Prof. Dr. Onur Bilge Kula: “Üniversite kavramının özü, kurumsal özerklik ve akademik özgürlüktür.”

Ocak 28, 2021

Prof. Dr. Onur Bilge Kula: “Üniversite kavramının özü, kurumsal özerklik ve akademik özgürlüktür.”

Söyleşi: Can Öktemer

Prof. Dr. Onur Bilge Kula‘nın “Aydınlanma Eğitim Felsefesi, Eğitim ve Bilimin Sefaleti” adlı kitabı geçtiğimiz günlerde Tekin Yayınevi’nden yayımlandı. Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyat bölümünde dersler vermekte olan Onur Bilge Kula, son kitabında Aydınlanma fikriyatıyla, özgür düşünceyi, üniversite kavramını tarihsel bir süreç haritası çizerek anlatıyor. Kula’yla son kitabını konuştuk.

Aydınlanma Eğitim Felsefesi, Eğitim ve Bilimin Sefaleti kitabınız geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Kitabınızda çağdaş dünyanın Aydınlanma birikimini ve değişen eğitim anlayışını irdeliyor ve yeni sorular soruyorsunuz. Sizi bu çalışmaya iten etkenleri açıklar mısınız?

Aydınlanma uzun süredir üzerinde çalıştığım bir konudur. Aydınlanma üzerine beş kitap yazdım. ‘Doğu’dan Batı’ya Aydınlanma’ kitabımda, Aydınlanmanın salt Batı’ya özgü bir devinim olmadığını, yüzyıllar içerisinde ve değişik yoğunluklarda dünyanın birçok yerinde, dolayısıyla Doğu’da ve Anadolu’da da yaratılan düşünsel bir açılım olduğunu açıklamaya çalıştım. ‘Türkiye’de Aydınlanma ve Atatürk Devrimleri’ kitabım, bu yaklaşımın ürünüdür. Bu kitabımda Anadolu/Türkiye Aydınlanmasını üç doğrultuda irdeledim: Düşünsel Aydınlanma, yazınsal Aydınlanma ve eğitsel Aydınlanma. Düşünsel ve eğitsel Aydınlanma açısından Türkiye tarihi ne yazık ki çok yoksuldur. ‘Eleştirel Aydınlanma ve Sanat’, kitabımda Anadolu’da/Türkiye’de Aydınlanmanın, öncelikle Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan çizgisinde belirginleşen yazınsal Aydınlanmanın gücünü ve etkinliğini irdeledim. ‘Eleştirel Aydınlanma, İnsan ve Kültür Eleştirisi’nde her toplumda Aydınlanma, Aydınlanma karşıtlığına dönüşebileceği olasılığının güncelliğini ve bunu önlemenin tek yolunun eleştiri ve özeleştiri olduğunu göstermeye uğraştım.

‘Aydınlanma Eğitim Felsefesi, Eğitim ve Bilimin Sefaleti’ başlığını taşıyan bu son kitabımda Aydınlanmayı felsefileştiren ve eğitimde edimselleştiren Kant, Pestalozzi, Fichte, Hegel, Feuerbach, Marx/Engels, Nietzsche, Krupskaya, Makarenko, Einstein, Benjamin ve Bloch’un konuya ilişkin ufuk açıcı görüşlerini irdeledim. Söz konusu birikimden yola çıkarak, eğitimin güncel sorunlarına çözüm önerileri geliştirmeye çalıştım.        

Kitabınızda, çağdaşlaşma etrafında kümelenen uygarlık, sekülerlik ve ilerlemeciliğin eğitimle nasıl aktarılacağını düşünen bir yol haritası ortaya koymaya çalışan filozofların çalışmalarına yer veriyor ve yorumluyorsunuz. Bu anlamda, Aydınlanma ile eğitim anlayışı nasıl biçimlenmektedir?

