Aykut Ertuğrul, Tea Obreht’ın “Kaplanın Karısı” adlı romanı üzerine yazdı

Mart 1, 2012

Aykut Ertuğrul, Tea Obreht’ın “Kaplanın Karısı” adlı romanı üzerine yazdı

Size Kaplanın Karısı’ndan bahsedeceğim. Şansınız varsa; ben, M. Fatih Kutan ya da Abdullah Başaran unutmazsa buralarda bir yerde kapak resmi de olacak. Kapak tasarımı Siren Yayınları’nın hep yaptığı üzere dikkat çekici. Ama iyi kitaplar basan bir yayınevi için bu ciddi bir sorun, o kadar dikkat çekici ki insan almakla almamak, okumakla okumamak arasında kalıyor; bıçak sırtı tasarım diyelim buna biz. Çok satar, ucuz kitapların tasarımlarına çok yaklaştığı için kitch ile iyi iş arasında gidip geliyor da diyebiliriz. (Eğer Mustafa Çevikdoğan gibi yargılarına güvendiğim bir dostum tavsiye etmeseydi bu sapsarı kapaklı şeyi kolay kolay almazdım. Hele kapağında koca puntolarla “Yılın en iyi kitaplarından biri” ifadesini gördükten sonra.)

Téa Obreght 1985 doğumlu inanabiliyor musunuz? Az sonra 1985 doğumlu birinin romanını, büyük romancıları; ne bileyim bir Marquez’i, bir İsmail Kadare’yi (Ölü Orduların Generali’ni hâlâ okumadım demeyin sakın bana!), Calvino’yu, Kundera’yı över gibi öveceğim. Benim için inanılmaz, doğrusu okurken 1985 doğumlu eski Yugoslav yeni Amerikan vatandaşı bu hanım kızımızın bir yamuğunu bulmak, romanda aksayan bir yer, bir zaaf bulmak için didindim durdum. Ama yok… Çatladım.

Yukarıdaki isimleri rastgele yazmadım, Téa’nin (evet ona ismiyle hitap edeceğim, en azından bu kadarına hakkım var. Yaşca benden küçük sonuçta) romanını okurken pek çok yerde bu ustalar aklıma geldiler. Romanı tadından yenmez hâle getiren büyülü gerçekçi, masallarla örülü anlatım Marquez’i hatırlamam için yeterliydi. Hem bu defa masallar bizim buralardan; cinler, periler, ölülerin kırkı çıkması, kırık çıkıkçılar, köy köy gezen çalgıcılar, kahve falları…

Balkanların, aslında Anadolu’nun dur dur daha doğrusu Eski Osmanlı topraklarının bir Batılı tarafından asla anlaşılamayacağını düşündüğüm sadece hissedilebilecek ruh hâlini yansıtmayı başarmasaydı Kadare’yi, Selimoviç’i neden hatırlayacaktım?

Kurgunun melankoliye kaçmaya müsait bölümlerinde uzun mesafe koşucularına yakışacak bir nefes kontrolü ve kendine güvenle, resmin en ince ayrıntılarına dahi ucuzlaşmadan odaklanma gücüyle, gözünün keskinliğiyle okuru çarpabiliyorsa, ortada etkisi var kendisi yok bir savaş da varsa Kundera da oralarda bir yerdedir.

Ve tüm bu trajedi, çatışma, savaşları anlatırken her an durup kıkırdayacak gibiyse anlatıcı, tekinsiz bir muziplik her satıra sinmişse, Calvino’ya saygılarımızı iletmemek için hiçbir engel yoktur önümüzde.

Daha yazacaktım ama birden şu adı var kendi yok savaşla ne kast ettiğimi de söyleyip kalan tadı kitabı okuyacak olanlara bırakmanın en doğrusu olduğu fikrine kapıldım. Sonuçta burası bir kitap eki sayfası değil, biz de kitap tanıtmıyoruz zaten. (Unutmadan; romanın çevirmeni Merve Sevtap Ilgın olağanüstü bir iş çıkarmasaydı şimdi bunları konuşuyor olmazdık.)

Neden kısa kesiyorum? En iyi ihtimalle final için düşündüğüm pasajı yazmak için sabırsızlanıyorumdur. Son zamanlarda okuduğum en etkili savaş tasviri, savaşın/bombardımanın hayvanları nasıl çıldırttığının anlatıldığı o sahne. Kanımı donduran, Téa Obreht’in ustalığına şapka çıkarttığım o sahne. Buyrun okuyun, siz karar verin.

“Buranın kapanmasıyla ilgili birsürü söylenti dolaşıyordu -sadece büyükbabam değil herkes öfkeliydi ve bunun bir teslimiyet işareti olduğu düşünülüyordu; yetkililer bombardıman bahanesiyle kaynaklardan tasarruf etmek için hayvanları katletmek ile suçlanıyorlardı. Bu duruma içerleyen yetkililer, haftalık gazetede hayvanların güncel fotoğraflarını yayımlıyor; onların sıhhatleri, yavruların doğumları ve hava saldırıları biter bitmez yapılacak düzenlemeler ile ilgili haberleri bildiren bir köşe hazırlıyorlardı.

(…)

Gazetedeki haber kaplana odaklanıyordu, yalnızca kaplana, çünkü, herşeye rağmen, onun için hâlâ umut vardı. Dişi aslanın düşük yaptığından ve kurtların kendi yavrularını –acıyla uluyarak kaçmaya çalıştıkları sırada- bir bir yediklerinden bahsetmiyordu. Baykuşların kendi yumurtalarını kırdıklarından, kuş şeklini almış ve neredeyse hazır haldeki cıvık, henüz olmamış yumurtaları tam ortasından deldiklerinden ya da akşam saldırılarının delici ışıkları altında eşinin bağırsaklarını deşip kendi kalbi durana kadar cesedinin etrafında dört dönen kutup tilkisinden bahsetmiyordu.”

Eşinin bağırsaklarını deşip kendi kalbi durana kadar cesedin etrafında dört dönen kutup tilkisi

Eşinin bağırsaklarını deşip kendi kalbi durana kadar cesedin etrafında dört dönen kutup tilkisi

Eşinin bağırsaklarını deşip kendi kalbi durana kadar cesedin etrafında dört dönen kutup tilkisi

Eşinin bağırsaklarını deşip kendi kalbi durana kadar cesedin etrafında dört dönen kutup tilkisi

Aykut Ertuğrul (farzimuhal.com – 1 Mart 2012)

Paylaş:

Yorum yapın