Bertolt Brecht: “Biçimcilik üzerine notlar” | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

Mart 30, 2016

Bertolt Brecht: “Biçimcilik üzerine notlar” | Prof. Dr. Onur Bilge Kula

onur-bilge-kula-1024x680-596x397Brecht, “Biçimcilik Üzerine Notlar” [1] adlı yazısında şu noktaları öne çıkarmıştır:

I

Brecht’in vurgulamasıyla, “edebiyatta biçimciliğe karşı savaşım” büyük önem taşımaktadır ve salt bir “aşama” ile sınırlı değildir. “Edebiyatın toplumsal işlevini yerine getirebilmesi için,” söz konusu savaşım “bütün genişliği ve derinliği içinde” sürdürülmelidir. “Boş biçimlerin, hiçbir şey söylemeyen söylemenin” tasfiye edilebilmesi için, biçimler “toplumsal işlevlerinden ayrılamaz; onlardan bağımsız olarak kabul edilemez ve reddedilemez.”

“Eski yapıtlardan biçimsel olarak öğrenmek olağandır” diyen Brecht’e göre, geçmişten yararlanmak olağandır. O nedenle, “daha önceki aşamaların üzerinden atlanamaz.” Yeni, “eskiyi aşmalıdır”; ancak aştığı eskiyi “kendi içinde soyutlayarak bir üst düzeye çıkarmak zorundadır.” Artık yeni bir öğrenmenin, “eleştirel bir öğrenmenin, yeniden biçimlendirici, devrimci bir öğrenmenin” söz konusu olduğu kabul edilmelidir. Yeni vardır; ancak bu yeni “eski ile savaşım içinde oluşmaktadır.” Öğrenme, bazılarının sandığı gibi, “biçim işi” değildir; “eleştirel bir öğedir.” Bazen “komik olaylar” olduğunu belirten Brecht’e göre, “biçim ile içerik bir birine karıştırılmakta; yazarın eğilimi, malzemesinin eğilimiyle çelişki oluşturmaktadır.”  

Bunun yanı sıra, “hiç gerçekçi olmayan duyu(m)cu yapıtlar veya hiç duyucu olmayan tümüyle gerçekçi yapıtlar olmasına karşın, gerçekçilik duyuculuk” (sansüalizm) ile eş tutulmaktadır. Birçok kişi, “plastik betimlemenin” yalnızca duyucu temelde gerçekleşebileceğini sanmakta, bunun dışında her şeyi “sanki plastik röportaj olmazmış gibi, röportaj” olarak adlandırmaktadır. “Biçimleme” salt “biçimsel bir iş” olarak gösterilmektedir. Estetizm “katıksız estetik bir söz-varlığı” ile biçimcilik de “salt biçimleri” düşünmek suretiyle aşılmak istenmektedir. Bütün bunların yanı sıra, edebiyatın “görevi”, “yalnızca edebiyat olmaktır.” Yazarların göreviyse, edebiyatın biçimlerini “düzeltmektir.”

Bir şeyin ancak karşıtıyla öğrenilebileceğini öne süren Brecht’in anlatımıyla, aslında değişiklik olmayan, “biçime göre değişiklikler” anlamında betimleme “yalnızca dışsal şeyleri” yansıtır. Bu tür betimlemeler, “bir yargı biçimlemeye” elverişli değildir; bunlardan ancak “biçimin gereğini yerine getirmek, biçimi korumak için biçimsel davranış, kâğıt üstündeki yaratımlar” türetilebilir. Bunların tümü biçimciliktir. Yazınsal kavramlar söz konusu olduğunda, o kavramların “diğer alanlarındaki anlamlarından” uzaklaşmamak gerekir. Dolayısıyla, “edebiyatta biçimcilik, yazınsal bir şeydir; ancak salt yazınsal bir şey değildir.” Aynı şekilde gerçekçilik kavramı, diğer alanlardaki “gerçekçi davranma, gerçekçi yargılama” gibi anlamları gözetilmeden doğru tanımlanamaz.

II.

