Yapısalcı bir açılımla dilbilimi ve şiir

Mayıs 5, 2012

Yapısalcı bir açılımla dilbilimi ve şiir

Ferdinand de Saussure, “Genel Dilbilim Dersleri” kitabında, dilin toplumsal bir olgu örneği olduğunu ifade eder. Dilin kollektif karakteri ve konuşmanın bireyci kullanımı dolayısıyla dil ile konuşmayı da birbirinden ayırır. Dil, konuşmacıların ruhsal durumlarına ya da toplumun evrimine indirgenemez, toplumsal, edilgen kurallar bütünü; konuşma ise öznel ve etkendir.[2]

Toplumsal bir olgu olarak dil, sözleriyle bütünün eksik bir yansımasını sergileyen bireylerin konuşmalarından bağımsız biçimde varolan belirli bir sistem ya da yapıyı oluşturmaktadır. Nasıl herkes tüm tıp sistemini bilemezse, tüm dil sistemine de herkesin hakim olması olanaksızdır. Tıp örneğinden eylemle, herkeste sağlıklı olma bilinci vardır ama.

”Dil işaretler sisteminden ibarettir” diyen Saussure, eşzamanlı (bir sistem olarak dilin o andaki varlığı) ve artzamanlı (tarihsel süreci içerisinde) olmak üzere dile iki farklı açılım yapar ve dilbilimi kendi içinde satranca benzetir. Her bir taşın değerinin bütünle ilişkisi, kendi iç hareket kuralları oyunu belirler ve satrancı anlamak için önce sistemini bilmek gerekir. “Nasıl her dilbilimsel terimin değeri diğer bütün terimler karşısındaki durumundan geliyorsa, taşların göreli değeri de satranç tahtasındaki konumlarına bağlıdır.”[3]

Saussure, dilin toplumdan ve bireyden bağımsız kollektif bir fenomen, tek tek sözlere indirgenemeyecek bir sistem olarak var olduğunu dolayısıyla konuşma dilinin de bu dilbilimsel kodlar sistemine bağlı olduğunu ifade ederek, anlamların, kavramların bilinçten, zihin durumlarından türetildiği ya da dogmatik olduğu bütün idealist anlayışları yapısal çerçeve dışında bırakır.

Yapısalcı analiz, esere bir göstergeler sistemi olarak bakmanın ötesinde bu göstergelerin birleşip anlama dönüşmesini sağlayan temel yasalar kümesini yalıtmaya çalışır. Bu analizde hedeflenen amaç iki temel üzerinde ifade edilebilir: Ele aldığı eserin, G. Genette’nin deyimiyle, iskeletini ortaya çıkararak o yazıyı betimler ya da eserin aracılığı ile (ve ona benzeyen başka çalışmalara dayanarak) edebiyatın özelliğini, yapılarını bulmaya çalışır[4]

Jameson’un ifadesiyle, yapısalcılık dilbilimin terimleriyle yeni baştan, bir kez daha düşünme girişimidir [5]

Bir şiire yapısal bir açılım getirmek, şiiri oluşturan her ögenin kendi bünyesinde bir anlam barındırdığını, aynı zamanda farklı imgelerin şiir bünyesinde bulunduğunu görmek anlamına gelir. Yapısal bir açılımla ortaya çıkarılmak istenen bu farklı imgelerin nasıl bir araya getirildiği, bu bir araya gelişten doğan yeni imgeler, anlamlar dünyasını açığa çıkarmaktır. Bununla birlikte imgelerin anlamlarının birbirleriyle olan ilişkilerinin sonucu oluşan yeni anlamlar şiir dilinin yapısını oluşturur. İmgeler özdekliğin ötesinde ilişkisel bir anlam sunarlar. Yani imgeler varlıkları ve bir araya gelişleri ile birbirlerini tanımlar ve tamamlarlar. Behçet Necatigil’in “Kilim” şiiri bu tanımlama ve tamamlama için oldukça iyi bir örnektir. Şair, üzüm çöpleri, armut sapları, mavi ve beyaz isterken kara, paslı borulardan katran, soba zifiri… yaşadığı zamanı ve hayatı kötü malzemelerle dokunmuş kilimle imgeleyip tanımlarken, kızgınlığını ve öfkesini şiirin bütününde sert sessiz harfleri yoğun kullanımıyla ve bunu ” Çok çiğ” tekrarlarıyla güçlendirerek tamamlıyor.

