Cemil Kavukçu: “‘Yolun Başındakiler’i yazarken İsmet’in yerine koydum kendimi”

Eylül 26, 2013

Cemil Kavukçu: “‘Yolun Başındakiler’i yazarken İsmet’in yerine koydum kendimi”

Söyleşi: Gaye Dinçel

Edebiyatımızın usta ismi Cemil Kavukçu‘nun yazdığı ilk gençlik romanı Yolun Başındakiler, Günışığı Kitaplığı’nın Köprü Kitaplar koleksiyonunu oluşturan on beş kitaptan biri olarak yayımlandı.

“Gençlere” yazma fikri nasıl doğdu?

Aslında böyle bir düşüncem, önceden planladığım bir çıkış noktam yoktu. Çocuk edebiyatına girişim de böyle olmuştu. Damla kendini tamamlayınca damlarmış ya, öyle bir şey işte. Yol haritam, yazmaya başladıktan sonra ortaya çıktı.

“Köprü Kitaplar” dizisi için yazmak sizi heyecanlandırdı mı?

“Yolun Başındakiler”i “Köprü Kitaplar” için yazmak üzere yola çıkmadım. Beni kışkırtan, “yaz bizi, yaz bizi” diye göz kırpan bir temanın peşine takıldığımda bunun nereye varacağını, nasıl sonuçlanacağını bilmiyordum. Ortaya bir gençlik romanı çıktı. “Köprü Kitaplar” ile buluşmamız da bu nedenle oldu.

“Yolun Başındakiler”i yazarken nereden yola çıktınız?

Kendi deneyimlerimden yola çıktım. Sonuçta ne anı ne de bir yaşam tutanağı bu roman. Üzerinden onca zaman geçse de her şey çok canlı bir biçimde gözümün önündeydi.

Romanın kahramanı İsmet’in sizde var olma sürecini anlatır mısınız?

Roman kahramanları ya da öykü kişileri önce davranış biçimleriyle belirir bende. Sonra onlara uygun yüzler düşünürüm. “Yolun Başındakiler”i yazarken İsmet’in yerine koydum kendimi. Ben İsmet değildim ama İsmet’in yaşadıklarının büyük bir bölümü benim yaşadıklarımdı. Öyle bir ortaokulda okumuştum, romanda geçenler tanıdığım, korktuğum öğretmenlerdi.

Romandaki “İbretlikler” grubu neyi temsil ediyor?

Onlar, okulun getirdiği her türlü baskıya başkaldıran bir grup. Yaptıkları bilinçli bir başkaldırı değil sonuçta. Okul idaresinin koyduğu, onların da yaşam biçimlerine müdahale olarak gördükleri için takmadıkları bir disiplin. “İbretlikler” dayatılan her şeye karşı duruşu temsil ediyor. Baskı varsa tepki de vardır sonuçta.

Kitapta vurguladığınız gibi eğitim belli bir otoriteyi, disiplin olgusunu, dolayısıyla “sertliği” hep barındırdı. Bugün buna, öğrenciler/ebeveynler arası bir başarı rekabeti boyutu eklendi. Yaşadığınızdan gözlemlediğinize, eğitim sisteminin dostluklara olan yapıcı/yıkıcı etkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Eğitim sistemimizde bugün, romanda dile getirdiğim biçimiyle bir “sertlik” yok belki ama sizin de belirttiğiniz gibi başarı rekabetine dayalı çok daha trajik bir durum yaşanıyor. Ben eğitimci değilim. Her yıl eğitim sisteminde yapılan değişiklikleri izleyemez hale geldim. Bu beceriksizliğin karşılığı sadece “rezalet” sözcüğüdür. Gözlemlediğim kadarıyla şunu söyleyebilirim, gençler öğretmenlerinin (sistemle bütünleşmiş büyük bir kesimin) çok ötesindeler ve onlarla dalga geçiyorlar.

Dönüşen kent ve değişen mahalle yaşamı, çocukların iletişimini de dönüştürüyor diyebilir miyiz?

Dönüştürüyor tabii. Çocukları bir araya getiren, arkadaşlığı pekiştiren oyun alanları, bahçeler, sokaklar ve parklardır. Bunlar birer birer ellerinden alındı. Kendi oyuncaklarını üretmeleri, hayal kurmaları engellenip onlara hazır hayaller verildi. Bunun bilinçli yapıldığını da sanmıyorum. Yeni yaşam biçimlerinin dayatmalarıydı hepsi. Ama sonuç ortada.  Arkadaş ilişkileri sınırlandırılıp her biri bilgisayar ekranına ve oyunlara yönlendirildi. Bütün bunlara karşın baskıya ve tepeden inme buyurganlığa, yaşam biçimlerine karışılmasına tahammüllerinin olmadığını gördük.

Yazdığınız kitlenin genç ya da yetişkin olması sizin yaratım sürecinize etki ediyor mu?

Hayır, etkilemiyor. Çünkü her şeyden önce kendime karşı sorumluyum.

Başka “genç” kitaplar da yazacak mısınız?

Bilmiyorum.

edebiyathaber.net (26 Eylül 2013)

Paylaş:

Yorum yapın