağını, kitaplığın üst rafını, dolaptaki askıları sürükleyip arkanızdan geleceğim. Ama siz bunu bilmiyorsunuz.
  Bugün toplantı odasına üçüncü girdim. Özellikle karşınıza oturdum. Başınızla beni selamladınız,  yalancı demesem de sıradandınız. Cüceler buna bile kadeh kaldırdı. Önünüzde grafikli dosyalar vardı, haftalık raporunuzu sunacaktınız. Ciddiyetle dinlemeye başladım. Kollarınız kassız ama kalındı, elleriyle konuşanlardandınız. Birden çocukluğunuz karşıma çıktı. Gözleriniz yine iri ve açık, hiç görmediğiniz ülkeleri anlattınız. Eğilip gamsız başınızı okşadım. Müdür bey söz almasa birlikte gazoz da içecektik. O konuşurken hep yüzünüze baktım. Biçimliydi kaşlarınız, mavi gömlek esmer teninize ne de yakışmıştı. Benim olsaydınız sizi mavilere sarardım. 
  Hane halkından konu açıldı, biri ayrıntılı yorumlara başladı. Aklım sizin hanenize takıldı, kim bilir evinizde nasıldınız? İki yaşında bir kızınız vardı, hayatta en çok ona âşıktınız. Size kapıyı kim açıyordu? Eminim açanı kucaklıyordunuz. O kolların arasında ben olsaydım, her akşam bana hoş gelseydiniz… Kalkıp arka masaya yöneldiniz, Şoför Osman gibiydi adımlarınız. Sayenizde cücelere eğlence çıktı. Biri kahveci oldu, öbürü müşteri, kollarını aça aça yürüdüler. Gülmekten yorulunca uyudular. Alınmayın ne olur, hem haksız mıydılar, evde de böyle, koltuğunuzdan kalkıp mutfağa gidiyordunuz. Üzerinizde eski bir şort ve kolsuz tişört, dolaptan su alıp içiyordunuz. Viski şişelerinde saklıyordunuz suyu ama aslında rakıyı severdiniz. Bir de iyisinden karpuzu. 
  Yarım saat sonra toplantı bitecekti. Yüzüme bir kez olsun bakmadınız. Belki siz de benim kadar korkuyordunuz. Çıkışta bir çaylık işimiz vardı, ilk cümlede her şeyi anlayacaktık. Ne olurdu sanki soruverseydiniz? İskelenin yanındaki kahveye gider, kıyıdaki masalara otururduk. Tam sohbete girecekken dalga çıkardı, çaresizce ıslanıp gülüşürdük, “Hay aksi!” İşte o zaman sahiden gülerdiniz. Masal çocukları gibi susardı cüceler, iki ıslak yabancıyı izlerdi. Gözlerimden geçer, içinizden derdiniz, “Niye daha önce bulmadım seni?” Dudaklarım sıkılırdı, yapacak şey yok. Ya elimi tutacaksın ve gideceğiz buralardan ya da ceketindeki tuzlu su gibi kuruyacağız. O anda bir martı konardı masamıza, tostun son lokmasını çalardı. Sorardınız, “Bir çay daha?” Sorardım, “Peki ya sonra?” Yüzünüz ellerime düşerdi. 
  İhsan Bey düşlerim öylesine kısaydı ki, ancak cücelerle konuşabilirdim. Kan ter içinde kalsam da uzatamaz, ertesi sabaha bırakamazdım. İstemez miydim uçsuz bucaksız bir ovam olsun, tam ortasında küçük bir evim, perdeleri aralayıp size bakayım. Zaman bu kadarına izin verirdi. Saat buçuk olunca telefona bakardınız, herkeste aynı yuva telaşı. Karşı semtten bir el zincirimi çekerdi. Otobüse binmeden bir çay içerdim. Gelip de yanıma oturmazdınız. Ayağımı sürüyerek uzaklaşırdım, buluşmamıza tam yedi gün vardı. 

Paylaş:

Yorum yapın