Bir masaldan düşer gibi | Barış Özdemir

Eylül 16, 2015

Bir masaldan düşer gibi | Barış Özdemir

istanbul-istanbul-Front-1“Aslında uzun hikâye, ama ben kısa anlatacağım,” diyerek başlayayım ben de. İstanbul İstanbul adlı yeni romanında Burhan Sönmez, masallarla ördüğü, acıyla büyüttüğü, kanla irinle yıkadığı bu “aziz” şehri tam yüreğinden kavrıyor. 

Keşmekeşinde boğulduğumuz, ulaşım araçlarında kendimizden geçtiğimiz, sokaklarında kaybolurcasına küçüldüğümüz bu şehre olan bağlılığımız nereden gelmektedir? Bu bir inat mı yoksa alışkanlık mıdır? Derin bir tutku? Tek taraflı bir aşk? İnsanı az, yeşili-suyu bol bir sahil kasabasına kısa bir tatilde bile koşa koşa gidip de yine ısrarla İstanbul’da yaşamaklığımız hangi duygunun eseri olabilir? İstanbul İstanbul’da Burhan Sönmez bu soru/n/lara masallarla ördüğü bir yeraltı dünyasından yanıtlar arıyor, bu şehri kimi zaman öldürüp kimi zaman dirilterek. İstanbul’a dair yeni bir ses, yeni bir masal fısıltısı bu roman.

İstanbul’da yerin altında bir işkence merkezi, bir garip sorgu-evi. Bu işkence merkezinde, size tutukluların acılarıyla masalları eşlik ediyor. Bu masallar –yaşı el verenler için– bir çocukluk anısı yerine de geçiyor; elektriksiz, soba başında geçen kış gecelerindeki o ürpertiyi kırma isteğiyle anne-babanızdan dinlediklerinizle hiçbirinizin asla unutmayacağı o beyazın da beyazı geceler… 

“Şu ana kadar yazıma bir netlik kazandıramadığımın farkındayım sevgili okur! Bunun nedenini romanı okuduğunda anlayacaksın” diyecek denli üslûbumu yaraladığım şu anda beni Öğrenci Demirtay’ın üzerine lafını esirgemeyen anlatıcı kurtarabilir:

“Hayat kısa, hikâyeler uzundu. Biz de bir hikâyeye dönüşmek, yaşam denen nehre karışıp gitmek istiyorduk. Anlatmak bu arzunun ifadesiydi.” (s. 141)

Evet, anlatıcı, eserinde ‘bu arzunun ifadesiyle’ olsa gerek, Demirtay’a, Doktor’a, Küheylan Dayı’ya hikâyeler-anılar anlattırıyor; ama en çok da masallar. Masalların arasında saklanmış bir sürpriz gibi birbirlerine sordukları bilmecelerle soğumuş bedenlerini ısıtmak, acılarını sağaltmak, yerin altında bir yerde saati-günü-yönü bilmeksizin yaşama tutunma anlatıları bir çeşit. Yerin altıyla üstü, masal ile gerçek İstanbul Boğazı’ndaki akıntıyla hemhâl bir vaziyette –biri gider, biri gelirken; yönler devrini tamamlar; hayat, tamam’ını kendi içindeki zıtlığında bulurken– birbirini tamamlar tüm zıtlığı içinde:

“Kapının sesi gıcırdarken, birdenbire Doktor’un balkonunda değil yeraltındaki hücrede olduğumuzu anımsıyorduk.” (s. 158)

Yörünge arayışı devam ediyor

‘Gerçeğin yeniden kurgulanmış hali’, diye bildiğimiz ‘kurmaca’ kavramı, İstanbul İstanbul’da alt-kurmacasıyla nehrini buluyor da diyebiliriz, bu yazının yörüngesini bulma telaşını hissettirmemeye çalışarak. Kurmaca kısmı; olaylar yerin altında geçmekte, masal-anlatı-anılarla yerin üstüne, İstanbul’a uzanmaktadır. Alt-kurmaca’sı ise; yerin altının yerin ne kadar altında olduğundan, daha da önemlisi, gerçeğe-akla uygunluğundan tutun da ‘İşkence Merkezi’ndeki nöbetçilerden, oradaki tutukluların tutuklanma hikâyelerinden… Yok yok asıl meseleyi söyleyeyim ben size: Mahizer! Diğer adıyla Yasemin Abla.

Yörünge’nin ışığı

Anlatıcının ‘sarı kahkahalar’ dediği acının tebessüm hali, romanın haliyle oldukça örtüşüyor. Anlatımı yalın, duru, içindeki masallar gibi diri bu eser için bir zorluk-ağırlık aranacaksa, kafası karışık, diyebiliriz. Her bir masal, her bir karakter kendi içinde bir bütünlüğe sahipken; anlatımı bir kilimin simetrisi ve o kilimi dokuma halindeki ritminde ilerlerken, bu akıntı, bu girdap hali nereden, nasıl geldi! Ama akıntı hali işte, kendinizi anlatıcının imgelemine güvenle bırakıyorsunuz; anlatıcı gizli bir yönetmen. Öyle. Ses edemiyorsunuz. Çünkü anlatıcının karakterleri-masallar aracılığıyla fısıldadıkları, hani çok da yabancısı olduğunuz düşünceler değil gibi:

“Ama merak ediyordum, kentin üst tarafındakiler bizi umursamazken, yeraltında acı çekmemizin anlamı neydi? (s. 143)

Yörüngeler arasında

Roman, gücünü/etkisini zıtlıklardan alıyor. Hayal ile gerçek, bu bağlamda romanın çıkış noktası. Hayalden gerçeğe, gerçekten masallara evrilen bu özel dünyasında politik kimliğiyle aşk arasında kalır gibi görünen İstanbul İstanbul, insanoğlunun müzmin hallerinden de (arayışlar, varoluş süreci ve sancıları, sonuçları…) oldukça besleniyor. Peki ya bu koca şehir? Yazarın bu bahiste de diyecekleri var; tabii kurmacası içinde

Kendime bir yörünge buldum

Romanın girdabına isteseniz de kapılamayacaksınız sevgili okur! İsterseniz varın Zinê Sevda’nın duruşunda bulun kendinizi, isterseniz Berber Kamo’nun aşklarında kaybolun.

Haymana Dağı’nın yamacında atıyla ilerlerken bir pınarın başında gördüğü yeni geline vurulan delikanlı, anlatıcının kendisine (ya da bir başka kurmaca kişisine) göz kırpışı; bu delikanlının beyaz gömleğine damlayan kan, İstanbul’a bir ah; Çakmak Ali de hayatın bize tokadı olsun!

Barış Özdemir – edebiyathaber.net (16 Eylül 2015)

Paylaş:

Yorum yapın