Listen to the hummingbird
Whose wings you cannot see
Listen to the hummingbird
Don’t listen to me
Leonard Cohen
Kaptan’la Hydra’da tanıştım. Kaptan meşhur bir müzisyendi. Müziği bırakınca Hydra’ya yerlermiş, günlerini bu küçük ama turistler için meşhur adada geçiriyordu. Bana bir keresinde adaları hep çok sevdiğini söylemişti. “Adalar” demişti, “Sevgili dostum, tüm geçmişine elveda diyebileceğin tek yer. Büyük kara parçaları geçmişten izler taşır. Ondan kaçamazsın ama bir defa denizin ortasına geldin mi artık bir tek kendinden kaçarsın. İnsan böyle bir yer ancak kendi kaderine teslim olmaya gelir.” Yoksa ben de mi Hydra’ya kaderime teslim olmaya gelmiştim? Tek istediğim biraz Ankara’dan uzaklaşmaktı. Onunla vedalaştıktan sonra her şey, tüm sokaklar, tüm anlar ona dönüşmeye başlamışken kaçış alanım daralmışken gidebileceğim en uzak yere gitmek istiyordum. Yönetmen arkadaşımın önerisiyle Hydra’ya gelmiştim. Son yazdığım senaryodan da iyi bir ücret almıştım. Kalan işlerimi de bir süre buradan idare edebilirdim. Malum yazarların ofisi sırt çantalarıdır.
Hydra’da beyaz duvarları olan, küçük bahçesinde limon ağaçlarının olduğu, mavi renkli pencerelerinin denize açıldığı bir ev kiraladım. Günlerimi yüzerek, yeni senaryoya çalışarak, okuyarak, turistlerden kaçıp sakin mekanlar arayarak, sıcaktan şikâyet ederek, sivrisinekler tarafından ısırılarak, olta takımı alıp başarışız balıkçılık girişimleri yaparak ve etrafı izleyerek geçiriyordum. Böyle bir yerde en fazla bir hafta kalır sonra da Ankara’ya dönerim diye düşünüyorken, ikinci haftayı da geride bırakmak üzereydim. Karadan uzak olmak hâlâ iyi hissettiriyordu. Kendimden mi kaçıyordum yoksa kaçınılmaz sondan mı? Bilmiyorum. İnternet de sağlıklı olarak çekmediği için de dünyadan iyiden iyiye izole olmuştum. Dünyada ne olup bittiğini gecikmeli bir şekilde öğreniyordum. Bilgi ve son dakika haberlerin yağmur gibi üzerimize aktığı bir zamandan geçiyorduk. Bilgisizlik bazı durumlarda mutluluktu. Adada yaşamanın tek sorunu günlerin birbirini taklit etmesiydi. Zaman bir yerde durmuş gibiydi ve biz hep aynı günü yaşıyor gibiydik. Sıkılmak için uygun koşullar vardı ama hava bazen o kadar sıcak oluyordu ki insan hareketsizlikten sıkılmayı bile unutuyordu. Geçmişten kaçmak isteyenler hep belli bir anda mı kalmak isterler? Belki de…
Turist değil de yerleşik olmaya başlayınca ya da öyle hissetmeye başladıkça kendime yabancılık çekmeyeceğim meyhane bulmuştum. Meyhane Hydra limanına yakın bir yerdeydi. Güneşin batışı her akşam farklı renklerde tam karşınızda gerçekleşiyordu. Meyhanenin girişinden adanın lego gibi üst üste sıralanmış beyaz duvarlı evlerini net bir şekilde görebiliyordunuz. Her gün meyhaneye gelip, mavi beyaz renkli masa örtüsün serilmiş masanın üzerine defterimi açıp ada günlükleri tutup, uzo içip gün batımını izliyordum. Müdavimcilik için uygun koşullar sağlanınca, meyhane sahibiyle ahbap olmuştuk bile. Alexis’di ismi. Benim gibi 30’lu yaşlarındaydı, sürekli atlet giyiyordu, beyazlamaya başlamış düz siyah saçları ve altın künyesiyle 1980’li yılları estetiğine sahipti. Ailesi İzmir’den gelmiş, benimkiler de Kavala’dan. Türkiye ve Yunanistan’ın önemli bir kesimi göçmen ailelerden oluşuyordu, tıpkı bizimkiler gibi. Edilecek kavgaların tamamını ailelerimiz etmişti. Bize kalan biraz hüzün biraz da uzoydu artık. Alexis adanın eskiden çok daha güzel bir yer olduğunu söylüyordu. Öyle ki babasının ona anlattığına göre bir dönemin meşhur müzisyenleri, yazarları, ressamları hep buraya gelirlermiş. Onları meyhanelerinde ağırlamışlar. Ada şimdilerde turist istilasındaydı. Lüks yatlar, lüks oteller, gördükleri her şeyin fotoğrafını çekip, her şeyi tüketmeye yemin etmiş turistler adayı geçmişten koparıyordu ona göre. Görünüşe bakılırsa Alexis ve babası adaya dair tüm güzel geçmişi bu mütevazı meyhaneye sığdırmış gibilerdi.