Brecht’in saptamasıyla, “salt bazı tarihsel ve geçici biçimlere saplanıp kalındığı takdirde, biçimciliğe karşı savaşımın kendisi çok kısa sürede umutsuz bir biçimciliğe” dönüşebilir. Bu saptama şöyle örneklendirilebilir: Yüksek kapitalizm gerçekliği içinde “kapitalistlerin, insanların tam yetkinleşmesini ihmal etme arzusunun yanı sıra”, insanları gerçekten “kötürümleştiren, tek-yanlı yapan, içlerini boşaltan” yönlerini, dolayısıyla da “kötürümleştirilmiş, tek-yanlı, içleri boşaltılmış” insanlar bulunur. Bu tür insanları anlatan yazarlar, “kapitalistlerin arzusunu savunmak veya insanlarına bir kapitalistin davrandığı gibi davranmak” ile suçlanamaz.

Doğaldır ki, “tam insanlık uğruna yürütülen savaşım, savaşan insanlar içinde insanlığı yeniden açımlar.” Fakat bu “karmaşık bir süreçtir” ve sadece “savaşanlarda” gerçekleşir. İnsanları “kapitalistlerin yaptığından daha ‘başka’ değerlendirmeye uğraşan”, onları “dolgun, uyumlu, ruhsal bakımdan zengin” diye betimleyen yazar, yalnızca “kâğıt üstünde ‘dolgun’ insanları biçimleyebilir ve berbat bir biçimci olurdu.” Balzac’ların tekniği, “Henry Ford’tan Vautrin türü bir kişilik yaratmaz”; daha da kötüsü, “zamanımızın sınıf bilinçli proletaryasının yeni insanlığını biçimlemeye de” izin vermez.

Balzac’tan “haz almayı öğretme” çabaları, “yeni çağdaş roman için yapılandırma yönergesi” türetmeye dönüşmemelidir. Balzac’tan haz almak için,  onun romanlarını “bir bütün olarak almak”; Balzac’ın yaşadığı “zamanı duyumsayabilmek”; o dönemi “tümlenmiş, dolgun, özgün bir şey” olarak görmek, ayrıntıya batmamak gerekir. Onun romanlarından romanı “inşa etme yönergesi” çıkarmak için, o zamanı duyumsamayı başarmakla birlikte, “teknik hususları geçerli kılmak gerekir.” Böylece, “kendimizi eleştirmenlere dönüştürürüz; yapılandırıcı/inşa ediciler olarak okuruz.”

III

“İdil”e tutku, Lukacs’ın “Balzac’ın klasik burjuva anlatısının Dos Passos gibi yazarlarca tahrip edilmesinden duyduğu kederde” açığa çıkar. Lukacs, çağdaş yazarın, “Napolyon sonrası Fransa’nın rekabet savaşımlarının Balzac’a özgü romantikleştirici anlatı tarzını” gereksinmediğini görmek istememektedir. Edebiyat tarihinden “sınıfların savaşımını” uzaklaştırma, Lukacs gibi “sınıf savaşımcısı” biri için, “tarihi hoş gösterme” demektir.

Edebiyat tarihi, sosyal tarihi biçimleyen sınıf savaşımlarını da yansıtır. Edebiyatta da savaşımlar gerçekleşir; “savaşımsız olarak” bir dönemin veya bir geleneğin yerini bir başkası almaz. Dolayısıyla, “mirasın üstlenilmesi savaşımsız bir süreç/oluş” değildir. Bu noktada “miras bırakanın yaşlılığa bağlı zayıflık veya güçlerinin doğal çöküşü sonucu ortaya çıkan ölümünden sonra yalın olarak biçimler miras kalmaz.”

