Ali Smith’in “Gibi” romanı üzerine | Arzu Eylem

Haziran 12, 2012

Ali Smith’in “Gibi” romanı üzerine | Arzu Eylem

Biraz Kül, Biraz Duman…

Virgina WoolfMrs. Dalloway romanını şu kaygılarla kaleme aldığını söyler: “Yaşamı ve ölümü vermek istiyorum. Sağlığı ve çılgınlığı; toplum düzenini eleştirmek istiyorum, işler halinde en yoğun biçiminde.”

Ali Smith, Woolf’tan tam yetmiş yıl sonra yazdığı Gibi’yle sanki bu kaygıyı devralır. Belki de romanda Woolf’un adının sıkça geçmesi bundandır. Gibi’nin anlatıcısı fikirlerini sakınmayan, okura yol göstermekten çekinmeyen bir sestir. Romanı göreceliliğe teslim etmek istemez. Didaktik olmadan, liriği bozmadan zarifçe yerleşiverir karakterlerin bilincine. Yaşamı tüm detaylarıyla göz önüne sererken, okurun gerçekliğe dikkat kesilmesini ister gibidir.

“Bir şeyi başka bir şeymiş gibi söylersiniz ve aslında tüm söylediğiniz odur, çünkü diğeri gibidir o kadar, benzer ama farklıdır.” (1)

Karakterler gizemlidir, neden sonuç ilişkisi kurmamıza engel olan boşluklarla biter roman. Anlam, imgelerden çok simgelerle verilir. Çünkü “gibi” simgesel alandan çıkılamayan bir durumu anlatır. Eril dilin hâkim olduğu anlam mana ağacından toplanan bir meyve gibidir. Bir şeyi başka bir şeyle anlatmanın zorluğuna, modern aklın sınırlarını aşan bir aşkın imkânsızlığı eklenmiştir. Romanın geçtiği dönemde kalp, akıl karşısında yenik; bedense arzunun ve iktidarın nesnesi olarak devriktir. 18 yy.dan itibaren yitirilen dostluk(2) ilişkileri salt cinsellik ya da çıkar ilişkilerine indirgenmiştir. Aynı cinsiyetten iki kişinin baş başa kalınca ne yaptığı sorusu/sorunu kültürel bir kaybın sonucu olarak ortaya çıkar, dostluğu yaralar. Gibi bir kadının başka bir kadına duyduğu aşkın neden yaşanamadığını anlatır

Duman

Roman, aşkın ikinci tekil öznesi olan Amy’nin hikâyesiyle başlar. Daha çok taş simgesiyle bütünleşen Amy kırgın ve yorgun biridir. Amy’nin yaşam arkadaşı 7-8 yaşlarındaki Kate’dir ve o diğer çocuklardan farklıdır, gibidir. Kitapları çok seven Kate, zeki, yaşının ötesinde bir kız olduğundan onun gözünden dış dünyayı izleriz. Amy daha ketumdur, çünkü disleksi hastalığına benzer bir hastalığa yakalanmıştır. Sözcükleri hecelemekte güçlük çeker.  Kelimelerle arasına giren mesafe, Kate’in sesinin daha baskın olmasına yol açar. Oysaki Amy akademisyendir. Mesleğini neden bıraktığını öğrenemeyiz. Şüphe duymaya başlarız. Kate kimin kızıdır? Amy bu hastalığa yakalandığı için mi akademisyenliği bırakmıştır? Ailesiyle neden arasına soğukluk girmiştir? Hatta işi daha ileriye götürürsek Kate Amy’nin bölünmüş kişiliğinin bir parçası ya da çocukluğu mudur? Yazarın modernitenin sonucu olarak şizofreniyi kaçınılmaz olarak görmesi mümkün olsa da bu aşırı yorum olabilir, fakat Ali Smith metinde öyle boşluklar yaratmıştır ki, bubilinçlidir. Zaman ileriye/geriye doğru hareket ederken, mekân da ona ayak uydurur. Bir soruya cevap ararken, bir anda kişilerden doğayı betimleyen cümlelere varırız. Sanki nedenler dünyanın ortasında bir yerde durmaktadır. Fakat  anlatıcı gibi olmayı seçtiğinden orayı göstermekle yetinir. Amy’nin hikâyesinde merak uyandıran ve sanki özellikle anlatılan kişi Angus’tur.  Gibinin gibiye olan sevgisi değil, elde edememenin getirdiği öfkeyi barındıran bir kıvılcımdır Angus’unki… Amy’yi dikkatle izleyen tek kişidir o.

“Bir insanı tanımamak ama başkaları gibi olmadığını bilmek tuhaf.”(3)

Ali Smith bize modernizmin resmini çizer.  Amy’nin okuduğu gazeteden, Kate’in baktığı kartpostaldan vs. düşenler nereye gittiğini bilmeyen insanlığın kısa tarihidir. Böylece Smith aşkı kolektif bir mekâna taşıyarak, asıl meselesinin sadece aşk romanı yazmak olmadığının ipucunu vermiş olur. Hayata bakış açısını gizlemeyen anlatıcı zaman zaman karakterlerin bilincinden çıkarak, okuru yönlendirir.

