Benim bu adada ne işim var?
Ne zamandır buradayım?
Kim getirdi beni buraya? Neden getirdiler?
Nemin yoğunluğu beni boğuyor.
Gözlerim yaşarıyor, havası çok ağır.
Ne işim var burada? Beni çıkarmayacak mısınız? Beni çıkarmayanlar kim? Onlar mı, o mu? Emin değilim.
Beni ne kadar tutacaklar? Peki, ne kadardır buradayım ben? Daha da kalacak mıyım? Sorularım dönüp dolaşıp, aynı soruya dönüyor. Cevapsız kalıyor böylece. Susmalı mıyım yoksa bu adada haykırmalı mıyım sesimi biri duyar mı diye? Çok ıssız görünüyor, kimsenin olacağını sanmıyorum. Bu bana bir ceza mıydı? Peki, suçum ne? Kim bana bunu açıklayacak? Avukatımı istiyorum!
Avukatım yoktu benim. Varsa yollayacaklar mı? Beni buraya kim getirdi onu bile bilmiyorum ki. Bu adadan kurtulmak istiyorum ama yüzme bilmiyorum. Nasıl yaşayacağım? Bugüne kadar nasıl yaşadıysam öyle herhâlde. Biri çekip alsa beni. Alsa. Alsa bile beni özgürce yaşatabilecekleri bir yer var mı? Sanmam. Ya dünya bu adadan ibaretse ve bugüne kadar gördüklerim bir rüyaysa? Sanmam. Rüya olsa, rüyadan öncesini hatırlarım. Yoksa insanlar uyandıktan sonra rüyasını unuturken, ben rüyadan öncesini mi unutuyorum? Öyleyse her uyku hali, geçmişini unutmak demek benim için. Kendime, bilmediğim geçmişler yaratmak ya da muamma geleceklere yelken açmak. Yeniden mi uyusam? Belki şu anı unutur ve başka bir ben ile uyanırım. Ama ne zaman uyanmıştım ya da ne kadar uyumuştum? Çünkü gram uykum yoktu. Ya her uyandığımda bir önceki hali unuturken, aynı şu an yaşadığım hisleri yaşayıp, aynı şeyleri düşünüp, tekrar uykuya dalıp, uyandığımda yine bunları yaşıyorsam? Bu döngüden nasıl kurtulacağım? Hayat çelişkilerle dolu. Bilmediğimiz açıklayamadığımız şeyler için “o bilir” deyip aradan çekiliyoruz. Herkesin bir o’su var. Herkes başka bir anlam biçiyor. Korkuyoruz. Korkuyorum. Galiba deliriyorum. Nefesim de kesiliyor, beni çıkarın buradan, boğuluyorum sanki. Boğazımda hissettiğim el, tanrının elleri mi? Yoksa Azrail mi bu? Şahdamarıma en yakın kimse onun eli olmalı. Bir el yok mu? Hissettiğim ne, neden göremiyorum? Bu çukurdan kurtulmak istiyorum. Bu ada ölüm adası gibi.
Bu sonsuz bir döngü mü gerçekten? O zaman tek yapacağım ölümü beklemek olmalı. Ya buraya kendim geldiysem?
İnandıklarım mı buraya getirdi beni?
Dost, arkadaş dediklerimin ihaneti mi?
Hayatın bir cilvesi mi?
Yol muydu buraya getiren beni?
Yolcular mı?
Ya yol da yolcu da bensem?
Peki, neden yaşıyorum hâlâ? Kurtulmak için bir umudum mu var? Kurtulursam nereye gideceğim? Bu döngüyü yaşamayacağım bir metrelik de olsa bir toprak parçası var mı? Sanmam. Buraya girmek kolay olmalı. Hiçbir yorgunluk hissetmiyordum adada olduğumu fark ettiğimde. Fakat fark ettiğim, düşünmeye başladığım an, her soru beni yormaya başladı. Fark etmek, yordu. Ne mutlu olmalıydı, hiçbir şeyin farkında olmayanlar. Bu adanın dışındakiler, ne yapıyordu, nasıl yaşıyordu? Yaşadıklarının farkında mıydılar? Beni tanıyanlar, nerede olduğumu sormalıydılar. Soruyorlar mıydı? Annem veya babam yaşıyor mu? Kardeşlerim var mıydı? Beni merak ediyorlar mı? Nerededir, ölü mü sağ mı diyorlar mıdır? Bu adada benden başka kimse var mıydı ya da yaşıyorlar mıydı, kimse var mıydı? Hey, kimse var mı? Sesim ulaşır mı? Ulaşsa bile, yardım eden biri çıkar mı?
Nemin yoğunluğu beni boğuyor.
Gözlerim yaşarıyor, havası çok ağır bu adanın.
Bir şeyleri anımsıyorum, hatırlamak demek doğru olmaz. Anımsıyor gibiyim. Sanırım küçükken bir adaya gitmiştim. Kesik, net olmayan görüntüler var gözümün önünde. Bisiklete binmiş, yolumu kaybetmiştim. Öyle miydi? Hâlâ yolumu mu arıyorum? Hâlâ o adada mıyım? Bisiklet falan da yok etrafta. Hem o zaman küçüktüm. Şimdi küçük bir çocuk değilim, biliyorum. Burada mı büyüdüm yoksa? Bir bilinmezliğin içinde, kaybolmuş olarak mı büyüdüm? Yoksa zihnim bana oyun mu oynuyor. Öyle bir anım yok mu? Kaybolmuşluğumu, olduğum durumun bilinmezliği bana bir öykü mü kurguluyor. Benim bu adada ne işim var? Ne zamandır buradayım? Kim getirdi beni buraya? Neden getirdiler? Nemin yoğunluğu beni boğuyor. Gözlerim yaşarıyor, havası çok ağır. Ne işim var burada? Beni çıkarmayacak mısınız?
Belki de tek olmak, yalnız kalmak daha iyidir. Belki de yalnızlık tanrıya mahsus değildir. Dostlukların ihanetinden uzak kalmak belki de iyi gelecektir. Bu yalnızlığımın içinden Zerdüşt gibi çıkabilir miyim? Sanmam. Ne vaat edebileceğim bir cennetim ne de sözlerim var. Ben ancak, beni ikna edebilirim. Ötesini değil. Bende başlar, bende biter demişti birisi. Kim demişti hatırlamıyorum. Bu sözü nasıl hatırlayabildim, onu da bilmiyorum. Bu ada nefesimi kesiyor olmasaydı, belki de kendime bir yaşam kurabilirdim burada. Kurtulmak istemeyebilirdim. Zamanla alışır mıyım buna? Kendimi tanrı mı ilan etmeliyim, kendi yalnızlığım içinde, yalnızlığı kabullenebilmek için. Ben, kendini tanrı eden ben’e, boyun mu eğmeliyim, yoksa ona karşı mı çıkmalıyım? Boyun eğersem kendime, bir kitap yazmalıyım. Kitapsız tanrı mı olur? Savaş açarsam kendime, kendimi şeytan ilan etmeliyim. Kendi şeytanıma karşı, yüz yirmi dört bin tane ‘ben’ yollamalıyım.
Deliriyor muyum?
Velileşiyor muyum?
Susmalı mıyım, bağırmalı mı?
Duymalı mıyım, sağırlaşmalı mı?
Kabullenmeli miyim, kendimi denize atmalı mı?
Beni buradan çıkarın, nefes alamıyorum.
Boğuluyorum.
edebiyathaber.net (25 Mart 2021)