Ayak bileğimdeki kurdele | Hatice Balcı

Haziran 28, 2021

Ayak bileğimdeki kurdele | Hatice Balcı

Amerikalı yazar Esmé Weijun Wang Tayvan’dan ABD’ye göç eden bir aileden geliyor. Evin içinde kaos ortamında büyüyen Wang lisede intiharı düşünmüş. Yüksek ortalamalı öğrencilik yıllarını belgeleyen lise diplomasını elinde tuttuğu sırada, vücudunda o ellerle açtığı kesikler varmış. Üniversiteyi ailesinden uzakta okumak istemiş. Kaliforniya’dan ayrılmış. ABD’nin diğer yakasında, New York yakınlarındaki Yale Üniversitesi’ne kabul edilmiş. 2002 baharında – Yale’e başladıktan kısa bir süre sonra- Yale Psikiyatri Enstitüsü’ne yatırılmış.

Sanrılar, Halüsinasyonlar

“Şizofreni korkutur. Delilikle özdeşleşen bir hastalıktır. Delilikten korkarız çünkü biz, düzene ve mantığa ihtiyaç duyan yaratıklarız…Kötü şans, hastalık, mutsuzluk, rahatsızlık ve ölüm gibi, kaçınılmaz olsa da öyle değilmişçesine davrandığımız her şeyi toparlayıp kontrol etmenin bir yolunu bulmayı umarız…İnsanlar şizofrenler hakkında sanki ölmeden mezara konmuşlar da etrafındakilerin gözünde çoktan göçüp gitmişler gibi konuşur.” diyor Esmé Weijun Wang: Şizofreni Üzerine adıyla Bilgi Yayınevi tarafından geçtiğimiz Nisan’da Tükçeye kazandırılan denemelerinde; “Tanı” başlıklı ilk bölümde, ilk satırlarda.

İkinci alt başlık “Ruhu Ele Geçirilmiş Kişinin Patolojisi”. Neden tanı? Ruhu ele geçirilen kim? 

Wang’e ilk gençlik döneminde bipolar bozukluğu olduğu söylenmiş. Sistem dışına itilmenin ne demeye geldiğini onun hayatının dönüm noktalarında anlıyoruz. İkinci kez Enstitüsü’ye yatırıldığında Yale yönetimi, Wang’in okula girişini yasaklamış, öğrenci kartına el koymuş. Tedavisi tamamlanır tamamlanmaz JFK Havalimanı’na gitmesini söylemişler. Wang hep bir gün Yale’e dönmeyi hayal etmiş ama yaptığı tüm başvurular cevapsız kalmış. Yasaların tanıdığı engelli öğrenci hakları konusunda duyarlı davranan Stanford Üniversitesi Wang’e kapılarını açmış. Bu üniversitede Psikoloji okumuş, 2006’da mezun olmuş. Sonrasında Stanford, üniversitenin araştırma laboratuvarlarında çalıştırmak üzere Wang’i işe almış, yazar burada bir süre müdürlük görevi yürütmüş.

 Patolojilere gelince: Wang’e ilk halüsinasyonlarından sekiz yıl sonra, yirmili yaşlarının sonlarında bipolar tip şizoafektif bozukluk tanısı, 2015 yılında da Lyme hastalığı teşhisi konmuş. Wang ayrıca bir süre travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) tedavisi görmüş. TSSB ve şizoafektif bozukluğun biraradalığına, “beynin içinde saatli bomba taşımak gibi” diyor.

Gerçek Kuyular, Metaforik Kuyular

Şizoafektif bozukluk, yazarın dahil olduğu tedavi protokolünde bir şeyi değiştirmemiş fakat onun anlamlar dünyasında çok şeyi değiştirmiş: Yüksek işlevli bir hayat sürmesinin, imkânsız değilse de zor olacağı ima edilmiş aslında. Tüm bu güçlüklere rağmen Wang entelektüel çaba gerektiren tam zamanlı işlerde çalışmış. Tırnak içindeki kendi deyişiyle “yüksek işlevsel”liliğini, vakti zamanında Stanford’un ona sunduğu olanakların – C. ile yolunda giden evliliğine de pay ayıralım-  özgüvenini tazelemiş olabileceğine yorabiliriz. 

“Şizofreni ve türleri, toplumun gözünde yüksek işlevli olma potansiyeli ile bir arada bulunan şeyler değildir, dolayısıyla korkutucudurlar. Kimse deli olmak  -hele ki gerçek anlamda bir psikotik deli olmak- istemez. Şizofrenler toplumun en işlevsiz bireyleri arasında görülürler: Bizler evsiziz, ne düşündüğümüz belli olmaz, katiliz. “diyor yeri gelmişken; ve acıtırcasına. Arada bir isimlerini anarak, akıl hastalarının karıştığı kimi toplumsal olaylara/vakalara değiniyor. Bunların arasında cinayet vakaları da var. Bilimsel bulgu ve değerlendirmelerle vakaları birlikte ele alıyor, düşünüyor, sorguluyor. Peki şizofreni hangi noktada tehlikeli hale geliyor ve böyle bir noktaya gelindiğinde yapılması gerekenler neler? Kitapta bu soruların yanıtları var.

