Bir savaş nasıl yazılır? | Okan Çil

Ekim 11, 2022

Bir savaş nasıl yazılır? | Okan Çil

İdeal bir editör-yazar ilişkisi nasıl olmalı diye sorulduğunda, çoğu zaman herkesin haklı çıktığı, ancak pek kimsenin uzlaşamadığı bir dizi tartışma baş gösterir. Dünya edebiyat tarihi bu yolda yitip giden pek çok yazarın mezarıyla dolu olduğu gibi, nice özverili çalışmanın neticesinde kendini bulmuş, rüştünü ispat etmiş edebiyatçıları da barındırır. Bunlardan biri de İzak Babel’dir.

1894’te Odessa’da doğan Babel, dindar bir aileye mensup olduğu için sıkı bir Yahudi eğitiminden geçerek büyür. Lisedeki Fransızca öğretmeninin desteğiyle Fransızcaya ve edebiyata merak salar, ilk yazı denemelerine bu yıllarda başlar.

1915’te St. Petersburg’a kaçak olarak gider. (O yıllarda Yahudilerin büyükşehirlere yerleşmeleri kısıtlanmaktadır). Pek çok işte çalışır, birbiri ardına yazdığı öyküleri çeşitli gazete ve dergilere gönderir, ancak her seferinde ağır eleştirilerle reddedilir. Hatta bir editör ona bu işleri bırakıp hamallık yapmasını dahi söyler.

1916’da Yıllıklar dergisinde görev alan Gorki’yle tanışır. Gorki onun öykülerinden etkilenir ve içlerinden birkaçını yayınlar. Babel bu heyecanla neredeyse her gün bir öykü yazarak Gorki’nin kapısını çalar. Gorki hepsini sabırla okur, ancak sonra ona kötü bir yazar olduğunu ve kendini geliştirmesi için “gerçek hayat”ı görmesi gerektiğini kibarca anlatır.

Babel bunun üzerine yazmaya ara verir, 1917-1924 yılları arasında orduya yazılır ve çeşitli kademelerde görev alır. Evvela Romanya Cephesi’nde savaşır, sonra ÇEKA, Halk Eğitim Komiserliği, Sovyet Matbaası vb. gibi pek çok yerde çalışır. Bunca deneyimin ardından, muhabirlik yaptığı dönemde de “az yazmanın” önemini anlar ve ondan sonra yazdıklarıyla yeniden Gorki’nin kapısını çalar.

Savaşın kanlı yüzü ve yoksul köylüler

Babel’in edebi kariyeri işte böyle başlar. “Kızıl Süvariler” ve “Odessa Öyküleri” adında iki kitabının yanında, kitaplaşmamış öyküleri, tiyatro oyunları, senaryoları, gazete yazıları bulunan Babel, devrim öncesi ve sonrası dönemde Sovyet halklarının günlük hayatını, iç savaş sırasında yaşananları ve insanın hem kahraman hem sefil halini olanca sertliğiyle anlattığı için dönemin yazarlarından farklı bir yerde durur.

Babel’in Türkçeyle ilk tanışmasıysa 1968 yılına rastlar. “Kızıl Süvariler” adlı kitabı, Attila Alkan tarafından çevrilip ilk kez Gün Yayınları tarafından basılır. 1968’den günümüze kadar pek çok yayınevi Babel’in öykülerini yayınlar. Geçtiğimiz günlerdeyse Rusça aslından yapılan güncel bir çeviri raflara girdi. Binazir Haşimzade’nin çevirdiği, “Kızıl Süvari & Bütün Öyküleri” adındaki kitap Ketebe Yayınları etiketiyle okurların karşısına çıktı. Bu kitapta “Kızıl Süvari” ve “Odessa Öyküleri”nin yanında Babel’in kitaplaşmayan diğer öyküleri de yer almaktadır.

Peki ne memen bir yazardır Babel? Ne anlatır?

Babel, Gorki’nin tavsiyesine uyup “gerçek hayat”ı görmek üzere yola çıktığında, bir yandan da nasıl yazacağına dair düşünür durur. Nihayetinde kendi deneyimlerinden yola çıkmanın, “bildiği şeyi yazmanın” daha yerinde olduğunu düşünür. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde Babel’in öykülerinin hem otobiyografik öğeler içerdiğini hem de belgeselci bir tavra sahip olduğunu söylemek mümkündür. Zira Babel savaşa birebir olarak katılır. Başta Romanya Cephesi olmak üzere, Kuzey Ordusu’nda, Birinci Süvari Ordusu’nda savaşır. Babel’in öykülerinin, özellikle de ilk dönem öyküleri olarak kabul edilen “Kızıl Süvariler”in, savaşla içli dışlı olmasının sebebi de zaten budur.

