Roman yazarı sevilmez, neden? | Feridun Andaç

Ocak 14, 2014

Roman yazarı sevilmez, neden? | Feridun Andaç

feridun andac 10.tifYalnızca eleştirmenler değil, roman yazarları da pek sevilmez! Hatta en çok dedikodusu yapılan, çekiştirilenlerin başında gelir romancılar.

Daha dün, raflarda yerini yeni alan Ustam ve Ben romanı nedeniyle Elif Şafak hakkında  dedikodular başladı bile… Roman üzerinden Elif Şafak’ı yermek, karalamak için ellerinden geleni artlarına bırakmayan bir dolu yazar avcısı geziniyor ortalıkta.

İşin tuhafı, bu çekememezlik hali yalnızca medyaya yansımakla kalmıyor, birebir sohbetlere de taşınıyor.

Bu türden dedikoduları Tanrı düşmanımın başına vermesin, kaldırılacak gibi değil!

Yazar olarak sürekli birilerinin hedef tahtasında olmak hiç de sevimli gelmiyor bana. Yürek soğurması yaşattığı gibi , sizi yazıp ettiklerinizden de uzaklaştırıyor bazen bu tür durumlar. Tutup her birine yanıt yetiştirmeseniz bile, duvarlar örmek zorunda kalıyorsunuz bir süre sonra…

Hatırlarım, yıllar önce, bir derginin “dosya” konusuna bir yazı yazmıştım. Pusuda bekleyen bir “yazmancık” hemen kendini ortaya atıp bir yazı döşenmişti ki, vay halime… Yetinmemiş, ardından dedikodular salmıştı ortalığa. Elle tutulur yanı yoktu, ama neylersiniz; kimsenin ağzı torba değil ki büzesiniz! Canım sıkılmıştı. Tutup o sıkıntıyla bir yazı yazmıştım yanıt olarak. Dergi editörüyle konuştuktan sonra da yazıyı yayımlamaktan vazgeçmiştim. Başıma gelen bu türden “olay”lardan biri de “Cumhuriyet vakası”dır, ki apayrı bir yazı konusudur; yeri gelince bir gün onu da burada anlatmak isterim.

O gün bugündür o türden yazıları okumamaya karar verdim. Bunlar eleştiri değil, safra atmaktı adeta.

Bu tür sinir harbine, dedim-dedi’ye hiç gelemem.

Nice sonra şunu öğrendim; canımı sıkan bir şey olunca oturup yazıya dökmenin, o pası içimde tutarak beni kemirip durmasına izin vermemenin iyi geldiği…

Bunun yararını görmüşümdür üstelik. Öyle her yazdığını da yayımlayacaksın diye bir şey yok. Bu tür yazıları öfke havuzlarına atılacak yazılar olarak görürüm.

13364-elif-safak-tan-intihal-iddiasina-yanit1Biz gelelim gene romancının neden sevilmediğine.

Haruki Murakami, Koşmasaydım Yazamazdım anlatı kitabında konuya değiniyor:

Fakat düşünüyorum da, zaten mesleki açıdan bir roman yazarının birilerinin hoşuna gitmesi prensipte mümkün müdür? Bilemiyorum. Belki de bu dünyanın bir yerlerinde mümkündür. Kolayca genelleme yapılamayacağı kanısındayım. Fakat en azından benim açımdan, roman yazarı olarak uzun yıllar yazmaya devam edip de, aynı zamanda birilerinin kişisel hoşuna gitmiş olabileceğini düşünemiyorum.

Bunun neden böyle olduğunu düşününce tek bir yanıt veremiyor insan. Yalnızca nedenlerini konu listesi gibi şöyle sıralayabiliyor:

*(eleştirenin) kendi yazamadığı için,

*yazmanın çok özel yetenek/çaba gerektirdiğini gördüğü için,

*roman yazmanın donanımına sahip olamadığı için,

*herkes ondan söz ettiği, göz önünde olduğu için,

*roman yazarak iyi para kazandığı için,

*romancı=popülerlik, canını sıktığı için,

*yazıda/romanda neymiş, denilerek dudak büküldüğü için,

*(romancı) gereksizce şişirildiği için…

Aslında bu liste uzayabilir. Ama burada görmemiz gereken şudur; “masum romancı”dansa, kendi egomuzun harekete geçme nedenleridir asıl “vahim” olan.

