Hepimizin hayata baktığı bir penceresi var. Baktığımız manzarayı hayat değil kendimiz şekillendiriyoruz; görmek istediklerimizi görüp, istemediklerimize kör kalarak. Şairler, yazarlar, sanatçılar eserleri ile bizi kendi manzaralarına davet ediyorlar. Onlar sayesinde kendi manzaramız genişliyor, zenginleşiyor.
küçük İskender’in Waliz Bir’inin sarsıntısı geçmeden İkinci Waliz’e geçtim. Yaşamın ne kadarı bir waliz’e sığar? Waliz’ine bağlı; O, “Tasvirinde zorlandığım hayat, sığmıyor waliz’e.” dese dekaç tane olduğunu bilmediğim walizlere yaşamın en umulmadık parçalarını sığdırmakla kalmamış, tekrar tekrar bakılası değerli şeylere dönüştürmüş onları. Onun şiirlerinde, denemelerinde, romanlarında dolaşmak, geri dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmak. Bazen hiç görmediğiniz, bazen de bildiğinizi sandığınız ama onun penceresinden baktığınızda bambaşka görünen hayat ile karşılaşmak, çarpışmak, yüzleşmek. Savrulabilirsiniz, uçurumlardan yuvarlanabilirsiniz. Kendinizi dingin sulara bırakıp öylece kalabilirsiniz de. Bazen bir el uzanıp yanağınızı okşar gibi gelir, bazen ummadığınız anda bir tokat.
“İnsan lüzumsuz bir eşyadır zaten.” derken insan olmanın ve insan kalabilmenin yollarını anlatıyor waliz’deki metinler. Evrenin tek defolu canlısı olduğumuzu. Bu kadar akıllı olup bu kadar akılsızca dünyayı mahvedebildiğimiz için. Bu kadar duyarlı olup, tüm canlılara, doğaya ve birbirimize bu kadar duyarsız kalabildiğimiz için. Sevmeye ve sevilmeye bu kadar ihtiyaç duyup, nefreti ve savaşı yaşamın merkezi yapmayı başardığımız için.
“Adalet, insanın olduğu yerde tesis edilemez; dinin, ideolojinin, harisliğin, cinsiyetçiliğin, ırkçılığın, milliyetçiliğin, hırsın, öfkenin, düşmanlığın, kinin, aptallığın ve cahilliğin olduğu coğrafyalarda adalet mümkün değildir.”
Ne güzel bir öfkesi var İskender’in. Kısacık metinlerde dolu dolu dökülüyor o öfke, bazen tek bir sözcük yetiyor. Öfkesi öfkeme dönüşüyor, içimden geçenler sözcüklerinde anlamına kavuşuyor. Sanki o söylemese hiç ortaya çıkamayacaklar gibi. O öfkesini waliz’e akıtırken, biz okurken arınıyoruz üstümüze yapışıp kalan yüklerden, kirden, tortudan. küçük İskender külliyatı onun öğretisinin yeryüzüne yansıyan yüzleri. Waliz’de de dediği gibi “Şairlerin hepsi yerçekimine mahkûm peygamber”ler zaten. Ama uyarıyor;kendi öğretisi de dahil tüm ideolojilere ve inançlara uzak durun, çıkışı herkes kendi kalbinde arasın derken nasıl da güzelsin İskender.
Waliz’ler, yüzleşmeye hazır olanlar için. Bütün ikiyüzlülükler, ihanetler, yalanlar bir bir çıkıyor dışarı. Ahlaktan bahsediyor televizyon ekranları, her yerde çocuklar tecavüze uğrarken. Tekme yiyen kadınlara bir tekme de hemcinslerinden gelirken, cinsel kimliklerin hangisi normal hangisi anormali konuşuyor Türkiye. Özgürlük, hak, hukuk, adalet ne demek anlaşılmıyor artık, ters yüz edilmiş anlamlar. Halk her daim kurban istiyor, kurbanlar yaratıyor, öldürüyor, vicdan temizliyor, sonra yeni yeni kurbanlar buluyor. Kanla beslenen insanlık waliz’lerden bize bakıyor. Bazı okullarda küçük İskender’in adını anmak yasakmış. Sigara, içki görüntülerinin yasak olduğu ekranlarda silah, şiddet, kan, işkence, kadın dayağı görmek serbest.
“Tek ahlaksızlık siyasettir.
Kuşlar siyasi değil. Kediler siyasi değil. Ağaç değil. Vadi değil. Uçurum değil. Yağmur siyasi değil.”
Waliz’lerde biraz dehşet, biraz acı, biraz hüzün, en iyisinden çokça öfke, en çok da gerçek var. Katlanılması kolay olmayanlardan. Ama kelimeler dans eder şairlerin elinde. O yüzden ara sıra kulağınıza gelen müzik de yalan değil. Ezgiler de acıtır bazen, git gide incelen bir keman içinizi boyadan boya çizebilir, yüreğinize saplanan notalar da kanatabilir, coşkulandıran da olabilir, yaşatan da,öldüren de.
“Uyanınca sıralı sırasız bir göğe, bir toprağa bakan hayvanların taraftarıyım ben.”
Ya şiire iltica edeceğiz toptan ya da… Başka yol yok zaten…