Gökhan Ş. Şengül’den, “Çığlık” adlı öykü

Ocak 30, 2005

Gökhan Ş. Şengül’den, “Çığlık” adlı öykü

Güne sancılanarak uyanmak keyifli olabiliyor bazen. İçime doldurmaya çalıştığım nem ve geceden kalma dumanla karışmış hava ciğerlerimi yırtacaktı. Aldırmadan kendimi zorladım. Ciğerlerimin yırtılması da keyifli olabilirdi. Ancak gücüm yetmedi. Midem ve başım ağrıyordu. Bu benim bile göremediğim, ancak inlemelerle dublaj yaptığım keyifli bir parodiydi. Tüm bunların kesiştiği sahnede, devreye katlanılmayacak bir bulantının girmesi lazımdı. Hesaplarıma göre bundan da keyif alacaktım. Dakikalarca bekledim. Gelmedi…

Ortalama bir insanın sağlıklı bir kahvaltı ve bir tek aspirinle kendini bu sahneden atması mümkün. Bu giriş O.B.İ.’nin olsaydı devamında aynaya gülümser ve en emin pozunu takınırdı. Aklımdan bunlar geçerken tutamadım kendimi ve sahneye atladım. Gülümsemedim. Hatta en aşağılık, en adi pozumu takındım. Kendimi aşağıladım, ağzımı elimden geldiğince yamulttum, şaşı baktım, burnumu karıştırdım, kulaklarımı da. Yüzümü yıkamak için lavaboya gittiğimde ciğerlerim az önceki çabamın meyvelerini vermişti. Kendimi yırtarcasına öksürüyordum. Derken oksijen, nem ve sigara dumanını öğüterek lavaboya kocaman bir balgam çıkardım. Bu insanlık görevimdi. Tüketir, atık üretirdim. Bu sahneyi düşünmeyi unuttuğumdan lavaboda yatan kan ve ziftle karışık balgamı gördüğümde kendimi tutamayıp güldüm. O.B.İ’den daha samimi bir gülümseme ve daha emin bir pozla kendimi selamladım. Artık gazete okuyabilirdim.

Böyle sabahlarda gazetelerin manşetleri beni pek ilgilendirmez. Kocaman puntolarla yazılmış bürokrat hikayelerinden hemen sıyrılır 3. sayfayı açarım. İnsanların felaketleri kimi zaman beni keyiflendirir. Hatta avunduğum da olur. Şu gözardı edilemeyecek bir gerçek ki; daha az felaketle karşılaşmanın verdiği özgüven çok az şeyde bulunur. Ve bu özgüvenden beslenmek için çalışıp başarmanız gerekmez.

Kaza, cinayet ve yangın haberlerinin ardından gözüme bir intihar haberi çarptı. İntihar, adabını ve düşünsel temelini bilmeyenler için yardım çığlığıdır. Kişi ölmeyi dilemez. Mutlaka biri gelip kurtaracak ve ondan önceki yaşamında elde edemediği sevgi ve ilgiyi elde edecektir.Bu kişiler, yaptıkları basitçe de olsa çoğu zaman kazanır. Zaman zaman hesaplarının tutmadığı da görülür. Bunlar aciz insanlardır.

Ancak bazıları gerçekten ölmeyi diler. Öfkeleri, isyanları öyle büyüktür ki varılabilecek son noktaya, ölüme ulaşmak isterler.

Önceleri gözüme küçük görünen haber, ayrıntılara inmeye başladıkça devleşti. Kalp atışlarım hızlanıyordu. Yaşadıkları zamanlarda çığlıklarını asla işitemeyeceğiniz bu insanların nadir de olsa amaçlarına ulaşamadıkları görülürdü. Bu işte öyle zamanlardandı. Yoğun bakım üniteleri, anti depresanlar, telkinler asla ama asla bu insanların çığlıklarını dindiremez, sadece sansürlerdi, ancak biz, -düşleri ve usları kırık adamlar -yüzlerce kilometre öteden gelseler bile bu çığlıkları işitebilirdik. 

Sahnenin başında gelmesini beklediğim o katlanılmaz bulantı, yerine heyecandan ve çaresizlikten kaynaklanan başka bir bulantı göndermişti. Buna katlanamıyordum. Ellerim ve düşlerim bağlanmış haberi tekrar tekrar okuyor, okurken beynimin içinde yankılanan çığlık ve mide bulantısı bana eşlik ediyordu.

Aniden derin bir sessizlik kapladı her yanı. Evet yine sahne sırası bendeydi. Ürpererek ayağa kalktım. Bir an -saniyelik de olsa, ne yapacağımı bilemedim. Tam kendimi bırakmaya hazırlanıyordum ki soluğum kesildi. Bu sefer elimde saliseler vardı. Sahneyi boydan boya geziyordum. Ve kendimden beklemediğim bir kararlılıkla herkesin duyamayacağı o çığlıktan attım. Yoğun bakım ünitelerindeki aletlerin tüm elektroniğini bozmasını ve bu sabah beni bambaşka düşlere götüren o çığlığın sahibinin beyninde yankılanmasını dilediğim saf, tertemiz bir çığlık.

Paylaş:

Yorum yapın