Aslı Eti’den “Kraliçelere Layık Etli Yaprak Sarma” adlı öykü

Haziran 6, 2012

Aslı Eti’den “Kraliçelere Layık Etli Yaprak Sarma” adlı öykü

Malzemeler:
300 gr salamura asma yaprağı, 2 orta boy soğan, 300 gr dana kıyma, 1 su bardağı pirinç, 3 çorba kaşığı sıvıyağ, 1 yemek kaşığı domates salçası, 2 orta boy domates, tuz, karabiber, toz kırmızıbiber. Servis için bir su bardağı yoğurt, bir çimdik tatsız, kokusuz zehir, bolca mutsuzluk, eser miktarda delilik, aldığı kadar cesaret.

Yapılışı:
Salamura yaprakları tuzunu atması için yaklaşık 10 dk. kaynatın, kaynayan yaprakları süzgece alarak süzün ve soğuk sudan geçirin. Soğanı ve maydanozu küçük küçük doğrayın, domatesleri rendeleyin, pirinci ılık suda yıkayarak süzün.
Pirinç, kıyma, baharatlar ve diğer tüm malzemeyi geniş ve derin bir kaba alıp yoğurun. Unutmayın, bütün maharet ellerde. Asma yaprağının içine bir tatlı kaşığı kıymalı harçtan koyarak sarın, sarmaları tencereye dizin. Pişerken yaprakların açılmaması için üzerine porselen bir tabağı ters çevirerek kapatın. Sıvıyağı ve suyu tabağın kenarındaki boşluktan ekleyin. Dolmaları orta ateşte yaklaşık 35-40 dk. pişirin. Değersiz ve sıradan hayatınızı anımsayın, yoğurt ve diğer malzemeleri ekleyerek sıcak sıcak servis yapın.
Bir bardak çıplak beyaz süt ve şekerleme! Makbule küçükken dudaklarının üzerinde beyaz bıyık, parmak uçları yapış yapış gezer. Evi küçücük aklı kocaman Makbule, olur olmaz şeylere güler; şekerleme yapar, şekerleme yer. Bir gün Makbule uyanıp fark eder, ev ne kadar küçük, dünya ne kadar büyük. Dünya dediğin Makbule’nin kafasının içi kadar büyük! Dikkat et de kafayı kafasızlara kaptırma. “Bırak o ne idüğü belirsiz romanları elinden!”
Kız dediğin en çok ortaokulu okur, sonra annesinin dizinin dibinde oturur. Bilmezler mi ki diz diplerinde büyük insan bitmez?! Gölge etmeyin başka ihsan istemez. “Hadi anne ya, azıcık çek kenara dizlerini!” Makbule naylon çoraplı dizlerin gölgesinde az buçuk büyür. Şekerlemeler soğan, kıyma ve domatese dönüşür. Başka ne olacaktı? Mutfak Makbule’nin ellerinden öper! Diz altı iffetli etekler, tokalı bej terlikler ve etli yaprak sarmalar eşliğinde bir gün Makbule’nin kısmeti çıkagelir. Küçücük kısmet alır küçücük evinden elleri soğan kokan Makbule’yi, kendi gibi küçücük bir eve getirir. Makbule naylon çoraplı diz dibinden, kocasının dizinin dibine yerleşir. Mutfağın nemli ağır havasında saatler, günler, aylar geçirir. Dizlerin gölgesi, Makbule’nin gölgesi. Makbule sıradan, umutsuz, yalnız bir külkedisi. “Kraliçeler giremez!” Sizi gidi kraliçeler; fesat, namussuz, gözü yüksekte, kötü kadınlar sizi. Kadın dediğin kocasının dizinin dibinde oturur. Çünkü hayat bir dizden diğerine transferden ibaret! Bilmezler mi ki diz diplerinde büyük aşklar bitmez?
Makbule her Allah’ın günü soğan doğrar, doğrarken de bir temiz ağlar. Kendini bir temiz dövermiş gibi… Yalnız ağlamak nasıl can acıtır! Ama neyse ki dünya hala Makbule’nin kafasının içi kadar büyük. Makbule kafasının içinde kocaman bir sırla yaşar, eğer buna yaşamak denirse.
“Kraliçeler giremez derken, ironi maksatlı yani… Yanlış anlamadınız değil mi?”
“Ben kraliçe filan değilim tatlım. Hem hayatın kendisi ironi zaten.” Leydi Macbeth, küçücük mutfak masasına dirseklerini dayamış, iç geçirir. “Kıymaları çiğden mi koyuyorsun, kavuruyor musun?”
“Sizi hiç anlamıyorum. Koskoca bir lady, etli yaprak sarma pişirmeyi neden öğrenmek istesin?”
Leydi Macbeth bıkkın, gözleri musluğun sürekli akan suyuna kitlenmiş…“Ne istemeliyim sence?”