Brecht’in belirlemesi uyarınca, bir yazınsal dönemde “toplumsal gerilimleri kasten göz ardı edenler ve bunların yansımaları olan kişilerin yazgılarını sanki bu gerilimler yokmuş gibi oluşturanlar, bu gerilimlerin olmadığını kasıtlı olarak kanıtlamaya kalkışanlar ve bunları verili, doğal (kaçınılmaz, yok edilemez) olarak görenler” edebiyatçılar olduğu görülür. Dördüncü bir küme, söz konusu gerilimleri “çalışarak ortaya çıkarır yan tutar ve bu gerilimleri ortadan kaldırılmaları için önerilerde bulunur.”  Beşinci kümeyse, “gizlemenin kötü ününden aldıkları hazla adeta sarhoş olur.” Eş zamanlı olarak “farklı parolalar” altında çalışan başka kümeler de vardır. Ayrıca, “bütün bu kümelere veya bunlardan bazılarına aynı anda ait olanları”, bir başka deyişle, “kâh bu konumu, kâh öbürünü takınanlar da” bulunmaktadır.

Faşizm, “büyük formalisttir (biçimcidir); planlı ekonomi yapar; ancak yaptığı planlama anarşist üretim tarzını yok etmek yerine, onu istikrarlılaştırır. Hummalı şekilde tahrip malzemesi üretir; sınıfları değil, sınıf önyargılarını yok ederek, sınıf savaşımını ortadan kaldırır. Yığınları açlığa mahkûm eden işsizliği alt eder; istihdam yaratır; ancak yarattığı istihdam yığınları açlığa mahkûm eder. Alman halkını lekeleyenler ve lekelenenler diye iki kümeye ayırmak suretiyle, onurunu rehabilite eder. Onları dünyanın efendisi yapma sözü verir; ancak küçük bir kliğin tutsakları durumuna getirir. Büyük halk oylamalarıyla kendi iradesine uydurduğu halkın iradesine uyar. Rejim durmaksızın ve her zaman halkçılığa/milliciliğe en büyük değeri verir; her zaman halktan ve halktan söz eder. Her şeyi halktan sayar; ancak halk olarak ortay çıkan şeyi halktan saymaz. Dolayısıyla, halkçılık/millicilik kavramını en keskin eleştiriyle birlikte kullanmakla çok iyi yapıyoruz; çünkü biz rejimin biçimsel olarak temsil ettiği halkı, gerçekte biz temsil ediyoruz. Biz halkı temsil ettiğimiz için ülkemizden kovulduk. Bizi izleyen sürülerden kaçarken, onur adına adımız lekelendi. Biçimsel olarak biz Alman değiliz. Bu rejimi biçimsel olarak alt etmeye çalışmamız, bu rejim tarafından ezilen halkı savaşımında desteklememiz salt biçimsel değildir. Yalnızca protesto etmek ve onun dışında kendi işine bakmak yetmez. Bu çok berbat bir biçimcilik olur. Ayrıca, yazınsal etkinliğin biçimciliğe götüren birçok baştan çıkarması vardır. Sürgüne gönderilen Alman edebiyatı ile ezilen Alman halkı arasında bir bağlantı kurulmuştur; o bağlantıyı kuran ortak düşmandır. Ortak düşman, yazgı birliği yaratmıştır. Ortak acılar açısından bu bağlantı salt biçimsel değildir; ancak bizim çalışmalarımız bu bağlantının derinliğini yeterince gösterememektedir; bunu bilmek zorundayız. Ayrıca, bizim halk kavramımız da her zaman yeterince gerçek değildir. Hala bizden birçokları halkın ne olduğunu kesin bilmemektedir; her birimiz bu konuda yanılabilir ve yanılgı üretebiliriz. Bazıları bunun için yalnızca yalın konuşmak yeterlidir demekte ve “halk karmaşık anlatım tarzını anlamaz” diyerek, karmaşıklıklardan kaçınmaktadır. Bazılarıysa, karmaşık konuşmakta ve büyük yalın temel hakikatlerden kaçınmaktadır. Peki, (bu durumda) Marks’ı anlayan işçilere ne demeli?” Bazılarına göre, Rilke “yığınlar için çok karmaşıktır”; peki, Rilke için “o çok ilkeldir” diyen işçilere ne demeli?  

[1] Bertolt Brecht: “Bemerkungen zum Formalismus”; içinde: aynı yazar: “Schriften- Yazılar”; yayımlayan: Werner Mittenzwei, Aufbau-Verlag, 3. Auflage, Berlin/Weimar, 1981, s. 170- 175

Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (30 Mart 2016)

 

Paylaş:

Yorum yapın