Zaman zaman, metaforik çağrışımlar da yükleyerek gündelik hayatımızda bir türlü farkına varamadığımız kafeslerden, çukurlardan, kuyulardan bahsederiz. Wang’in anlatımıyla ciddi zihinsel hastalıkları bulunanlar için ise dünya kelimenin gerçek anlamıyla kilit altında tutuldukları kafeslerle dolu. Mesela, ABD’de zihinsel hastalığı bulunan insanlardan 1.3 milyonunun hapishanelerde bulunduğunu belirtiyor Wang. İntiharın tek seçeneği olduğunu hissetmesi durumu hariç, psikiyatri koğuşlarına/ kafeslerine yatırılmak istemiyor. Hayatının geri kalanında bunu umut ediyor. Zira rızası dışında kliniğine kapatılmak en korkunç travmalarından biri. Dr. Kenneth Casimir’in sözlerini, Wang’in bu dileğinin bir yansımasını içerdiğinden alıntılayalım: “Şizofreni insanlarda görülen en ciddi ve üzerinde en çok çalışılan hastalıklardan biridir. Şizofreninin kendi içinde ve özünde tehlikeli bir hastalık olmadığını söylemekte fayda var. Gözetim altında tutulmasına gerek olmayan, toplumda barınabilecek, otuz beş yaşında pek çok şizofreni hastası var.” Wang’in de, psikozları nedeniyle gerçeklik algısından uzaklaştığı “nöbet” dönemlerinde, kendi kendine geliştirdiği hayata tutunma yöntemleri var. ( Gerçeklik kontrolleri, psikotik bozukluğu bulunan kişiler için yaygın bir araç.) Yazarın korkusunu hafifletecek, gerçeklikte kalmasına yardım edecek yöntemler bunlar: Televizyonda seçili bazı programları izlemek, psikotik zamanlarının fotoğraflarını çekmek gibi…

Vücudum İlaca Direniyorsa Ne Yapabilirim?

Esmé Weijun Wang, psikozlarıyla baş etme mekanizmalarını kendi kendine geliştirmek zorunda hissediyordu. Çünkü doktorları ona, şizoafektif bozukluğunun ilaca dirençli türden olduğunu söylemişti. Uzun psikoz dönemlerinde neler yaşadığını, Cotard Sendromunu, vücudundaki gözle görülür değişimi, gerçeklikle bağını koruma çabalarını anlatmak istedi. Bunu yazarak yaptı. En iyi yaptığı şeylerin başında geliyordu “yazmak”(*). Gerilere giderek, nöbet zamanlarında savrulduğu ruh hallerini bize de açtı; orada mahsur bırakmak için değil, birbirimize daha da yakınlaşarak, hep birlikte hayatta kalabilmemiz için…

Kitabın ilk satırlarından alıntılar yaparak başlamıştık, son satırlarıyla kapatalım öyleyse: “Bu yazıyı yıllardır halüsinasyon görmediğim bir dönemde yazıyorum. Bazen küçük görsel noktalar ya da odada kimse yokken yüksek sesli bir el çarpma sesi geldiği oluyor ama bunun dışında duyularım kurtçuk istilasına uğramış cesetler ve ürkütücü seslerden yoksun. Yaşadığım son sanrısal düşünme nöbeti dört yıl geride kaldı. Ama psikozdan, hatta hafif psikozdan önce gelen, kendimi olduğum yerde dikkatlice muhafaza etmem gereken nöbetler oluyor. Belirli bir tip psikotik ayrışma yaşandığı zaman kurdelemi alıyor, ayak bileğimin etrafına doluyorum. Kendime, sanrılar gelirse veya halüsinasyonlar yine duyularımı dolduracak olursa mantıksızlığın içerisindeki mantığı çekip alabileceğimi söylüyorum. Kaygan bir zihinle yaşamam gerekiyorsa, onu nasıl sabitleyebileceğimi de öğrenmek istediğimi söylüyorum.”

Ek Bilgi:

(*) Ödüllü yazarın yine Nisan 2021’de Bilgi Yayınevi tarafından dilimize çevrilen romanı Cennetin Sınırı NPR tarafından 2016 yılının en iyi eserlerinden biri seçilmiştir. Bu iki kitabın birlikte okunmasını tavsiye ederim.

Şahane Winnie The Pooh’un karakterlerinden Christopher Robin’in psikotik/nevrotik nöbetlerden muzdarip olduğunu biliyor muydunuz? Dizideki karakterlerin temsil ettiği psikolojik arka plan üzerine bkn: https://t24.com.tr/foto-haber/winnie-the-pooh-karakterleri-aslinda-hangi-psikolojik-hastaliklari-simgeliyor,8432/5

Tırnak İçi Alıntılar:

Şizofreni Üzerine, Wang, Esmé Weijun, Çev:Sevim İrem Alkılınç, Bilgi, Nisan 2021, 1.basım, syf.13, 60,  132, 218.

edebiyathaber.net (28 Haziran 2021)

Paylaş:

Yorum yapın