Anayurt Oteli’nde Zebercet usulu intihar yöntemleri | Erdinç Akkoyunlu

Kasım 20, 2017

Anayurt Oteli’nde Zebercet usulu intihar yöntemleri | Erdinç Akkoyunlu

Anayurt Oteli’nin katibi Zebercet, sabah uyandığında kendini kocaman bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. Sonra Olric’e dönüp ‘Kelimeler Albayım. Bazı anlamlara gelmiyor’ dedi… Ve kendi kendine ‘İntihar etmeyeceksek içelim bari’ sözlerini ettikten sonra içkiyle arasının pek olmadığını hatırlayıp intihar için ip aramaya başladı…

Okuduğum kitaplar hakkındaki yazılarımdan dolayı her ne kadar bana ‘eleştirmen’ denilse de, aslında değilim. Hakkında bir yazı yazdığım romancı ve öykücü benden övgü aldığında ne kitabı parlar ve çok satar ne de kendisini ve eserini yerdiğimde kendisinden ve eserinden bir şey eksilir… Bu tip edebi güçlerle donatılmış bir Türk edebiyat kanonu Tanrısı değilsem kimim? Romanlar yazıp yayımlansın diye beklerken, kendi edebi dünyamın cazibesine kapılıp en iyi fakat yayınlanmamış yazar melankolisine uğramamak için bu yazılarla bir kendi kendime terapi uygulayanım. Burada okuduğunuz her yazı, bu bekleyiş sırasında ayaklarımın gerçeklik zemininden biraz daha kesilmesine mani olan bir yer çekim ilacı. Ve nasıl olduğunun farkına varmadan, birkaç yıldır benimle birlikte sen okuyucu dostumun da bu ilaçtan almaya başladığını gördüm… Halbuki bu yazıların sadece beni iyileştirebilen ya da itiraf edeyim daha da hasta eden ve giderek çok daha hasta olmanın müptelasına dönüştüren çok kişisel bir farmakolojik deneyim olduğunu düşünmüştüm. Şahit oluyorum da yanılmakla kalmamış; seni de yanıltmışım. Galiba ilk yanlışı Kürk Mantolu Madonna’nın neden çok sattığını kurcalayarak yaptım. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü karıştırarak ikinci dönülmez adımı attım. Dostoyevski’nin sara krizleriyle yazdığı Suç ve Ceza’yı anlatarak zirveye vardım…  Zirve demişken, insan ancak zirveye düşmek için çıkar. Eğer bunu bilmiyorsan, tüm uğraşın zaman denilen ve her şeyi öğütmeye yeten değirmende toz olurken, kendi kibrinde boğulursun…

O neyin simgesiydi?

Mütevazılığı pek sevenlerin kibirde boğulma ihtimali, çölde suda boğulma ihtimaliyle eşitken, aklınıza durup durup Zebercet’e ne çok  benzediğiniz gelebilir mi? Bu aralar ilacınızı almadıysanız pekala  olabilir… Türk edebiyatını kökünden ucuna kadar santim santim bilen Yusuf Atılgan, yazmaya başladığı 1950’den itibaren köy romancılığının etkisindeki edebiyatta bu türle var olamayacağını da biliyordu. Çünkü bu roman türünde çok iyi olanlar vardı. O nedenle Atılgan, önce şehri anlattı. Ve Aylak Adam ile İstanbul sıkıntısını Türk edebiyatına bir benzeri yapılamayacak şekilde anıt gibi dikti. Sonra da kendi dünyasına çekildi. Taşraya gitti, 20 yıl çiftçilik yaptı. Döndüğünde de aklında taşra sıkıntısını anlatan Anayurt Oteli vardı. Ankara ile İzmir arasında adı belirsiz bir kasabanın konaktan bozma Anayurt Oteli’nin mirasçısı Zebercet, Yusuf Atılgan’ın simsiyah çizdiği bir dünyanın içindeki tek beyaz nokta olarak karşımızda.

Koyu karanlık inşa süreci

İşlettiği otelde geceleyen köylüler, tüccarlar, seks işçileri, emekliler, kamu görevlileri ve evli çiftler kayıt defterinde birer isim olarak durup giderken;  Yusuf Atılgan, Zebercet’in tüm bu ruhların arasında bambaşka bir ruh olduğunu anlattı. Annesi ve babasını erken kaybetmiş, kardeşsiz büyüdüğünden de arada sevgi olmasa bile kan bağından ötürü bir ilgiden de uzak olan Zebercet, Taksim Meydanı’ndaki bir evsiz gibi hem kalabalığın arasında hem de hiç kimsesiz olarak yaşadı. Atılgan, Anayurt Oteli’nin dünyasını inşa ettiğinde, normalde toplum arasında düşük yüzdelerle görülebilecek tüm kötü, sinsi ve huysuz insanları sanki Zebercet bunları kendine çeken bir paratonermiş gibi başkarakterin etrafında topladı. Sonra da ortaya karanlığa açılan ve ışık olmamasına rağmen gittikçe koyulaştığını, o yapış yapış siyahın bizi de yutuşundan anladığımız başka bir karanlık aldı… Zebercet’in dünyası oteli temizleyen ve orada yaşayan köylü hizmetçinin uykusundaki rüya ile karışık tecavüzlerle… Askerliğine ilişkin kötücül anılarla… Ve Anayurt Oteli’ne gelip giden müşterilerin Zebercet’i otelde konuşan fakat canlı olmayan bir nesneye dönüştürmeleriyle örülür… Müşterilerini odalara çıkaran seks işçisi kadınlardan hiçbiri normal hayatta pekala karşılaşılabilecek şekilde, bu otelcinin kendisine her zaman oda vermesi için ona bedavadan biraz şefkat gösterme gibi bir uğraşa girişmez. Ne de otel müşterilerinden herhangi biri Zebercet’in  sıradan bir insan oluşuna ilişkin onunla bir diyalog kurmaz. Otele mal veren tüccarlar da, etraftaki esnaflar da bir kabusun kocaman deliğinden gerçek dünyaya düşmüş fakat kabustaki kötü halleriyle arzı endam eden insanlardan oluşuyor… Bu özelliğiyle romanda Yusuf Atılgan, o güne kadar Türk edebiyatında verilmemiş bir yeraltı-koyu karanlık roman iklimi örneğini verdi.