Babel’in karakterleri genelde halktan kimselerdir; yoksul köylüler, işsizler, cahil kahramanlar, askerler, kötü komutanlar… Hemen hepsi de, adına yaşamak denen o tuhaf çemberin etrafında mevzilenirken benliklerinden ne denli öden vereceklerinin farkında değillerdir. Ancak bu ödünler, öyle sanıldığı gibi büyük travmaları, delirten çığlıkları doğurmaz. Karakterler kendilerine ve içinde çırpınıp durdukları savaşa yabancılaşmışlardır artık. Üstelik bu, taş gibi bir yabancılaşmadır. Yapay değildir, bilakis sert, soğuk ve duygusuzdur.

Örneğin “Zbruç’tan Geçiş”te askerler bir konvoy şeklinde Novograd’a geldiklerinde barınmak için köylülerin evlerine dağılırlar. Anlatıcı da bir eve girer ve çok geçmeden yatar. Yer olmadığından evin babasının yanına yatar üstelik. Gördüğü kâbus yüzünden çok debelenip durunca ev sahibesi tarafından uyandırılır. Ev sahibesi, çok hareket ettiği için yanında yatan babasını iteklediğini söyler. Sonra anlaşılır ki baba günler önce öldürülmüş, kan içinde yatmaktadır, fakat kızı ondan bir türlü vazgeçememiştir.

Sovyet Yahudilerinin hali

Babel’in diğer bir kitabı olan “Odessa Öyküleri”nde de savaşın izlerini görmek mümkündür. Bununla beraber Babel’in diğer bir esin kaynağı da olan Soyvetler’deki Yahudiler ve onlarla beraber yaşayan yoksul halk da bu öykülerde kendilerine fazlasıyla yer bulurlar. Yahudiler gerek Çarlık Rusya’sında gerek Sovyetlerde ötelenen bir topluluktur. Bu her zaman bürokratik durumlarla gerçekleşmez elbette, ama ayrımcılık halkın içine işlediği için Yahudiler bunun ceremesini sürekli çekerler.

Bu öykülerde 20. yüzyılın ilk yarısında Sovyetlerde, özellikle de Odessa’da yaşayan Yahudilerin hayatına dair bir sürü ayrıntıyla karşılaşırız. Dinî ritüeller, ailevi ilişkiler, aşklar, komşuluk ve iş ilişkileri vb. Babel bunları çoğu zaman bir çocuğun ağzından anlatır. Bu çocuğun ne kadarı kendisi ne kadarı bir karakter olarak anlatıcıdır bilinmez, ama tıpkı “Kızıl Süvariler”deki gibi “Odessa Öyküleri”nin de bir sürü otobiyografik öğe içerdiği su götürmezdir.

Kitabın en etkileyici öykülerinden biri de “Düşkünler Evinin Sonu” adını taşır. Yine Odessa’da ve kıtlık zamanında geçen bu öyküde düşkünler evinde yaşayan ihtiyarlar işlenir. Tabut yapmak için bile tahtanın bulunmadığı, geleneklerin aksine ölülerin kefenle gömüldüğü günlerde bir garnizon komutanı kalan son tabutla beraber gömülünce insanlar ölülerini el arabalarıyla taşımak zorunda kalırlar. Açlık öyle yüksektir ki, aşı yapmak için gelen doktora, bir deri bir kemik kalmış ihtiyarlar bağırıp çağırırlar, “Bana iğne yapabileceğiniz bir yer yok,” derler.

Öldürüldüğü yıllarca saklandı

Babel ömrü boyunca yoksulluk hallerini ve insanların sanıldığı kadar kahraman olmadıklarını öykülerinde işlediği için bir zaman sonra tehlikeli görülmeye başlanır. Gerek edebi gerek siyasal alanda ona her fırsatta destek çıkan Gorki 1936’da ölünce, Babel için de yavaş yavaş tehlike çanları çalar.

Babel 15 Mayıs 1939’da “Sovyet karşıtlığı” suçlamasıyla tutuklanır. Tutuklanışı esnasında yazdığı öykülere ve ÇEKA hakkındaki romanına el konur. (Bu yazmalar bir daha bulunamaz.) Bunda Troçki yanlısı olmasının da payı vardır kuşkusuz.

Babel yaklaşık bir yıl boyunca ağır sorgulardan geçirilir ve 27 Ocak 1940’ta kurşuna dizilerek infaz edilir. Ancak bu gerçek ailesinden gizlenir. Stalin’in ölümünden sonra parti sekreteri olan Kruşçev’in Destalinizasyon Dönemi’nde nihayet aileye bir açıklama yapılır ve Babel’in 1941’de kalp yetmezliğinden öldüğü söylenir. Esas gerçekse ta 1984’te öğrenilir.

Öldürülmesinin ardından bir süre yasaklılar listesinde bulunana Babel, yakın dostu Konstantin Georgievich Paustovsky’nin büyük bir gayretle yürüttüğü girişimleriyle 1956’dan sonra yeniden Sovyet edebiyatına dahil edilir, böylece yeniden basılmaya başlanır.

Babel gerçeği eğip bükmeden anlatan bir yazar olarak edebiyat tarihine geçer. Başını belaya sokan şey de, onu ölümsüz bir yazar yapan şey de işte budur.

edebiyathaber.net (11 Ekim 2022)

Paylaş:

Yorum yapın