“Diyelim ki… Hadi. De.”(4)

Amy’ye ait bölüm, lirizmin dorukta olduğu, doğayı insana hatırlatan bölümdür. Sanırız yazar bunu özcü bir yaklaşımla yapmaz. Daha çok oluş yolunu göstermek ister gibidir. Ve bu yolda Amy iyiden iyiye ateşe yaklaşır. Vezüv yanardağına gittiği pasajda, taştan sonra en çok kullanılan simge olan ateş ve kül zihne kazınır. Bu sahne bir yüzleşme anı gibidir.

İmha

Zihnin yüksek sesle konuştuğu bir evrende kalbin sesini duymak zordur. Yeryüzü kirliyse, kişinin arınma ve büyüme imkânı da kısıtlanır. Dil, erki yıkmaya dönük çabalar içine girse de mevcut anlamlardan arınmadığı sürece oksijen yetersiz kalır. Evrensel, toplumsal ve zihinsel sorunların birbirinden bağımsız çözülemeyeceğini hepimiz biliriz. Çözemediğimiz zamanlarda devreye imha süreci girer. İmha, dışlanmayı içeren ruh halinin son aşamasıdır. Paranoyayla doğan belirsiz bir düşmana karşı güvenlik arayışıdır, yok saymadır. Kate’in “Hepimiz lav hödükleriyiz”(5) diye bağırdığı sahne, uygarlığın karşısında şizofreniye sahip çıkmanın göstergesi gibidir. Eğer Kate Amy’nin geçmişi unutmaya dair direnç gösteren yanıysa, Amy ateşi kullanarak kendisini aklın sınırlarına tekil olarak hapsetmek ister. Ateşle çarpışacak sağlam zeminin olmayışı, özne olamayan öznenin hem bedensel hem de toplumsal anlamda acı çekmesine neden olur. Tam burada modern aklın devreye girmesi, öteki olarak adlandırılanın fantezisini söndürür.  Amy Kate’le yaptığı son yolculukta, çift cinsiyetli hermapfroditten, Dionysus’tan, Hitler’den bahseder. Günlük gazete aracılığıyla, Bosna, İsrail, Rusya gibi pek çok ülkeyi kaplayan huzursuz savaşın, çit yüzünden birbirine giren komşuların… haberlerini okur. Amy tüm bu değişkenlerin etrafında herhangi bir açıklama yapmadan(gizemini koruyarak) anlatıcının sapıkça bir heyecan diye nitelendirdiği duygularla günlüklerini yakar, ardından bir bankadan kredi çeker. Geçmiş yanan sözcüklerle kül olur. Aşkın ikinci tekil öznesi Amy’yi eksiğiyle tanır, zorunlulukları geçip tercihlere bir türlü varamayız. Kate’in adıysa bir daha anılmaz.

Kül

Smith, lezbiyen aşkı ötekileştirmeden anlatır. Ne kadınlığın özünü tarif etmeye çalışır ne de ideal kadın tipi çizer. Smith’in meselesi duygu dünyasını baltalayan zihinsel evrenledir. Kadın ve erkek dünyası arasındaki farkları da bu yolla gösterir, dostluğu işaret eder. Birinci bölümün sonunda merak etmeye başladığımız Ash’i günlüklerinden yani bizzat kendisinden öğreniriz. Ash duygu dünyasını, çalkantılarını itiraflarla önümüze serse de yaşamın kısıtları karşısında çıkmaza girdiğinden, çoğu yerde söyledikleriyle çelişir.  Amy’yi bu bölümde de çözemeyiz. Çünkü Ash için Amy bilinmeyendir, istenendir. Bu yanıyla Ash’i anlatan bir aynadır adeta.