Diğer  yanda ise; sorun romancının neyi/nasıl/niçin yazdığıyla ilgili değildir. Yazdığının onu taşıdığı yer, orada ona gösterilen “itibar”/”popülerlik”tir asıl rahatsızlık veren. Bunun arkasındaki en temel neden ise; “yazmak eylemi”nin hafife alınmasıdır.

Bir hırsızı, dolandırıcıyı, yozlaşmış politikacıyı aynı oranda eleştiremeyen bir toplum; iyi-kötü bir şey yazıp ortaya çıkaran bir romancıya koro halinde saldırmak için pusuda bekler.

“Yazmak da ne ki?”

Dudak bükmeler…bön edalar…

“Oturup çırpıştırıyor, parayı  ve ünü kapıyor.”

Oysa yazmak, böyle  hafife alınmayacak kadar ciddi bir iştir. Zordur, sorumluluk ve soluk gerektirir. Murakami, bunu kitabında öylesine güzel anlatmış ki; bir maratoncunun çabasını gerektirecek kadar disiplin isteyen, odaklanıp sürdürülebilirlik çabası gerektiren bir şeydir üstelik.

Madem söz Elif Şafak’tan açıldı, oradan devam edelim.

Şafak’ı iyi kötü tanırım. Akademik zekası, birikimine inanırım. Çalışma azmi ise olağanüstüdür. İlk üç romanını apayrı bir yere koyarım. Parıltılı bir anlatıcı olduğunu burada kanıtlamıştır. Bit Palas, Araf, Baba ve Piç kırılma noktasıdır onun. Aşk ve İskender’de popüler kurguyu önceler. Ustam ve Ben anlatısında yeni bir anlatı zamanına geçişi dener. Çok iyi bildiği aidiyet/kimlik/bellek üzerine romanda yeni bir söylem kurma denemesine yönelir bu kez. Araştırmacı, akademisyen kimliği onu yeniden “tarihsel”e döndürür. Roman üzerine ayrıca yazacağım için, konumuza dönelim.

Roman daha okurunu bulmadan bir haber, üstelik Elif Şafak’ı sevmeyenleri sevindirecek kadar dikkat çekici. Haberi yapan merak edip romanın sonundaki yazarın notunu okumadığı ya da bunu mal bulmuş mağribi hesabı başka bir şeye dönüştürmeye çabaladığı gibi… yemek yediği bir lokantadaki önüne gelen yemeğin tatsız tuzsuz, lezzetsiz olduğuna itiraz edip dillendiremeyen, okumadığı/karşılaştıramadığı iki roman üzerine ahkam kesebiliyor…

Jose Saramago’nun Filin Yolculuğu’ndaki izlek benzerliğidir dile getirilen…Oysa hiç ilgisi olmayan iki ayrı dönem romanı. Siz attan söz eden bir roman da yazsanız, yazılmış bir başka at romanında geçen birtakım kavramlara/izleklere doğal olarak değinirsiniz.

Üstelik, Şafak, fili bir simge olarak kullandığından söz eder: “Çünkü çok hafızasız  bir toplumuz, fil hafızanın sembolü.” Bu cümle bile romanı okumaya/irdelemeye, hatta bu bakışla sorgulamaya değecekken, biz başka yerlerde geziniyoruz.

Evet, Şafak’ın da imlediği üzre; yapıtı değil de romancıyı didikleme gibi bir huyumuz var. Okumak, çözümleyip yorumlamak, yapıtı eleştirmek zor geldiği için kolay olanı seçiyoruz genellikle…

Bırakın romancı dilediğini yazsın, siz eğer iyi okursanız, varsa bir birikiminiz yazılan romana dair eleştirinizi/sözünüzü orada söyleyiniz. Kendi budalalığınızı romancıya yükleyerek oradan bir şey ummak; kuru deriden bal çıkarmaya benzer tıpkı, biline…

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (14 Ocak 2014)

Paylaş:

Yorum yapın