İşte, Kaptan’la da bu meyhanede tanıştık. O da benim gibi günü batırmak için buraya geliyordu. Kafasında her daim şık bir şapka ve üzerinde terzi kesimi takım elbisesiyle, meyhaneye gelip denize en yakın masaya oturuyordu. Kaptan meyhaneye gelir gelmez Alexis hemen bir şişe uzo ve onun sevdiği mezeleri önüne koyardı. Kaptan’ın görmüş geçirmiş bir tavrı vardı. Hareketleri ağırdı. Sarma sigaradan asla vazgeçmezdi. Sessiz biriydi. Bir şey söylemeden önce uzun uzun düşünürdü. Kelimelerin kıymetini bilen bir kuşaktan geliyordu. Kaptan da benim gibi cebinden çıkardığı kağıtlara notlar almayı seviyordu. Bir gün ne yazdığımı merak edip, nazik bir tavırla masama oturmuştu. Kendini tanıttığında onun aslında kim olduğunu anlamıştım. Zamanında onun birkaç albümünü dinleme fırsatım bulmuştum. Dostluğumuz böyle başladı. Artık neredeyse her akşam Kaptan’la Alexis’in meyhanesinde buluşuyorduk. Kaptan müziği bıraktığı için mutluydu. Bir daha dönmeyecek gibiydi. Zamanı durdurmak için buraya demir atmıştı. Yalnızdı. İki defa evlenip, boşanmıştı. Arada eski ahbapları adaya gelip onu ziyaret ediyordu. Mutlu, mutsuz bir dünyası vardı. Gelecekten beklentisi yoktu, anda kalabilmeyi başarmıştı. Farklı kuşaklardan geliyorduk belki ama birbirimizi iyi anlamıştık. Benim bir şeylerden kaçtığımı hemen anlamıştı. Uzo limitini aştığımız bir gece, sakin ama kararlı bir ses tonuyla “Nereye gidersen git onu da yanına götüreceksin. Öyle ya da böyle hikâyenin bir yerinde bir karar vermen gerecek. Buna şimdiden hazırlan” demişti. Onun da benimkine benzer bir hikâye yaşadığından emindin.
Hydra’da geçen üç hafta sonunda artık buradan ayrılmaya karar vermiştim. Zamanı biraz daha ilerletmem gerekiyordu. Yoluma nerede devam edeceğime henüz karar vermemiştim ama Ankara’ya hemen dönmeyeceğim kesindi. Adadan ayrılmadan önceki son gün Kaptan’la yine Alexis’in barında oturmuştuk. Temmuz yaz tatilinin doruğa çıktığı dönemdi. Ada en kalabalık günlerini geçiriyordu. Kaptan her zamanki gibi sarma sigarasını içiyor, rüzgârda savrulup gömleğinin üzerine düşen külleri temizliyordu. Kaptan “Death of a Ladies Man” döneminden bahsetmişti o gün. Geride bıraktıkları, pişmanlıkları, yarım kalan hikayeleri… Öyle olurdu zaten, muhabbet ne zaman derinleşse geçmiş bir yerden sızıyordu. Gitmenin güzelliğinden, bir yerde kalma isteğinin çelişkilerinden konuşmuştuk. Haklıydı. Önümüzden dünyanın en güzel kadınları geçiyordu. Rüzgârdan uçuşan renkli elbiseleri, denizden yeni çıkmış nemli saçları, güneş yanığı tenleriyle hızla görünüp kayboluyorlardı. Yaz biraz da böyleydi her daim erotik bir mana bulabiliyordunuz. Kışın tam tersi her şey hayal mahsulü. “Kadınlar hep gidiyorlar, arkalarında da en güzel vedayı bırakıyorlar, güzel bir film karesi gibi” demişti, sessizlik anını bölerek. Doğruydu. Birine inanmak çok önemliydi sana göre, bir kaçış hikayesi olarak değil, vedaları önlemek ve güzel bir hikâyeye devam etmek için. En azından bu konuda inanç sahibiydik. Son kadehimizi içerken de “Şu bulutları aç ufuktan gemi yol alsın” tavsiyesinde bulunmuştu. Fırtına dinmeyecek gibi görünüyordu. Liman ihtimaldi ama hareket etmeden o ihtimal gerçek olamıyordu işte. Uzo bardaklarımızı tokuşturduktan sonra “Tüm iyi hikayeler eve dönmekle alakalıdır ve tüm hikayeler kendilerine bir son ister. Yalnızlık özgürlüktür doğru, ama onun esiri olma sakın… Ha bir de benim gibi ihtiyarları değil kendini dinle…” demişti, gülerek. Sonra da şapkasını kafasına takmış, birbirimize sarılmış, bu ritüeli tekrarlama sözü vererek vedalaşmıştık. Muhtemelen Kaptan’ı muhtelemen bir daha görmeyecektim ama onu yaptığımız sohbetleri asla unutmayacaktım.
Kaptan’la vedalaştıktan sonra evime gelmiştim. Burada geçirdiğim günleri düşününce adadaki tüm zamanımı onu düşünmemeye çalışarak ama deli gibi özleyerek geçmişti. Şimdi yine bir yol ayrımına gelmiştim ama nereye gideceğimi ben de bilmiyordum. Bahçeye oturmuş denizi izlemeye başlamıştım. Güneşin batmaya başlamasıyla denizin rengi koyu laciverte dönmüştü. Ufukta iki gemi usul usul farklı yönde hareket ediyordu. Gökyüzünde yıldızlar belirmeye başlamış, adanın etrafındaki ışıklar yanmaya başlamıştı. Onunla, rüzgârdan uçuşacak uzun kumral saçlarıyla, ela gözleri, tenindeki parfümünün baş döndürücü kokusuyla bu manzarayı sessizce izlemeyi çok isterdim. Onunla yaşanacak her ihtimal çok uzaktı, hayali güzeldi bu yüzden çok çekiciydi ama gelecek benim için çok belirsizdi. Kaptan çok haklıydı tüm iyi hikayeler eve dönmekle alakalıydı tabii yolu bilirseniz… Görünüşe göre kaybolmuştum, hayaller tek avuntum, yollarda olmak en iyi unutma biçimimdi ve yolum çok uzundu…
edebiyathaber.net (11 Kasım 2022)