Rus sosyolog Mihail Bahtin[6], Saussure ‘ünlü dilbilimsel düalizminin tam karşısında yer alarak, toplumsal iletişim açısıyla tarihsel bir yapısalcılık geliştirmişti. Dili soyut dilbilim sistemi olarak açıklayan, dilbilimde bireyi edilgen olarak gören Saussure ‘e karşı Bahtin, dilin tarihsel bir niteliğiyle birlikte somut sözlü iletişimle canlı bir biçim kazandığını ifade ediyor ve ekliyordu: “Dilin canlılığı, ancak ondan yararlananların diyalojik etkileşiminde görülür.”[7]

Dil toplumsal bir olgu olarak üretkenliği ile dünün ve günümüzün toplumsal açılımları ile birlikte gelecekteki içkin olasılıkları belirler. Dilin tüm kuralları, grameri, biçimsel ve anlamsal ilişkileri, söz haline gelmezse, yani konuşularak somutlaşmazsa diyalojik anlamda eksik kalacaktır. Bahtin’ci bir yaklaşımla, Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları’nda üç günlük yolculuğun tarihini yazarken vezin, şekil ve içerik bakımından çok farklı olmasına rağmen Maraşlı Şeyhoğlu’nun koşmasını da şiire alarak, şiirine farklı bir toplumsal açılım getirmiştir.

Goldman eser oluşturulurken ya da incelenirken artzamanlı ve eşzamanlı yaklaşımların her ikisinin de kullanılması gereğini vurgular. Sistemlerden ve yapılardan vazgeçen, yalnızca tarihsel düzleme dayanan artzamanlı bir açıklama ne kadar eksikse, yalnızca sistemler ve yapılara dayalı tarihsel düzlemi yadsıyan bir yaklaşım da bir o kadar eksiktir. Tarih, yapılaştırma süreçlerinin nesnesidir ve bu süreçler eğer elde yerleşik modeller yoksa incelenemez. Oysa, yapılar sadece geçicidir, insanların, kendilerini verili yapılar içinde dönüştürdükleri belirli ve somut durumlardaki davranışlarının sonucudur. Bu açıdan yeni yapılar yaratılırken tarihsel düzlem de göz ardı edilmemelidir.

Kaynakça:

[1] 1950- 1960 yılları arasında büyük bir yayılma gösteren yapısalcılık, dilbilim dışında özellikle insanbilim alanında F. de Saussure’ün, R. Jakopson’un ve N. Trubetskoy’un çalışmlarının yanı sıra matematik ve mantıktan da yararlanan C. Levi- Strauss’ta en ileri yöntemsel aşamasına ulaşmıştır. Yapısalcılık, göstergebilim alanında da etkisini güçlü bir biçimde duyurmuş, değişik doğrultularda gelişen çeşitli akımların kalkış noktasını oluşturmuştur (VARDAR 2002:219).

[2] F. de Saussure’ ün 1906-1911 yılları arasında Cenevre Üniversitesi’nde verdiği konferanslara dayalı metinlerden oluşan “Genel Dilbilim Dersleri” Saussure’ün ölümünden sonra yayınlanmıştır.

[3] Sausure,F., Genel Dilbilim Dersleri, çev.Berke Vardar, Birey ve Toplum, s: 88, 1985, Ank.

[4] Bayrav, Süheyla, Yapısal Dilbilim, s:174, 1998, İst.

[5] Eagleton, Terry,  Edebiyat Kuramı, (çev. Tuncay Birkan), s: 123-158, Ayrıntı Yayınları, 1996

[6] M.Bahtin, Valentin Nikolayeviç Voloşinov adıyla da eser vermiştir.

[7] Voloşinov, V. N., Marksizim ve Dil Felsefesi, çev., Mehmet Küçük, Ayrıntı yay., 2001, İst.

Seçil Özcan

edebiyathaber.net (5 Mayıs 2012)

Bu yazı ilk kez Mayıs 2008 yılında Dize dergisinde yayımlanmıştır.

 

Paylaş:

Yorum yapın