Şu temel ilke her zaman geçerlidir: Eğitim, eğitileni etkiler, yönlendirir, hatta biçimlendirir. Dolayısıyla, eğitim, hem bilimselleşmek, uygarlaşmak, akılcılaşmak, ilerlemek bakımından, hem de bilimden uzaklaşmak, barbarlaşmak, akıl-dışılaşmak ve gericileşmek bakımından etkili bir alandır. Bu nedenle, eğitim, hem Aydınlanmaya, hem de Aydınlanma karşıtlığına hizmet edebilir. Eğitimin, insanın özerk ve özgür bireye dönüşmesine, insancılaşmasına ve her bakımından ilerlemesine hizmet etmesini isteyen politik erk/yönetim, doğal olarak eğitim dizgesini, Anadolu’nun ve dünyanın Aydınlanma birikimini, eğitilenlere aktarmasına sağlayacak biçimde oluşturur. Başta derin ve uzak görülü bir önder olan Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, çağdaş Türkiye’nin kurucuları, Türk insanının kulluktan kurtulup özgür bireye dönüşmesine ortam hazırlamak için, eğitim dizgesini eleştirel düşünme, bilim, eleştirel akıl ve dünyasallık ilkeleri üzerine kurmuştur. Ne var ki, onların başlattığı bu atılım sürdürülmediği gibi, köreltilmeye çalışılmaktadır.   

Sizin de kitabınızda ayrıntılı olarak ele aldığınız gibi, insanlık; barbarlık, savaş ve yıkıcılıktan ancak Aydınlanmacı bir eğitim felsefesiyle kurtulabilir.  Lakin Avrupa’nın tam ortasında yaşanan soykırım deneyimi bu durumu sekteye uğratmıştır. Siz bu konu hakkında ne demek istersiniz?

Dünya ve Anadolu/Türkiye Aydınlanması, tekçi, baskıcı, sömürücü anlayışa ve uygulamaya karşı savaşımda çoğulcu, özgürlükçü, insan emeğine ve hakkına saygılı bir anlayışı geliştirmeye ve yerleştirmeye uğraşmıştır. Dünyada ve Türkiye’de gelişmeler, şu gerçeği ortaya koymuştur: Ne denli aydınlanmış olursa olsun, her insan, her toplum, her zaman ve her yerde yeniden barbarlaşabilir. Dünyanın birçok ülkesinde değişik yoğunluklarda deneyimlenen soykırım, doğal olarak Hitler Almanya’sında somutlaşır. Almanya, hem Aydınlanmayı felsefileştiren, insanın her türlü bağımlılıktan kurtularak özgürleşmesinin yolunu gösteren filozofları yetiştiren, hem de yeniden en yoğun barbarlığa düşen bir ülkedir.

Yine kitabınızda ele aldığınız üzere Adorno, Holokost sonrası faşizm ve barbarlık tehlikesinin sona ermediğini, her yerde benzer bir deneyimin yaşanabileceğini vurgular. Son zamanlarda hem sağ ideolojinin hem de otoriter lidere tapınmanın güçlenmesi, Adorno’yu doğrulamaktadır. Yeni sağ ideolojiler ve eğitim arasında ne gibi bir bağlantı var sizce?

Adorno’nun da belirlediği gibi, Almanya örneği tüm insanlık için uyarıcı, öğretici bir örnektir. Adorno’nun uyarısı, her ülke ve her toplum için geçerlidir. Çağdaş Türkiye çok belirgin bir özgürleşme ve uygarlaşma atılımı yapmıştır; ancak bu Aydınlanma atılımı, Aydınlanma karşıtlarınca çok sık ve uzun süre kesintiye uğratılmıştır. Bu nedenle, Aydınlanma eğitiminin başlıca görevi, eleştiri ve özeleştiri kültürünü yerleştirmek, böylece aklın özgürleşmesine ve bilimin gösterdiği yolda ilerlemeyi sağlamaktır. Bu görev, 2021 yılında daha bir ivedilik ve güncellik kazanmıştır.      

Bu bağlamda Aydınlanma eğitiminin temel ilkeleri ve ülkülerini şöyle belirlemeye çalıştım:

  • Aydınlanma eğitimi, savaş karşıtı, dolayısıyla ödünsüz bir barış eğitimidir. Barış, sadece savaşın olmaması değildir; savaşa ve şiddete ortam hazırlayan yapılanmaların ve koşulların da yok edilmesidir.
  • Aydınlanma eğitimi,  dincilik ve ırkçılık karşıtı bir eğitimidir; çünkü her şeyi tekleştiren ve saltlaştıran bu ideoloji her türlü kıyımın ve saldırganlığın kaynağıdır. Dincilik, dini; ırkçılık da ırkı/ulusu araçsallaştırır. İnsanları birbirine düşmanlaştırır.
  • Özgür ve bağımsız birey yetiştirmeyi amaçlayan Aydınlanma eğitimi, her türlü bağımlılığa ve bağımlılık yaratan yönlendirici kolektif yapılanmalara karşı bir eğitimdir.
  • Aydınlanma eğitimi, eğitimi üretim ile bütünleştirir. Eğitilenin yeteneklerini geliştirir, çoğullaştırır ve esnekleştirir.
  • Aydınlanma eğitim, çoğulcu demokrasi, tolerans ve başta kadın erkek eşitliği olmak üzere, her konuda mutlak eşitlik ilkesinden yola çıkar ve bunun birey ve toplum yaşamında edimselleşmesini amaçlar.
  • Bütün bu ilke ve ülküleri gerçekleştirmek için, insan eleştirisiyle toplumsal eleştirisini bütünleştirir.
  • Aydınlanma eğitim, ilkeli ve ödünsüz bir insan hakları eğitimidir. İnsan hakları, çocuk haklarıyla edimselleştirilebilir. Bu nedenle, çocuk hakları eğitimi önceliklidir. Ayrıca, hayvanların yaşama hakkı, hak kavramının ayrılmaz bir parçasıdır.     

