Yusuf Çopur’un, Haydar Ergülen’le gerçekleştirdiği söyleşi.

Şubat 10, 2010

Yusuf Çopur’un, Haydar Ergülen’le gerçekleştirdiği söyleşi.

Hatıralar evinden maziler dükkanına Haydar Ergülen

Tren, edebiyat ve sinema alanlarında sanatçıların sıklıkla kullandıkları imgelerden biri. Yalnızca tahkiye alanında değil, verdiği hüzün bakımından türkülere ve şiirlere de konu olan tren ve ona bağlı olarak tren rayları ve istasyon da yine hüzünlü ayrılıkları, yalnızlıkları, kavuşamamayı, hasreti ifade ediyor. Haydar Ergülen son kitabı Trenler de Ahşaptır’da tüm bu duyguları yaşıyor, yaşatıyor okura. En son Zarf şiir kitabıyla okurların kalbine dokunan Ergülen’le trenler üzerine yazdığı denemelerden oluşan Trenler de Ahşaptır kitabı üzerine konuştuk.

Tren deyince aklıma hep çocuklar gelir. Siz ne düşünüyorsunuz çocuk(luk) ve tren hakkında?

“Gece ve Şiir” başlıklı kısacık bir şiirim var, “Gece hakkında ne düşünüyorsam/ şiir için de aynısını düşünüyorum” dizeleriyle başlar, benzer iki dizesi daha var. Tren için de aynı dize geçerlidir, yani şiir için ne düşünüyorsam tren için de aynısını düşünüyorum, çocukluk için ne düşünüyorsam şiir için de aynısını düşünüyorum diye sürer gider bu.

Trenin, her kesimden insanları, farklı vagonlarda ama aynı yolculuk içinde bir araya getirmesi, onu toplumsal hayatın kalbi haline getiriyor. Trenlerin toplumsal hayatla ilişkisiyle ilgili neler söylemek istersiniz?

Tren bana çoğu kere dünyaların buluşması gibi gelir. Evi sokaktan ötürü severim, tıpkı sokağı da yolculuktan ötürü sevdiğim gibi. Avlu duygusu ki buna dair çok yazdım, çeşitli deneme kitaplarımda vardır, Evet mimari bir duygudur ama onu duygu haline getiren şey mimari değil insanidir, Yani insanların yüz yüze bakmasından kalkılarak tasarlanmış yapılardır, o yüzden insana benzerler, insan yüzlerine benzerler ve yüzyüze bakıyoruz, yüzyüze bakacağız ahlakını bize gösterirler,

Kitapta, tren yolculuğunun, insanın varlık serüveninin sembolü haline getirildiğini görmekteyiz. Dünya bir tren ve insanlar zaman zaman orada ömür süren yolcular gibi değerlendirilmiş. Trenin tasavvufi bir anlamı olduğunu düşünüyor musunuz?

“Trende Felsefe” diye bir yazı vardır kitapta, bir kaç bölümden oluşan bir yazı. Orada şu ‘yeni din’ler olan ‘carpe diem’’(anı yaşa) tarzı klişeleri ti’ye almaya çalışan bir yazı bu. Her şeyi çabucak yapmak, kısaltmak ve zamanı hızlandırmak gibi şeyler öğütlüyor insana bu ‘yeni mistisizm’, bir nev’i Paolo Coelho romanı. Hazır mistisizm. Paran varsa Hindistan’a gidersin, yoga yaparsın, arınırsın. Neden arındıkları da belli değildir ya, arınıp gelirler işte! Sonra kendilerine ödül olarak da daha çok para kazanmaya başlarlar! Ben de şimdi böyle felsefeler yapmak istemem doğrusu, ama yukarıda da yazdığım gibi, evet, tren bizi dolaştırır, gezdirir, ama menzile ulaştırmaz.

Kitabı okurken hep bir sorunun cevabını aradım sayfalarda. Bulamadım.(Bulmak istemedim mi deseydim?) Tren, ayrılış mıdır, varış mı?

Tren varıştır. Trenin varışında ayrılış da vardır, yani ayrılış da varış sayılır trende. Bunu hiç unutmadım. Sorunun cevabını bulamamanız doğal kitapta, çünkü bu husustaa ne bir soru ne de cevap var, baştanbaşa varış duygusuyla örülü kitap.

Bir şiirinizde “Ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım” diyorsunuz. Trenler ve hatıralar. Trenler hatıraların evi midir?

Şiir mazi dükkânıdır, tren hatıralar evidir… diye bir cümle yolculuğuna çıkabiliriz buradan, ama çıkmayalım. Zira yolculuk çok uzar. Galiba o dizeden mülhem, hatıraları ağırlamak için, geleceğe olduğu gibi geçmişe de gidebilen bir yoldaş seçmişim kendime, o böylece artık yalnızca geçmişe gidebilen, bildiği bütün adresler geçmişte oturan, geçmiş adlı bir semtte oturduğu için hiçbir postacının bilmediği, gitmediği bu semtte kaybolan mektupların yerine de hatıraları taşıyor trenler ve ben onlarla sık sık oi hatıralar dükkânını ziyarete gidiyorum.

“Tren insandan insana gider, tıpkı bir mektup gibi. Tren vapur gibi kıyımızdan, uçak gibi üstümüzden değil içimizden geçer.” Bir yüzleşme midir trenler? Kendimizin kendimizle yüzleşmesi?

Tren, evet, insandan insana gider, ama önce insanın içindeki insana gider, oraya bir iç yolculuk gerçekleştirir, sonra oradan diğer insanlara doğru yola çıkar, içimizden geçer, içimizden gider, içimize döner. Trenin insandaki son durağı, iç istasyondur. Bir yüzleşme de sayabilirsiniz hiç bitmeyen bir görüşme de.

Mevsimler. Kış. Kar. Yolculuk. Bahar. Yapraklar. Yeni dünya. En çok hangi mevsimin adıdır trenler?

Bitirirken ‘edebiyat’ yapayım biraz, tren ve mevsim edebiyatı: En çok iç çekme mevsiminin. Düş mevsiminin. Kuş mevsiminin. Yalnızlık mevsiminin. Sözcük mevsiminin. Mavi mevsiminin. Üşüme mevsiminin. Unutma mevsiminin. Anımsama mevsiminin. Hatırlama mevsiminin. Hiç unutmama mevsiminin. İlk mevsimin. Ortanca mevsimin. Son mevsimin. Yoldaşlık mevsiminin. Sadelik mevsiminin. Eskişehir mevsiminin. Eskişiir mevsiminin. Eskiçocuk mevsiminin. Eskiyle şımarma mevsiminin. Haylazlık mevsiminin. ‘Beyaz Yaramazlık’ mevsiminin. İç mevsiminin. Nar mevsiminin. Onun güz kardeşi olan üzüm mevsiminin. O mevsimin evi olan bağbozumu mevsiminin. Taşra mevsiminin. Kardeşlik mevsiminin. Mevsimler mevsiminin… Ezcümle trenin içinden geçtiği ve içinden tren geçen bütün mevsimlerin…

Söyleşiyi Gerçekleştiren: Yusuf Çopur (27 Mart 2011)

Paylaş:

Yorum yapın