“Mücevherler, tuvaletler, para, güç, dünyayı gezmek, herkesin imrendiği biri olmak, mutlu olmak, daha sayayım mı?”
“Hayatın insana sunabileceği en güzel şey, bir tencere etli yaprak sarma olabilir.”
Makbule’nin hiç güleceği yok… “Bir tencere etli yaprak sarmanın sunabileceği tek şey dağ gibi bulaşık, sıkıntı ve insanın elinden çıkmayan soğan kokusu olabilir ancak”
Makbule bulaşıkları musluğun altına koyar, ellerini yıkar. Makbule’nin ellerinden soğan kokusunun çıkmasına gerek yok, çünkü birazdan ellerini tekrar soğana bulayacak. Sıradan ve hayalsiz bir (hiç) kimse olmanın acısını, çukur tabaktaki kıymalı soğanlı pirinçli bulamaçtan çıkaracak.
“Bir tutam kırmızıbiberle acımıza acı katalım leydim!”
“Acı mı! Sen buna acı mı diyorsun! Masum bir tutam kırmızıbiber, insanı acıtamaz tatlım.”
“Sizin gibi büyük, güçlü bir kadının da anlayamayacağı bir şey var demek ki… Belki de çok basit olduğundan. Hani basit şeyler görülmez ya.”
Leydi Macbeth, domates doğrayan kıpkırmızı ellerine bakar, ellerini musluğun altında yıkar. Makbule domatesleri acılı bulamaca katar, yoğurmaya başlar.
“Basit. Her şeyi çiğden koyuyoruz yani.” Leydi Macbeth heyecansız, donuk…
“Evet ama asıl maharet ellerde.” Makbule’de en ufak bir gurur kırıntısı yok…
“Hep öyledir.” Leydi Macbeth ellerini tekrar yıkar, Makbule ellerini acılı bulamaca bular. Yoğurur, yoğurur… Midesini, kalbini, bağırsaklarını tutup çevirip burup acıtarak. “Bir planım var.”
“Ha şu kafandaki sır olmalı. Unut gitsin, kimseye faydası yok.”
“Daha dinlemediniz bile! Hem elimdeki tek şey o.”
“Elindeki tek şey soğan kokusu sanıyordum.”
“Sıradan zavallı bir kadınla alay etmeyin.”
“Sıradanlık alay edilecek bir şey değildir, erdemdir, mutluluk vericidir.”
“Hayır değildir! Neden anlamıyorsunuz, neden beni biraz olsun dinlemiyorsunuz?”
“Öfkelenme. Öfke seni güçsüz yapar.”
“Mutsuzsan öfkeli olursun! Tek umudum bu plan.”
“Pekala, neymiş bakalım planın?”
“Bu anlamsız hayatıma bir son vereceğim.”
“Kendini mi öldüreceksin? Umut dolu bir plan gerçekten.”
“Hayır kendimi değil. Kocamı.”
“Beni şaşırtıyorsun aptallığınla. Boşansana tatlım.”
“Bizde boşanma yok, boşanmaz. Boşanmaya çalışırsam o beni öldürür.”
“Öldürünce ne olacak?”
“Özgür olacağım, bir iş bulup çalışacağım. Para kazanıp istediğim gibi yaşayacağım. Olmak istediğim gibi olacağım. Mutlu olacağım.”
“Beş yüz yıl da geçse delilik insanı her zaman şaşırtıyor.”
“Deli değilim, tersine kimsenin ummadığı kadar akıllıyım. Her şeyi planladım. Çok basit, bütün maharet bu ellerde.”
Makbule bulamaçtan çıkardığı kirli ellerine bakar, Leydi Macbeth kirli ellerini tekrar musluğun altına sokar. “İşte bu doğru.”
“Şu zehri görüyor musunuz… Tatsız, kokusuz. Kimse bir şey anlamayacak.”
“Anlaşılacak gibi değil gerçekten. Olmaz.”
“Sana fikrini sormuyorum. Yardım etmek için buradasın. Sonuçta bir katil değil misin sen, ne bu ahlak hocalığı böyle?”
“Ben aptal, hırsına yenilmiş, zavallı bir katilim ve etli yaprak sarmamı yapıp gideceğim buradan. Gerisini sen düşün.”
“Hiçbir yere gitmiyorsun.”
“Sen planını yapmışsın, bana ihtiyacın yok.”
“Var. Yeterince cesaretim yok.”
“Onu sana senden başka kimse veremez. Hem sen bilmiyor musun benim sonumu?”
“Değiştirebilirsin.”
“Bu mümkün değil. Yaşanmış bir şeyi değiştiremezsin. Sonuna kadar peşinden gelir.”
“Bana yardım edersen, yaşamayan bu kadına bir hayat vermiş olursun. Temizlenirsin, biter gider.”
“Başkasından aldığın hayat senin değildir.”