Eğitimdeki eşitsizliğin en önemli nedenlerinden biri hiç kuşku yok ki ekonomik koşullar. Kitabınızda dile getirdiğiniz gibi, Türkiye’de toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlik nedeniyle, özellikle yoksul aile çocukları, eşit koşullarda eğitim görme hakkından yoksun bırakılmaktadır. Konuyu açar mısınız? 

Türkiye’de son yirmi yılda eğitimin dinci-ırkçı bir anlayışla yapılandırılmasının yanı sıra, sosyal adalet ve fırsat eşitliği bakımından çok büyük bir gerileme söz konusudur. Kovid salgını döneminde toplumsal adaletsizlik ve eşitsizlik çok daha fazla artmış ve bunun sonucu olarak yoksul aile çocukları eğitim olanaklarından tümüyle uzaklaştırılmıştır. Politik erk, dolayısıyla da Eğitim Bakanlığı söz konusu adaletsizliği ve eşitsizliği izlemekle yetinmektedir. 

Öte yandan, nitelikli eğitim veren liseler, imam hatiplere dönüştürülmekte, özellikle yoksul aile çocukları bu okullara yönlendirilmekte ve bunların geleceği karartılmaktadır. Çeşitli dinci cemaatler, eğitim alanını biçimlendirmekte, böylece, Eğitim-öğretim Birliği Yasası ve parasız ve zorunlu eğitimi zorunlu öngören yasalar uygulanmamaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, eğitime dolaysız yansımaktadır. Ülkeyi yönetenler ve Eğitim Bakanlığı, Türkiye’nin geleceğini karartacak bu olumsuzluklara karşı tümüyle ilgisizdir.

İnsan ve doğa ilişkisi, kitabınızda en dikkat çekici bulduğum başlıkların başında geliyor. Çevre felaketleri ve iklim bunalımını önlemek ve doğa bilincini geliştirmek için, nasıl bir eğitim politikası izlenmeli?

Doğa, insanın düşünsel ve bedensel ilişkisinin toplamıdır. İnsan, özüne uygun yaşamak için, doğayı bozmamak ve doğayla uyumlulaşmak zorundadır. Yerleşik yaşam, doğayı, doğal durumundan uzaklaştırır. Bu nedenle, yerleşim ve ulaşım önlemleri doğaya zarar vermemelidir. İklim bunalımı ya da aşırı ısınma belirtileri, insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Bilimsel-akılcı eğitim, bu tehdidi önemsemek zorundadır. Unutulmamalıdır: Ekolojik öğrenme, toplumsal-kültürel yaşamın tümünü kapsar. Bütün bu bilimsel-eğitsel önlemler, doğanın insancılaşması, insanın doğallaşması uğraşıyla gerçekleştirilebilir.

Anti-entelektüalizm, vasatlık ve düşünce yerine hoyratlığın sözünün, hükmünün geçtiği bir zaman diliminden geçiyoruz. Siz de kitabınızda bu hususa değiniyorsunuz. Yükselen anti-entelektüalizm kaynağı nedir?

