Onur Çalı’dan, “Saatçinin Ölümü” adlı öykü

Ocak 30, 2005

Onur Çalı’dan, “Saatçinin Ölümü” adlı öykü

To the place where i belong to the dreams of my childhood..

II. saatçi

Ne uğursuz dükkanmış. Demişlerdi aslında. Benden önce burda bir genç kendini öldürmüş. Bunalıma girmiş çocuk. Yazar olmak istemiş hep ama bir türlü bulamamış yolunu. Komşular anlatır bazen, böyle sanki gerçeklermiş gibi birilerinden söz edermiş. Meğer kafasında kurup dururmuş onları. Garip bir çocukmuş. Neyse ölünün arkasından bu kadar konuşmak olmaz. Allah rahmet eylesin, diyelim.

Böyle giderse biz de açlıktan öleceğiz zaten. Aylardır bir müşteri bile uğramadı. Ölünün arkasından konuştuk ya, aslında bu kesatlığın nedeni ölüler değil, yaşayanlar. Benim müşterilerimin çoğu öldü. Şimdi saat mi kullanılıyor ki! Herkes cep telefonlarından bakıyor zamana. Kullansalar bile Çin malı. Bozuldu mu at yenisini al. Tamirden ucuz nasılsa.

Nerde o eski müşterilerim! Köstekli saatler, masa saatleri, duvar saatleri…

Antika oldular hepsi şimdi. Biz de antika olduk. Bir çırağım bile yok. İşte yarın öbür gün, burası da ayakkabıcı olur. Bir milyoncu olur. Çin malı uyduruk saatler satarlar. Of içim sıkıldı vallahi.

I. kitapçı

İçimde adlandıramadığım bir şeyler olurdu hep. Tedirginlik, huzursuzluk belki. Evrenin kara deliklerinin anlatılmamış hikayeler olduğunu düşünürdüm. İşte bu anlatılmamış hikayeler dönüp dururdu kafamın içinde. Bazen bu anlatılmamış hikayelerin anlatılmamış kişileri kafamın sınırlarını zorlayıp dışarı çıkmak isterlerdi sanki. Ben, baş ağrımı buna yorardım. Haberci ağrılar gelmeye başladığında dükkanın perdeyle ayırdığım karanlık kısmına geçer, uykuyla uyanıklık arasındaki o alacakaranlık arafta zamanı unuturdum. Neden sonra ağrı geçer, ben kitaplarıma geri dönerdim.

Pabuççular Arastası’nda ne işi vardı kitapçının? Bilmem. Çocukluktan beri hayalimdi bu. Sonunda küçücük de olsa bir dükkanım olmuştu. Kırtasiye malzemesi satmamak için direniyordum. Arkadaşlar ve birkaç sadık müşterim dışında uğrayanım yoktu ya, olsun.

Bazen ağrılar çekilmez olduğunda geceyi dükkanda geçirirdim.

Yine öyle sandılar. Belki de hep bahsettiğim tatile çıktığımı düşündüler. Birkaç gün karanlıkta kaldım. Koku. Kediler ve köpekler dükkanın önüne birikmeye başlayınca kuşkulandılar. Koku istilacıdır. Her yeri sarınca kapıya yüklenip girdiler.

Hep kemerle asarım kendimi sanmıştım. Korktum. Karıncalar için ilaç almıştım, onu yutmak daha kolay geldi. Uyudum üstüne.

Şimdi saatçi olmuş benim dükkan. Garip. Kafamdaki anlatılmamış hikayelerden biri de buydu.

Paylaş:

Yorum yapın