Melike Uzun’un, Zeynep Sönmez’le kitabı ve yazmak üzerine gerçekleştirdiği söyleşi

Şubat 10, 2010

Melike Uzun’un, Zeynep Sönmez’le kitabı ve yazmak üzerine gerçekleştirdiği söyleşi

Kısa öykü henüz tanım tanımaz bir tür

“Kalbin Evi” Zeynep Sönmez’in ilk öykü kitabı. “Gövde kalbin evidir” ve “Ve aşk gövdede misafir” adlı iki bölümden oluşuyor kitap. Kısa öykülerle uzun yaşamları anlatmış yazar. Uzun yaşamları oluşturan önemli anları fotoğraf karelerinde donuvermiş insanlar gibi parça parça sunmuş bize. Bunlar yapbozun birbirini tamamlayan parçaları gibi. Yazar parçaları birleştirmeyi okuyucuya bırakıyor. İmge gerçeklik dengesi ustaca kurulmuş, imgeleri çözdüğünüzde karşınıza yaşamın ağırlığı çıkıyor. Zeynep Sönmez’le kitabı ve yazmak üzerine konuştuk.

“Uzun cümleler hayatımızı kısaltıyor” bir öykü başlığınız. Yine de sormak istiyorum: Bahri’yi, Berrin’i, babalarını ve diğerlerini uzun öyküyle anlatmayı düşündünüz mü hiç?

Düşünmedim. Bunun çeşitli nedenleri var. Uzun cümlelerin hayatımızı kısalttığına inanıyor olmam, özlü söyleyişin yollarını aramamı gerektiriyor. Kısa öykünün hesapsızca kendini ortaya koymasını seviyorum; lafı uzatmadan söyleyişini. Olaylara, durumlara, insana bakışımın daha çok merkeze odaklı olduğunu düşünüyorum. Bu da, onları yan unsurlardan arındırarak görmeyi tercih etmek anlamına geliyor ve anlatıyı fondan arındıran dili beraberinde getiriyor. Yani anlatmak istediğiniz şey, metnin uzunluğunu da belirliyor. Benim için önemli olan, kısacıkların yoğun, oylumlu metinler olup olmadıklarıdır. Bir dolu dünya, kısa öykünün daracık mekânına sığdırılabilmiş mi, buna bakmak gerek…

Diyaloglarda bırakılmış boşluklar var. Üç nokta (…) ile belirttiğiniz bu boşluklarda neler konuşulduğunu siz, yazar olarak biliyor musunuz?

Elbette biliyorum ama söylersem,  yorumları daraltmış, okuru yönlendirmiş olurum. Boşlukların işlevi okurun düş gücünü metne davet etmektir. “Hayalgücü, olmayanda olanı görmektir.” diyor Sartre. Kısa öyküde boşluklar –biçime ya da içeriğe ilişkin– metni sıkılaştırdığı gibi, okurun metne dikkatini talep eder. Boşluk bırakma, zaman atlama, açıklamadan kaçınma gibi anlatı tekniklerinin kullanımı, yazarın bile isteye yaptığı tercihlerin sonucu olmalıdır diye düşünüyorum. Aksi takdirde metin savrulur en başta. Yazar sözünü söyleyemez. Yazarın niyetiyle okurun niyeti örtüşmek zorunda da değildir. Daha baştan bunun bilincinde olmak gerekir…

“Defter artık varılacak yer, kuyuya sarkıtılan kova” diyor öykü kahramanlarınızdan biri. Yazıya, yazmaya yüklediğiniz işlev burada mı gizli?

Hem evet hem de hayır demeliyim. Bir amaç olarak yazına hayır ama derinleşme çabası olarak yazına evet. Yazıyı, yazmayı, yaşamanın amacı haline getirmiş kişilere de saygı duyarım ama bence yazmak, yaşamsal algılarımızı derinleştirmenin bir yoludur. Yazının bizi detaylara yönlendirdiğine ve detayların da hayatı anlamak için emsalsiz araçlar olduklarına inanıyorum.

Bazı lezzetler birbirine benzer ya, sizin öykülerinizi okurken Ferid Edgü’yü okurken aldığım tadı anımsadım. Ne dersiniz?

Eksiltmeli dilin bıraktığı bir tat olsa gerek. Edgü ustalarımdan biri ve onun tadı varsa yazdıklarımda, bu beni mutlu eder ancak.

Öykülerinizi sığdırdığınız bir tanım var mı?

“Sığdırmak” kelimesi için teşekkür ederim. Sadece bir belirleme yapılabilir diye düşünüyorum şimdilik: kısa öyküler. Bir tanım… hayır yok. Tanımlamak, kontrol altına alabilmek için gereklidir. Oysa kısa öykü tür olarak çok ayrıksı bir yerde duruyor; ileride rıza gösterip tanımını yapmamıza izin verecek mi bilmiyoruz ama kısa öykü henüz tanım-tanımaz bir tür. Modernizme itirazlarını, onun otopsisini yaparak dile getiriyor. Böyle bir eleştiri dili için mesafelenme şarttır. Bu sebeple tür, açmazları görebilmek için uzakta durmayı tercih ediyor. Bu iyi. Diğer yandan, yazdıklarımın bir tanımı olacaksa, bunu hem başkaları diyecek, hem de kendi yazma serüvenim boyunca zaman gösterecek sanırım…

Öykülerinizin bazılarını başka öykülere adamışsınız. Henüz kitabınızı okumayanlar için bunların isimlerini yazarlarıyla birlikte paylaşır mısınız bizimle?

Mehmet Günsür’ün o cânım İçeriye Bakan Kim? adlı kitabı ile, Bilge Karasu’nun Dönenen Bir adlı öyküsüne adamıştım iki öyküyü.

Sözünü ettiğiniz bu yazarlara “ustalarınız” diyebilir miyiz?

Sanatın zanaat boyutu gözden kaçırılmamalı. Usta-çırak ilişkisi, yazında karşımıza usta-genç olarak çıkıyor. Okudukça ve yazdıkça gelişmeye açılan bir eylem yazmak. Okumak, yazmak eyleminin çekinik yanıdır; biriktirme, özümseme, öykünme gibi süreçleri içerir. Yazmaya durmak ise dışa dönük bir girişim; sizden önce söylenmiş sözlere bir yenisini daha ekleyebilmek için cesaretle kaleme, kâğıda sarılırsınız. Ama bunun için o yazarları bilmek zorundasınızdır… Bu bağlamda adı geçen yazarlar hem ustalarım, hem de benim yazarlarım.

Kitaptan:

Küçük güzeldir

Sığınağa girmek için geç kalan aile, yerle bir olan katedralin karşısındaki sokak lambasına sarılarak, bombardıman bitene kadar bekledi. Sy.43

Söyleşiyi gerçekleştiren: Melike Uzun (9 Kasım 2011)

Paylaş:

Yorum yapın