Düşünme, hele eleştirel ve özeleştirel düşünme, amaçlı uğraş ve emek harcamak ile olanaklıdır. Düşünmenin sonucu olan düşünce, dile getirilmek, anlatılmak suretiyle kalıcılaşır. Anlatılamayan, başkalarıyla paylaşılmayan düşünce kalıcılaşamaz.  Bu nedenle, düşüncenin anlatımı özgürlüğü, diyesi, ifade özgürlüğü, düşünmeyi geliştiren başlıca kaynaktır. Düşünme, eleştirel düşünme, doğruları, gerçekleri dile getirir. Bu nedenle, varlığını, güdüleme, kandırma ve ideolojik yönlendirme çabasına dayandıran gerici politik erk, eleştirel düşünmenin düşmanıdır. Uzun bir tarihsel geçmişi ve deneyimi olan gericilik, toplumsal-kültürel konumunu sürdürmek için, ilerlemeyi ve değişimi önlemek için her yola başvurmaktadır. Değişim ve ilerlemeyi bastırmak, hatta olanaksızlaştırmak için her türlü önlemi almaktadır. Bütün dünyada baskıcı ve çağ-dışı yönetimler, akıl almaz yasaklarla düşüncenin anlatımını olanaksızlaştırmaya uğraşmaktadır. Bu, düşünsel yoksullaşmaya, sıradanlaşmaya, edilgenliğe ve yüzeyselleşme yol açmaktadır. Düşünsel yüzeyselleşme ve yoksullaşma giderek toplumda egemenleşmeye başlamaktadır. Bunu önlemenin yolu inadına eleştirel düşünceyi ve özgür aklı geliştirmeye çalışmaktır. 

Milliyetçilik, ırkçılık ilişkisini eğitim bağlamında ele alıyorsunuz. Özellikle Kant’ın fikirleri doğrultusunda eğitim ve barış ilişkisini irdeliyorsunuz. Bu doğrultuda milliyetçilik, ırkçılık gibi gerici ideolojileri etkisizleştirmek için nasıl bir eğitim planı çizilmeli? Eğitim, insanın doğasında yer alan şiddet eğilimi, otoriter kişilik veya ırkçılık gibi düşünceleri geriletebilir mi?

Ulus kavramı, bir toplumun, bir halkın ya da halkların tarihsel gelişiminde ulaştığı üst düzeyli bir yazgı ve ülkü birliğidir; önemli bir gelecek tasarımıdır. Bu nedenle, ulus, güzel bir duygu olan ulus-severliğin kaynağıdır. Öte yandan, ulus, vurguladığım gibi, aynı din gibi, gerici ve saldırgan politik amaçlar için, araçsallaştırılabilir. Milliyetçilik/ulusçuluk/ırkçılık, savaşlara, öldürümlere, yıkımlara yol açan politik-ideolojik tutumdur. İnsan, olumluluk ve olumsuzluklara açık bir varlıktır. Bu nedenle, barışçıl ve insancıl bir eğitim, henüz çoğulculaşma ve demokratikleşme sürecinde bulunan bir toplumda her türlü şiddet ve otoriterliğe karşı duyarlılık bilinci geliştirebilir. Eğitimin özü ve ereği, eğitilene özgür ve bağımsız bir kişilik geliştirme olanağı vermektir. Ülkemizde bunun tam karşıtı yapılmaktadır.

Yerli ve milli anlayış bizde olduğu gibi dünyanın çeşitli ülkelerinde revaçta olan bir kavram. Küreselleşme sınırları, kültürleri bu kadar aşındırmışken eğitimin geleceği “Dünya yurttaşlığı” kavramı sizce nereye doğru evirilecek?

Belli bir toprak parçası üzerinde yaşayan ve uzun bir tarihsel geçmişe sahip olan her birey, toplum ve kültür, hem yerli ve ulusaldır, hem de çoğuldur ve uluslar-arasıdır. Otoriter yöneticilerin inandırmaya çalıştığı gibi, bunlar birbirini dışlamaz. Yerlilik denildiğinde, doğal olarak Anadolu akla gelir. Birçok halkın gelip geçtiği ya da yerleşip kaldığı Anadolu katıksız olabilir mi? Böyle olması olanaklı mı? Her halk, her ulus, hele Anadolu/Türkiye gibi çeşitli halkların birlikte yaşadığı, harmanlandığı yurt, doğası gereği çoğuldur. Ayrıca, küreselleşme yerellik ve ulusallık kavramlarını iyici belirsizleştirmektedir. Otoriter yönetim biçimini meşrulaştırmak amacıyla, yerellik ve ulusallık kavramını, politik güdüleme aracı olarak kullanan baskıcı yöneticiler de karşıymış gibi göründükleri küreselleşmeyle bütünleşmektedir.