Ash, kadınlardan hoşlandığını söyler, daha yazdıklarının en başında. Annesini kaybettiği için, çapkın babası ve iki ağabeyiyle yaşamaktadır. Aradığı en önce arkadaşlıktır, hoşlandığı şeyler hakkında konuşabileceği birileridir. Malcolm’u arıyormuş gibi yaptığı pasajda, kendi kendisiyle konuşurken arayışını, “hiç bitmeyen masumane cinsellik”(6) olarak nitelendirir. Yeni dünyaya gitmek için yola çıkan Ash, küllerinden yeniden doğmayı arzular. Çünkü o Ash’tir, yani küldür. Adı olmayan bir aşkın peşinden gidendir. Toplumsal yaşam ona verili kadınlığı layık görmüştür ama o kendisi olmaya çabalar, kadın oluş sürecini reddetmeden. Erkek egemenliğine karşı usdışılığı, duyarlılığı temsil eder. Fakat bunu yaşayabilmek o kadar kolay değildir. Eşcinselliği hor gören çoğunluk bile, tek organla simgeleşen erkek cinselliği nedeniyle gay olmayı lezbiyenliğe oranla daha anlaşılır görebilir. Ash yüzünü iki kat fazla gizlemelidir. Eşcinsel ilişkiyi iğrenç bulan kız arkadaşlarına her ne kadar “herkes hoşlandığıyla yaşayabilir” dese de, cinsel ilişkilerini eşlerinin isteğiyle gizler. Korku ister istemez onu da sarar. Aşkın kutsallığı, affediciliği onun tercih ettiği bedenlerle buluşunca ‘suça’ dönüşür. Babası ve ağabeyleri onu evde oturmamakla, kendi hayatını yaşamakla suçlarken bile tanımlanmış kadın kimliğine uymamaktan göz hapsine alındığını fark eder. Tüm bu setleri aşsa da hoşlandığı kadınlar tercihinden ötürü duvar örebilir. Zaten Amy’ye bir türlü hislerini açamaz. Onun günlüklerini çalarak kendisi hakkında ne düşündüğünü öğrenmeye çalışır ama Amy onunla ilgili hiçbir şey yazmamıştır. Ash’in küllerini savurmaya hazırlanması da böyle olur.

Okuduğumuz platonik bir aşktır, yaşanamayan duygular belirleyicidir. Aslında Amy’le dost olmayı başarmıştır ve birbirine değer vermektedirler. Aralarındaki bağı tam olarak neyin güçlendirdiğini anlamakta zorluk çekeriz. Amy Ash’e âşık ama korkuyor mudur? Yoksa sadece onun ilgilisinin farkındadır da bu ilgiden mi vazgeçememektedir? Bilemeyiz. Ash sözsüzlüğün dışavurumu olan nefretin zoruyla Amy’nin kaldığı odayı, günlüklerini yanına aldıktan sonra ateşe verir. Önyargının yarattığı çıkmazda kalakalır Ash.

“Daha önce gördüklerinizin retinanızda açtığı sıyrıkların ve beyninizin yüzeyine çoktan kazınmış olan sinir bozucu gravürlerin ötesinde ne olduğunu görmek zor.” (7)

Ve sonra Ash çocukluğuna döner, babasına döner. Kendisini babasından ve ağabeylerinden ayırır. Mezarların bulunduğu tepeye çıkar, oradan tarihe bakar. “Kibritleri sırf söndürmek için yakardım.”(8) der… Bunu dediği zaman hakkında net bir fikrimiz olmasa da, kadınların mahremiyetinden bahsederek kadınlık dersi veren abisi ve kendisinden yaşça çok küçük kadınlarla rahatlıkla birlikte olan babasıyla başka türlü sorgulamalara geçiş yapar. Oradan da doğal afetlere, Victoria Dönemi’nde yaşamış Margaret’in zengin bir adamla yaptığı evliliğe, farklı olmanın düşüncesinin güçlüğüne, batıl inançlara kadar varır. Ash de Amy gibi dışarıya çıkmak, kendinden uzaklaşmak zorunda kalır. Ve kim olduğunu bilmediğimiz bir adam peyda olur birden. Bara girer, ayağını çarpar, içki içer, aynaya bakar… On dokuz yaşındadır, yakışıklıdır. Oltayı atar, şansını bekler. Adam iki kıza rastlar. Onları tren istasyonuna götürür. Bir anda Ash Amy’nin kalbinin sesini duyar. Raylarla başlayan roman, yine raylarda son bulur. Hızlı ve gümüşidir her şey. Tanımsızdır, adsızdır… Anlatılan bu kesit geçmişin bir yerlerinden gelip Ash’i yeniden ele geçirir. Asla romanın sonu değildir. Romanın anlatılmaktan imtina edilen bölümlerinden biridir ya da Ash’in fantezisidir. Ama her şeyden önce geçmişin, sevgili yalan günlük’e kaydedildiği kurgusal görünümüdür. Ne olursa olsun romanın asıl karakteri Ash’tir. O aşkla yanıp kül olan, dünyaya rağmen aşkına sahip çıkandır. Başı sonu olmayan bir romandır Gibi. Her şeyin çabuk tozlandığı, her an başımıza savaş uçağı kanadının düşebileceği bir hayatta var olmanın gibi halini anlatmaktadır.

“Her şeyi yazınca kapağı kapatabileceğimi sandım.” (9)

Dipnotlar

  1. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 301
  2. Michel Foucault, homoseksüelliğin sorun haline gelmesini dostluk ilişkilerinin bozulduğu 18. yüzyıla bağlıyor. (İktidarın Gözü/ Ayrıntı yayınları)
  3. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 29
  4. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 84
  5. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 86
  6. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 304
  7. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 293
  8. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 294
  9. Gibi, Ali Smith, Everest Yayınları S. 277

Arzu Eylem – edebiyathaber.net (12 Haziran 2012)

Paylaş:

Yorum yapın