Edebiyat dünyası bir hayli poplaştı

Mart 6, 2012

Edebiyat dünyası bir hayli poplaştı

Selim İleri'nin son kitabı 'Yaşadığım İstanbul'un henüz çiçeği burnunda… Bir de geçtiğimiz hafta öykü dalında Aydın Doğan Ödülü geldi. Ödülün töreni 10 Nisan'da İstanbul Hilton'da yapılacak ama biz şimdiden buluştuk; Selim İleri'yi bir roman kahramanını dinler gibi dinledik.

Hava acayip soğuk. Gözlerinden yaşlar akıyor. Tuz birikmiş hatta gözlüğünün camında. Foto muhabiri 'Galata Kulesi' diyor… Selim İleri, “Hayatta olmaz. Zaten çocukluğumdan beri korkarım yüksekten. Bakın, içerisi çok güzel, sıcacık…” Masanın başına toplanıyoruz ve Selim Bey'i bir roman kahramanını dinler gibi dinliyoruz. Çünkü öyle. Eskide, yalnız ve nispeten tebessümlü…

Ödül sizi çok şaşırttı mı?

Tabii. Sürpriz oldu. Böyle bir ödül olduğunu biliyordum ama bana verileceği hiç aklıma gelmezdi. Doğan Hızlan ilk söylediğinde lüzumsuz bir şaka yapıyor herhalde dedim. Sonra anladım ki şaka değil… Memnun oldum. Çünkü başvurusuz, katılımsız bir ödül bu. Başvurmak, sanatçıyı küçük düşüren bir şey bana göre. Bir de bizim edebiyatımızın son 20 yılı satış endeksli. Edebiyat ortamındaki varlık değeriniz, kaç adet sattığınızla paralel hale geldi. Ben getirildiği kanaatindeyim. Bunun sonucunda tabii edebiyatın içinde kalan, kalma gayretini gösteren insanlar ya çok kırıldılar ya da sessiz sedasız kalmayı tercih ettiler. Ben satış endeksli bir edebiyata karşı olunması gerektiğini vurguluyorum her fırsatta; 45 yıldır yazarak hayatını sürdüren biri olarak… Bu anlayıştaki bir yazara böyle bir ödül verilmesi tabii çok hoşuma gitti.

Siz o jüride olsaydınız öykü ödülü için kendinizi mi seçerdiniz? Ya da kimi seçerdiniz?

Çok zor. Çok değerli öykücülerimiz var. Hiçbirinin adını es geçmek istemem. O yüzden bu sorudan sıvışayım. Şöyle cevaplayayım: Ben 1999 ve 2000'den itibaren bulunduğum bütün seçici kurullardan ayrıldım. Çünkü takip edemiyorum. Çok sayıda kitap ve dosya geliyor, okuyamıyorum. En son Haldun Taner Öykü Ödülü için 400'e yakın dosya geldi. Okumama imkân ve ihtimal yok. O yüzden çekildim.

Siz kendinize öykü dalında mı ödül verirdiniz?

Benim başlangıçtan itibaren gönlüm romandaydı. Hatta ortaokulda roman sandığım birtakım şeyler yazdım. Ama sonradan bütün yazarlık yaşamım boyunca eleştirmenler ve yazar dostlarım romanlarımı beğenmedi. Hepsi ısrarla öykülerimi daha çok sevdiklerini ya söyledi ya da sezdirdi. Ama burada ödülün sadece adı öykü ödülü. Yoksa jürinin açıklamasında edebiyata katkısı diyor… O yüzden de bana yakın geliyor bu ödül.

Roman roman diye sayıklayıp 'Cumartesi Yalnızlığı' isimli öykü kitabıyla işe girişmek… Hep böyle mi? İlkler hep öykü kitabı mı?

Genelde öyle. Hatta bir dönem vardı, 70'ler 80'ler… Bazı eleştirmenlerimiz öykünün bir geçiş olduğunu söylerdi. Hatta şöyle denirdi: Romana geçti artık. Ben tabii öyle düşünmüyorum. Bence her türün kendine özgü zorlukları var.

Yazar olma isteği roman yazma isteğiyle başlıyor… Ama sonra kurgu dev gibi geliyor ve öyküye mi sığınılıyor?

Yok, sanmıyorum. En azından bende öyle olmadı. O yaşta koca yapının altında kaybolup gittiğinizi ya da çatının başınıza yıkıldığını hissedemezsiniz ki. Heves vardır, yaptığınız şeye kapılıp gidersiniz. O tarz estetik duruşlar sonra, yayımlandıktan sonra başlar. Bendeki şöyle oldu: Bir şeyler yazmıştım. Hiçbir yer basmıyordu. Vedat Günyol, Fransızca hocamdı ve 'Yeni Ufuklar' diye bir edebiyat dergisi çıkarıyordu. 'Romanı bırak' dedi, 'hikâye yaz, en azından dergilerde yayınlanır.' Sırf yayınlansın arzusuyla hikâye yazmaya başladım. Sonra tabii kaptırmışım… Ama şimdi metinler arasındaki geçişler kayboluyor. Ara türler çıkıyor ve yolun sonunda yekpare bir alan görülüyor.

Bir arkadaşın arkadaşı diyor ki: 'Selim Bey sanki 125 yaşında'… Hep eskiler, çok eskiler…

Behçet Necatigil, Kemal Tahir… O insanları tanımak hayatın bir lütfu. Uzun yıllar geçti belki ama sanki Behçet Hoca daha dün vefat etmiş gibi geliyor bana. Bende zaman kavramı ağır akıyor galiba. Bir de öyle bir kopma noktası oldu ki; dünkü anlayışla bugünkü arasında. Kemal Tahir'ler, Orhan Kemal'ler… Onlar hakiki edebiyat dünyası insanlarıydı. Bugünkü edebiyat dünyası bir hayli poplaştı. Anlattıklarımın sizin kuşağa uzak gelmesinin sebeplerinden biri de bu. Benim yetiştiğim yıllarda bir insanın Orhan Kemal'i okumadan hikâyeci olmasını düşünmek imkânsızdı. Ama şimdi… Bir iki sene önce genç bir yazarımız, 'Ben mecbur muyum Orhan Kemal okumaya?' demişti bir röportajında. Bir mecburiyet yok tabii ama bir zincir bu, bir mihenk taşı. Sevmeye değil ama bilmeye, ölçüp biçmeye mecburuz. Onun tam tersini yapacaksınızdır belki ama onu bilmeniz gerekir ki yapabilesiniz.

Selim Bey… Bir ailem olsaydı diye düşünmez mi insan?

Evet… Şimdi düşünüyorum. Ama gençlik yıllarımda çok dinamik bir hayatım vardı. Bir de yazı yazmak yalnızlık gerektiriyor. Evde temizlik olduğu günler bile çalışamam ben. Yabancı insana tahammülüm yok. Ama şimdi, akşam evde otururken çok ıssız geliyor bazen. Bakıyorum, karşı evde insanlar masa etrafına toplanmışlar… Çok kapılmıyorum gerçi. Biraz sonra bir şey yazıyorum, okuyorum, kütüphaneyi toparlıyorum; daima oyalanacak bir şey buluyorum. Bir de dostlar var tabii, sağ olsunlar.

Yazan: Jülide Karahan – Zaman (06 Mart 2012)

Paylaş:

Yorum yapın