Öte yandan, tüm insanlığın ülküsü olması gereken dünya yurttaşlığı, ulus ve ulus devlet kavramlarını ortadan kaldıramaz; hatta ulus ve ulus devlet olmaksızın, dünya yurttaşlığı ülküsü boşlukta kalır. Yerellik ve ulusallık politik amaçlarla araçsallaştırılmadığı sürece, belli bir ülkede, coğrafyada gerçekleştirilen Aydınlanmacı eğitim, bu kavramlara karşı olamaz. Öte yandan, insancılaşma uğraşı, aynı zamanda dünya yurttaşlığı ülküsüne hizmet eder. Söz konusu nedenlerle, eğitim çoğulcu-demokratik bir yaklaşımla anılan kavramları uyumlulaştırmaya uğraşır.

Üniversitelerin bilimsel özerkliği, demokrasi ve düşünce özgürlüğü çalışmanızın önemli saç ayaklarından biri. Bilimsel ilerlemenin ve özgürlüğün ancak bağımsız bir akademik kurumda olabileceğini dile getiriyorsunuz. KHK ile atılanlar ve dışarıdan rektör atamaları gibi nedenlerle, üniversite kurumu ciddi oranda zarar gördü. Türkiye’deki üniversitelerin niteliksizleştirilmesinin panzehiri nedir sizce?

Üniversite kavramının özü, kurumsal özerklik ve akademik özgürlüktür; çünkü bilim yalnızca eleştirel ve özgür aklı ile olanaklıdır. Özerklik, öğretim elemanlarının, öğrencilerin ve üniversite çalışanlarının özgür seçimleriyle, yönetimi oluşturması ve kaynaklarını, ortak kararlarıyla toplum yararına kullanmaları demektir. Akademik özgürlük, öğretim elemanlarının araştırma konularını, yöntemlerini ve araçlarını özgürce belirleme ve araştırma sonuçlarını hiçbir kısıtlama ve yasaklama ile karşılaşmaksızın, açıklama hakkıdır. Feuerbach’ın deyişiyle, bilimci özünden de özgür olan kişidir. Bilimsel bilgileri açıklama hakkı, hem temel insan hakkıdır, hem de bir ülkenin kalkınması ve ilerlemesinin güvencesidir. Ayrıca, akademik özgürlük, toplumun ve insanlığın gereksinmeleri doğrultusunda nitelikli bilimsel bilgi üretiminin güvencesidir. Türkiye’de politik erk, akademik özgürlük kavramını hiçe saymaktadır. Bunun en açık örneği salgın ile ilgili bilimsel araştırmaların, Sağlık Bakanlığı’nca oluşturulan ve buyruklara göre çalışan bir kurulun onayına bağlanmasıdır. Bilim Kurulu’nun bu konudaki duyarsızlığı, politik erkin işini kolaylaştırmaktadır.   

Eğitim dizgesinin dinci-ırkçı bir anlayışla biçimlendirilmesinin yanı sıra, üniversiteleri susturmak ve uydulaştırmak için her türlü yola başvurulmaktadır. Sözünü ettiğiniz KHK’liler ve eleştirel düşünceyi bastırmaya yönelik önlemler bunun somut örneğidir. Öte yandan, politik erkin üniversiteleri niteliksizleştirmesi sürecinde üniversite bileşenleri, özerkliği ve akademik özgürlüğü savunamamıştır. Çok az sayıda bilimcinin üniversite özerklik ve özgürlük savaşımı yeterli olmamaktadır. Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri ve öğretim elemanlarının, üniversite özerkliği ve akademik özgürlük savaşımı diğer üniversitelere örnek oluşturmaktadır; ancak bu ‘onur anıtı’ eylem şimdilik ayrıksı bir örnek niteliği taşımaktadır.  

Üniversite, genç bireyin içinde taşıdığı özgürleşme ve ilerleme eğilimini ortaya çıkarmak ve etkenleştirmek zorundadır. Üniversitelerin görevi, öğrencilere hazır bilgileri aktarmanın ötesinde,  yeni bilimsel bilgi geliştirmek ve toplumla etkileşim içinde bu bilgilerin üretimde verimlileşmesini sağlamaktır. Türk üniversitelerinin, üniversite niteliğini kazanması, öğretim üyeleri ve öğrencilerin özerklik ve akademik özgürlük savaşımıyla olanaklı olabilir. Öte yandan, gerici yönetimler ne denli engellemeye çalışırsa çalışınlar, üniversite özerkli ve akademik özgürlük, Boğaziçi Üniversitesi’nin sergilediği uygar direniş benzeri eylemlerle, er ya da geç gerçekleşecektir.  

edebiyathaber.net (28 Ocak 2021)

Paylaş:

Yorum yapın