Nasıl Yazıyorlar?

Aralık 11, 2012

Nasıl Yazıyorlar?

Halil Gökhan’ın hazırladığı, 40 çağdaş Türkiyeli yazarla söyleşilerden oluşan Nasıl Yazıyorlar? çıktı.

Kitapta yer alan yazarlar: Ali Teoman, Aşkın Güngör, Ataol Behramoğlu, Atilla Şenkon, Aycan Türk, Aydan Gündüz, Buket Uzuner, Bülent Güldal, Derya Çolpan, Esen Özman, Fikret Demirağ, Füsun Akatlı, Gültekin Emre, Hakan Bıçakcı, Hakan Şenocak, Hasan Ali Toptaş, Hasan Öztoprak, Haydar Ergülen, Hüseyin Alemdar, Hüseyin Peker, Kaya Genç, Mehmet Serdar, Meltem Arıkan, Mine Söğüt, Muammer Yüksel, Mustafa Türker Erşen, Nedim Gürsel, Oğuzhan Akay, Orkun Uçar, Osman Özbaş, Özcan Karabulut, Özlem Kumrular, Raşel Rakella Asal, Rıza Kıraç, Sadık Yemni, Semra Topal, Seran Demiral, Sina Akyol, Uğur Kökden, Ümit Kireççi.

Yazarların en önemli ve hassas noktaları yazı odaları… Buralara girmek herkesin harcı değil. Bu odalar korundukça ve kollandıkça yazarlar büyürler. Bu odalar son yıllarda şeffaflaşıyor yazarların iradesi dışında. Yazmanın bir okulu yoksa ve yazı sanatının damarlarından hala kan akıyorsa ustadan çırağa gerçekleşen bu miras yazı sanatının bütün özel niteliklerinin devamı anlamına geliyor.

40 çağdaş yazar kendi odalarını bütün okurlara ve yazarlara açtı. Türkiye sanatının ve Türkiye’nin ilk yazı sanatı ve kültürü yayıncısı YAZIYOR Yayınları bu kitapla çok önemli bir misyonu yerine getiriyor.

İşte kitapta yer alan yazarlardan bazı alıntılar:

Meltem Arıkan 

Önceleri hatıra defterime her gün yaşadıklarımı yazıyordum, yaşım biraz daha büyüdüğünde ise babama mektuplar yazmaya başladım.

Sanırım yazmaya başlamamın temel nedeni iletişim kurmaktı, yazı ile çok daha rahat iletişim kurabildiğimi de yine aynı yaşlarda keşfettim ama daha sonra yazmak; yaşamı anlamak, yaşamı yorumlamak, kendime ulaşmak için vazgeçilmez bir parçam oldu.

Yaşadıklarımızı anlatmak için kalemi kullandığımızda, geriye doğru bakarken, anlattıklarımızın ne kadarı gerçekten yaşanmış ve ne kadarı da zihnimizin kişisel tarihimizi değiştirircesine bize oyun oynayarak kurguladığı bir hayattır.

Kitabım basılana kadar her gece rüyamda matbaanın yandığını görerek uyanmış ve ancak kitabımı elime aldığımda gerçekliğine inanabilmiştim.

Ali Teoman (1962-2011) 

Son yaklaştıkça, anımsanan birtakım imgeler kalmaz artık, yalnızca sözcükler kalır. Zamanın, bir zamanlar benim sözcülüğümü etmiş sözcüklerle, bana yüzyıllarca eşlik etmiş olan kimsenin yazgısını simgeleyen sözcükleri karıştırması garip değil aslında. Homeros olmuşluğum vardır, yakında Hiç kimse olacağım Ulysses gibi, yakında Herkes olacağım, öleceğim.

Ama yazın dünyası göz önüne alındığında, ben kim oluyordum da, böyle bir oyun oynamaya cüret ediyordum ki? Yalnızca bir meraklı, bir hevesli, bir müptedi, hayır, bir müptedi bile değil, herhangi birisi, dış kapının mandalı, koca bir hiçtim. Ama, bilindiği gibi, “kediler krallara bakabilir”.

Füsun Akatlı (1944-2010)

 Yazar olarak konumlandığım ya da kendimi konuşlandırdığım yere kök salıp, bütün sürgünleri o kökten fışkırtmak, her anlamda bir “bütünsellik” saplantısı… Galiba, hedefim varsa eğer, bu!

Ne de olsa, “dünkü yazar” değilim. Kendimi neyle temsil edeceğimi kendim seçmek istemem. Eleştirmenlerin yorumlarıyla ilgili olarak da, bir editör çalışması gerekir bence. 

Haydar Ergülen 

‘Sevdiğim şairlerin yanında yer almak, onlarla birlikte olmak için’. Doğrusu şiiri ya da yazıyı neden yazdığımı bugüne kadar hiç düşünmedim ve bulabildiğim en iyi yanıtı da bir arkadaşımdan ödünç aldım.

Dergileri çocukluğumdan beri, ‘tiryaki keyfi’ olarak sever, izler ve okurum.

Şiir okumadan şiir yazılmayacağına inananlardanım, son yıllarda iyice fark ettim ki film izlemeden de şiir yazamıyorum.

Hakan Bıçakcı 

Yazdıklarım için yüzde yüz kurgu diyebilirim. Başımdan geçenleri yazmak gibi bir refleksim hiç olmadı. Günlük bile tutmamışımdır doğru düzgün.

Gerçeklikle kurmaca arasındaki bağları kurcalamayı seviyorum.

Yazdığım öyküler arasında organik bir bağ olduğunu fark ettiğimde bu hikâyeleri birbirine ekleyerek bir romana dönüştürmeyi denedim.

Beni çok etkileyen ve yazma sanatımı temsil eden örneği de edebiyattan değil sinemadan vereceğim. 1997’de David Lynch’in “Kayıp Otoban” filmini izlediğimde kafamda birçok fikir aynı anda şekillendi.

İşin yazma bölümü sıkıcı, anlatmaya, dinlemeye değmeyecek bir süreç.

 edebiyathaber.net (11 Aralık 2012)

Paylaş:

Yorum yapın