“Başka çıkar yolun yoksa, bal gibi de öyledir! Düşünsene, koca bir hayat! Daha değerli ne olabilir?”
“Sen gerçekten delisin.”
“Belki de… Ama yaşamak için biraz delilik gerekir leydim.”
“Yapraklar kaynadı mı, sen onu söyle?”
“Kaynadı. Peki şimdi ne yapacağız?”
“Bunları sarıp tencereye dizip kaynatacağız demiştin ya.”
“Onu demiyorum, lanet etli yaprak sarmayı kastetmiyorum. Sonunda yaktıracaksınız bana bu mutfağı!”
“Bana başka seçenek bırakmıyorsun yani.”
“Yani yardım edeceksin.”
“Tabii ki hayır. Kendi kaçınılmaz sonumu yaşayacağım. Tek istediğim biraz huzur bulmaktı, ama sen bunu mahvettin!”
“Nasıl?”
“Nereye geliyorum, en sıradan olacağını düşündüğüm, sıkıcı bir varoş evine.”
“Sağ ol, çok gururlandım!”
“Sözümü kesme! Niye geliyorum? Mutfağa girip biraz yemek pişirmek, rahatlamak, sessiz sakin bir hayatın tadını çıkarmak için. Ne görüyorum? Yine delilik, yine öfke, yine kan kokusu! Üzerimdeki lanet asla bitmeyecek!”
“Ben bu anlamsız, bu saçma sapan, zorla dayatılmış hayata razı olacak değilim. Hem herkes kendinde olmayanı ister, yanlış yapıyorsun.”
“Bak işte kendin söyledin, keşke aklın da söylediklerini duysa.”
“Mutlu olmadıkça, hayalindeki insan olmadıkça ne anlamı var?”
“Öyle bir insan olmak üzeresin ki… Elleri kan kokan bir katilden başka bir şey değil olup olacağın.”
“Neden hiç kimse mutsuzluğumu önemsemiyor! Neden herkes sadece ne yapamayacağımı söyleyip duruyor?”
“Mutlu olsaydın hemen başına üşüşüp onu senden çalarlardı. Mutsuzluk ilgi görmüyor tatlım, kişisel alma.”
Leydi Macbeth musluğun altında ellerini yıkar, Makbule cesaretini kendi kendine toplar. Bir yandan da kıymalı, pirinçli, soğanlı ellerini sabunla ovaladıkça ovalar. Makbule’nin ellerindeki soğan kokusu bir gün çıkar, Leydi Macbeth’in elindeki kan kokusu yüzyıllar geçer, çıkmaz. Leydi Macbeth yeniden kana bulanmaya, ne olursa olsun alet olmaz.
Akşam olur, Makbule’nin kocası eve gelir. Elini yüzü yıkar, üstünü değişir, lanet olası terliklerini ayağına geçirir, bir afra tafrayla sofranın başköşesine yerleşir.
“Ne yemek var?” Sanırsın kral mübarek! Hadi oradan sen de!
“Etli yaprak sarma kocacığım. Kraliçelere layık!”
Makbule bütün zehrini etli yaprak sarmaya akıtır, kocasının ilk çatalı alacağı anı bekler.
Leydi Macbeth mutfakta, bir tabak da kendine koyar, bir çatal alır, afiyetle yer. Yaşasın sıradanlık! Ah be güzelim, şu çatal bile hayatından memnun, bize ne oluyorsa!
İçeriden Leydi Macbeth’in sesi gelir. “Çık mel’un leke. Çık diyorum! … Bu eller hiç temizlenmeyecek mi? Artık yeter, hala kan kokuyor!”* Leydi Macbeth, elleri musluğun altında ölümü bekler. Öldükçe hafifler; acılı ruhunu, mutsuzluğunu ve ellerindeki kan kokusunu Makbule’ye devreder. Makbule bağırtıları duyar ama umursamaz, kocası zaten duysa da anlamaz. “Makbule radyo mu açık orada, kıssana şunun sesini!” Bilmez mi ki Makbule radyo filan açmaz. Makbule hayal kurmaz, mutlu olmaz, geceleri yatağında bir gram uyku uyumaz, insan gibi yaşamaz. Makbule insanmış, değilmiş, üzülmüş, sevinmiş, dünyanın umurunda olmaz. Annesi bile beyaz bıyıklı, yapış yapış parmaklı küçük Makbule’yi unutmuş gitmiş, hatırlamaz. “Hatırlarsan kahveye gel anneciğim, beraber ağlayalım.” Kocası etli yaprak sarmadan bir çatal alır, Makbule’nin gözleri kocaman açılır. “Güzel olmuş mu kocacığım, beğendin mi? Ellerimle yaptım, bütün maharet bu ellerde!”

Sıradan ve hayalsiz bir (hiç) kimse olmaya son.
Mutlu veya mutsuz, öyle ya da böyle.

*Macbeth, William Shakespeare

Aslı Eti – edebiyathaber.net (6 Haziran 2012)

Paylaş:

Yorum yapın