Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okuduğu kitapları bu defa yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştık. Yazar Gülayşe Koçak’ı, arkadaşı Zeyda Üstün’le konuştuk.
1) Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu?
Gülayşe’yle telefonda iş dolayısıyla tanışmıştık; o Ankara’da Kanada Büyükelçiliğinin konsolosluk bölümünde, bense İstanbul’da Kanada Konsolosluğunda çalışıyordum. Mesai arkadaşlığı olarak başlayan dostluğumuzu yıllarca yüz yüze hiç tanışmadan telefon üzerinden geliştirdik. İkimiz de edebiyata meraklıydık ve mizah duygularımız çok örtüşüyordu. Gülayşe o sırada ilk romanı Çifte Kapıların Ötesi’ni tamamlamış, yayınlatmak için uğraşıyordu.
Çok sonradan birlikte geçirdiğimiz yaz tatillerinin üçünde üç ayrı kitap yazıyordu Gülayşe. İki haftalık ilk ortak tatilimizde denize girmediği zamanlarda, bahçede annemin deyimiyle “leplop”unda Siyah Koku romanını tamamlamaya çalışıyordu. Bidon boyutunda sütlü kahvelerimizi alıyorduk, sonra o, masalardan birine kuruluyor, etraftaki seslere aldırmadan sürekli yazıyordu. Epey eskilere dayanan dostluğumuzun bana verdiği rahatlıkla, önünden geçerken “hadi Gülayşe, çalış! Çalış köle!” diye seslenerek elimdeki hayali kırbacı günde birkaç kez şaklatıyordum! Ama işe yaradı ve Siyah Koku o tatilde bitti, ki aramızda kalsın en sevdiğim romanıdır. Türk edebiyatında Gülayşe’nin Topaç romanıyla öncüsü olduğu ekolojik distopya bana göre Siyah Koku’yla zirveye çıktı.
Bu yaz da son romanının detay çalışmalarının bir kısmını benim acımasız kırbacım altında yaptı!
2) Arkadaşınızla yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?
İkimiz de okumayı çok severiz ama okuduğumuz kitaplar çok farklıdır. Ben tercüme okumaktan hiç hoşlanmam, Gülayşe İngilizcesi çok iyi olduğundan pek çok kitabı orijinal dilinde veya İngilizcesinden okur, tercümeye de itirazı yoktur. Okuduğumuz kitapları birbirimize anlattığımız, tavsiye ettiğimiz, hediye ettiğimiz sık sık olur. Zaten dostluğumuz böyle başlamıştı.
3) Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/ öneri alır?
Fare ve Lasi’nin Maceraları’nı, bir de sanal ortamda yayınlanan denemelerini kitap haline getirmesi için başının etini yediğimi söyleyebilirim. İki kitap da basıldı, hatta Denemedi Demeyin kitabında sanal ortamda olmayan denemeleri de var, ben de keyifle okudum. Yine birlikte geçirdiğimiz bir yaz tatilinde Fare ve Lasi’nin son rötuşlarını yaparken bazen bana okutuyordu, ben de fikirlerimi söylüyordum. Valla, diğer kitaplarında benden fikir almadı ama Siyah Koku romanında ismimi kullandı! Romandaki Güzin abla benzeri, dertlere deva olan “Zeyda Teyze”de esinlenilen, benim adım.
4)Yazı yazarken vazgeçemediği ritüelleri nelerdir?
Senelerdir kullandığı minik ASUS laptopu ve son birkaç yaz misafir olduğu Kayalar köyündeki evimin terası desem abartır mıyım acaba? Koca bir fincan çay, sütlü kahve veya reyhan şerbeti…. Belki piyano çalmanın da etkisiyle on parmak ve çok hızlı yazar. İstanbul’daki kendi evinde çalışma odasında yazdığını hiç görmedim, zaten o odası daha çok, cam mozaiklerini yaptığı bir atölye. Mutfağında, balkonunda, en çok da kafelerde yazıyor, aşırı yüksek müzik olmayan, sigara içilmeyen yerler. Açık havada yazmaktan da keyif alıyor.
5) Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz?
Bu yaz, çevirisini okuldaşımız Yiğit Bener’in yaptığı Fransız yazar Louis Ferdinand Céline’in “Gecenin Sonuna Yolculuk” adlı kitabını okuyordu. [Ekleme: Az önce kendisine sordum, şu sıralar okuduğu kitaplar şunlarmış: Daphne de Maurier’in “Rebecca”sı ve Harari’nin “Sapiens”i. Son aylarda okuyup çok sevdiği kitaplar ise: Anna Burns’ün “Milkman”i, Toni Morrison’un “Beloved”ı (“Sevilen”), Daphne de Maurier’nin “Rebecca”sı, Jacob Ejersbo’nun “Afrika Üçlüsü”nün “Devrim” başlıklı ikinci cildi].
edebiyathaber.net (31 Ekim 2019)