Yeraltından notlar

Bir roman asla yazarın düşünceleriyle birebir örtüşmez. Yazmaya başladığınızda kalemin kendi söyleyecekleri vardır. Kalemi tutan elin size ait olmasının da bir önemi olmaz. Bir roman ya da öykü bittiğinde, aklınızdaki ile kağıt üzerindeki arasında büyük edebi sapmalar olur ki, bu sapmanın doğal rotası, edebiyattaki kaliteyi de belirler. Bir de edebi inşa süreci var ki, yukarıdaki örneğe doğal yazı yöntemi dersek, her şeyin milimi milimine hesaplanışıyla da roman yazılabilir. Yine sapma olur ama bu yazara rotasından şaşmama gücünü verir… Orhan Pamuk romanlarını edebi inşa süreciyle yazar. Yaşar Kemal doğal yöntemin ustasıdır… Yusuf Atılgan ise, Anayurt Oteli’nde bu iki yöntemin karışımını kullansa da, tarz daha çok edebi inşa süreci. Üstelik Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar romanına da göndermeler var. Hatta metinlerarasılık var… İnşa ürünü olduğundandır ki, Zebercet’in etrafındaki karakterler normal Anadolu kasabalarında karşınıza çıkan türden değildir. Ruhları ve kendileri Zebercet’i yoldan çıkartmak, o sona daha hızlı götürmek için özel tasarlanmıştır. Gerçekte Zebercet, Anayurt Oteli’ni işletiyor olsaydı, öyle bir oteli batırmadan işletmenin uyanık yollarına sapar, o denli yalnız kalmazdı…

Çırılçıplak durur

Yalnız kalmazdı ama yine de Ankara treniyle gelen kadına karşı çok güçlü bir seks isteği duyardı. Eğer okur, Zebercet’in o kadına aşık olduğunu düşünüyorsa düpedüz yanılıyor. Zebercet kendisiyle tıpkı otelde kalan nikahlı çiftten kadının eşine dediği ‘Nasıl da seninim…’ deyişindeki gibi cinsel bir övgü ile şefkat bekliyor. Ankara treni ile gelen kadın ise tüm bunların toplamıydı onun için… Kadının otelde unuttuğu daha sonra Zebercet’in uğruna dayak yediği havlu ile kadını özdeşleştirerek yaşadığı pek çok mastürbasyon anısı da Atılgan’ın Zebercet’i okurun önüne hem fiziki hem de ruhi olarak çırılçıplak bir insan olarak atmasından kaynaklanıyor…

En son yolu neydi?

Zebercet’in bölgenin beyinin misafiri kadının havlusunu almaya gelen adamlardan yediği dayak, sonrasında hem yıllardır uykusunda tecavüz ettiği hizmetçiyi sonra masumiyetin simgesi kediyi öldürmesi… Otelde kalan emekli subayın katil çıktığını öğrenerek insanın göründüğü gibi olmadığına yönelik inancının sivrilmesi… Atılgan’ın her şeyi son hızla Zebercet’in intiharından tüm roman kişilerini sorumlu tutma çabasının ürünü… Anayurt Oteli modern Türk edebiyatının ilk ve en nitelikli örneklerinden sayılsa ve bu haklı sıfatı gururla taşısa da, aynı zamanda yazarının bu çabanın ilk temsilcilerinden Oğuz Atay’a özrü de aynı zamanda. Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ı ilk yazdığında yolladığı Yusuf Atılgan, dönemin edebiyat kanonunun bir lordu olarak uzun süre yüzüne bile bakmaz. Ta ki Atay ölene kadar… O zaman Atay’a yaptığı haksızlıktan dolayı üzüntü duyan Atılgan, bunu zaman zaman dile getirmekten de kaçınmaz… Ben Zebercet’i pek rastlanmayan roman karakteri ismi yada Ankara treninden gelen kadına duyduğu ilgi veya bıyığı olup olmaması sorunsalıyla değil de her zaman ve her zaman biraz ilgi isteyen ama bulamayınca kendi içine çöken bir insan olarak gördüm. Öyle okudum… Aslında Zebercet, incitilmiş tüm insanların toplamıdır. İncitilip, tüm mutlu olabileceği alanlar, mesela ona geleceğim deyip gelmeyen hayat kadınından yediği kazıklar gibi sayısız küçük kazığın toplamıyla büyük bir sona yani intihardan başka yolu kalmamış bir insandır… Gerisi yalandır…              İrem’e…

edebiyathaber.net (20 Kasım 2018)

Paylaş:

Yorum yapın